1. Siyaha en yakın eskice. Tozlanmış parkeler arasında Adımlarımın bu boşluk haline Düşme hevesi. Ya da kefen beyazı mermerlerde Henüz ezilmemiş tren raylarına Benzettiğim tarifsiz serinlik. Biliyorum bu caddelerde Şu çıkmaya korktuğum Yalnız yolculuklarımda Saklı köhne nefesim. Bir kış günü meçhul gecede Asfalt kenarlarında tutan buz,
Işıklar yanıp söndü teker teker usulca Yeşiller içinde bir ormanda kuytuda Islak ağaçlar, maviler, samanlar uçuştu Kuytudan bir yuvam vardı o ormanda Islak gövdesi ile beni koruyan soğuk meşe ağacı Dün gibiydi hepsi kovulduğu,itildiğim O orman,patika yavaş yavaş kaybolurken düşlerimden Güneş usulca doğdu birden gök’yüzüne‘ Durdum öylece bakamadım ışığından Uzun bir kayboluş gibi , köklerini
Ardından nakışlayıp getirdiğin kör sevda düğümleri El ele verince en azılı düşmanıdır ak sütten boynunun Hiç beklenmedik zamanın beklenmedik talihlisi Tüm inceliklerini tek perdede tüketir Tapıp durduğun elim aşk oyununun Titrek yüreklim, solgun meleğim Perde kapandı, oyun bitti Alkışlar dinmedi merhametsizin şatafatına Tam böyle bir zamanda
Bir güz aldı gülmelerimi benden Belki asırlardır içim kıpırdamadı Gözlerim parıldamadı Bilincine vararak gülmek neymiş bilmezdi ruhum Öğrendi Acınası bir farkındalığa erişti kendince Araya uzun zaman girince Unutmuş elbet tadını tuzunu Bir gün içten ve hazırlıksız gülünce farkına vardı Koca bir delikten sızıp duran hande açlığının Ne büyük
İşte artık bütün yaşantılar tanıdıklaştı Sürpriz ziyaretçileri kalmadı ruhumuzun Daima hazırlıklı, daima beklenen her bir zaman parçası Dev dalgalarla coşkusuna coşku katan kıpırtılarımız Aynı sessizlikle terk ediyor yalayıp geçtiği ayaklarımızı Nasırdan bir sepette toplanıyor bütün duygularımız Gelip gidişlerinden habersiz misafir ediyoruz onları tüm bilgeliğimizle Olgunluğumuz içimizde kaynayıp duran
Bir ben mi kaldım ortasında Şu düşübozuk, teokratik tevatürlerin Yoksa sen miydin düzenin en içinde Beni örseleyip duran herhangi bir kimse Boran olmuş gitmişim, incinmişim Güneydoğuda bir tarlada unutulmuş Nadasa bırakılmış tütünle, mercimekle Savrulmuşum sinmişim, bilmem kimmişim Tevatürleri yaratan ufuktaki haspa Gruptan uzatsa da göğsünü bir baksa Bulur mu beni avuçlarının içinden Gökyüzüne
canım kızım, yüzündeki durgun yağmur içimde taze papatyalar açtırıyor her mevsim seni öpüp geliyor bir rüzgar hani o umutlarımı yeşerten gerek değilse de gülümsemek durmadan ağlamak neden varoluşun bile böyle güzelken canım kızım, ellerim buruşmuş kağıtlar yazıp da okuyamadığım mektuplar sana geçti deyip de silemeyeceksem gözyaşını
Hayatımızda çoğu zaman incelediğimiz herhangi bir şeyi nicelik ve nitelik olarak karşılaştırma durumuna girişiriz. Çeşitli senaryolarda, nicelik bizim için avantajı ifade ederken, bazen de nitelik bizim için önceliktir. Bu kıyaslama ister istemez zihnimizin bir köşesinde durur. Bir filmin yönetmenini, bir kitabın yazarını ya da bir sporcuyu takdir edeceğimiz zaman ise kendi zihnimizde bu değerlendirmeleri yapar
Sen karanlıklarda Kalabalık olurken Ben pencerenden süzülen Belli belirsiz Aydınlık. Ve biriktirirken göğüs Kafesimde gri bulutları Gözlerin seçemediğim Buğulu yıldız ışığı. Zaman dönüşürken yönümü Anımsayamadığım yola Hayalin bitkin ama Cesur adımlarım. Heyecanın hevesle Sesine değdiği anlar… Uçurumun kıyısına Denizin vurduğu dalgaları Uzunca süren dinginliğin karışan, Kalbimde tepinen hislere Sessizliğin meçhul şehrin Duvarlarında yankılanan çığlık Ender