Bu hayatı yaşamak çok zor geldiğinde Hüznümün sonunun şiire çıkacağını bilirdim Edebi alemin en içinde çiçeği burnunda bir üye Kollarının bir gün dalgaları kucaklayacağını bilirdi Dünya kötü bir yerdi Şüphesiz dünya dünyadan da ibaret değildi Elimizi kolumuzu sallayarak mesken edindik burayı Capcanlı bir yaşamı uyuşturup karanlığa attık İnsanları İnsanları sevmediğime karar vermek En zoru oldu
Keşkeler diziliyor şakaklarıma Ruhumu alaşağı eden en hazin tepelerden Seni sana anlatmak istiyorum Her bir zerreni keşfederek yeniden Burası pek soğuk Üşüyorum Ellerimi tutacak mısın Yağmurlu bir gece Islak kaldırımlarda dans ederken Yoksa karanlığa mı kavuşacak Buluşan ellerimiz Kimseler görmeden Şarkılar fısıldardı bana gölgen Yürürken ruhuma usulca eşlik eden Kuvvetli baharlar yaşadı gönlüm
Gelecek zamanların di’li kiplere özendiği takvimlerde Hayaller, usandı kurulmaktan Ve aslolan çok uzakta artık normal olmaktan Değişmeyense; korkmalar Kelimeler anlaşılırlığa diz çökmekte Çokça, saçmalamanın korkusu, çokça Noktalar, virgüller hep bundan Uyumalar, uyanmaklar bundan Saçmalaşmanın korkusu, çokça Suyun ahmaklığı; Kapların hepsi yamuk Ama olsun Dökülmek pahasına şekil almak lazım Çokça, benzeyememenin korkusu, çokça Dışlanmak
Sen dut kadar acı ve Şarap kadar tatlısın. Zıtlıklarından medet ummam Belki de bu yüzden güzel. Yolunun kesiştiği her Dar sokak geniş caddelere açılır. Derin bir nefes alırsın Belki de adımların bu yüzden güzel. Sen şu kış günü Dilinde eriyen kar tanesi kadar soğuk, Ve yüreğinin içi kadar sıcaksın. Belki de genzin
Milan Kundera belki de insan ilişkileri üzerine bitirme tezi yazdığını iddia edebileceğimiz nadir insanlardan biri. Gençliğinde partiden de atılmış bir Komünist Parti üyesi, sonraki yaşlarında Paris’te yaşayan ve basınla konuşmayan, muhtemelen iç huzuru yakalamış bir edebiyat efsanesi kendisi. Zaten Louis Aragon bir kitabınız için “yüzyılın en iyilerinden” demişse size sadece şapka çıkartılır. Yine Louis Aragon’un
Ağlamıyor artık sarı menekşeler Solgun gözleri ne de hülyalı bakar oysa Dalıp gider yazdan kalma akşamlara Rüzgarda savrulup dağınık yaşar daima Aldanmıyor artık sarı menekşeler Uçup giden yılların mağrur simasına Tutup gidiyor ellerinden gökyüzünün Kendi sonunu arıyor yalnızca Bir sarı menekşe Koşarak geri dönüyor rüzgardan yuvasına Sonlar
Gözlerim gözlerine değip geçmişti bir sonbahar akşamı hatırlarsın Benim gözlerim en büyük anlatıcısıydı yine hüzünlü anların Sen yine gülüyordun gözlerinle beraber İkimizde küçük kağıt kesiklerini taşıyorduk yaşıyorduk içimizde Sen yaralarından ağaç yapmayı öğrenmiştin Büyütmüştün onları Koskoca bi ormanı taşıyordun içinde Ben senin gibi değildim Neşeli bir enkaz vardı ruhumun derinlerinde Ağaç büyütmemiştim ben hiç Gittim
Toplasan bir avuç anı etmezdi bizimkiler Ama dünyada kaydedilmiş yüzlerce anıyı yerinden edecek kadar olağanüstü Ve bir o kadar da zahmetsiz edinilmişti hepsi Aşık olmadan önce hiç yaşamamışım derler Doğruymuş Ben hayatımda gözlerimden kalbimin fışkıracağına Bütün güzelliklerim sakinliğe kavuşmuşken Damarlarımda akan kanın vücudumu aşıp koşacağına Bu koca dünyada böyle bir ezginin var olduğuna Ve dahası
Daha kaç kez gideceğim bu şehirden Daha kaç kez solacak Pencere kenarında bekleyen sarhoş menekşeler Avunacak mı sahi Güneşin altında kavrulan yıldız taşları Geçip gidecekler mi yoksa Benim gibi sessiz sedasız Aniden Daha kaç kez kaçacak ruhum Bir buluta kilitlenmiş hayal sandıkları eşliğinde Gömülecek mi yoksa denizinden uzağa Daha hiç sevmeden Kırgın baharlar
Bir rüya gördüğümü düşünürüm kimi zaman Sayfaları yırtılmış bir kitaptan uyarlanan Kalbimi tanıyan, yağmura yaklaşan Art arda kapanan yollara aldırmayıp Gölgelerin yüreğine dokunan Bir rüya gördüğümü düşünürüm kimi zaman Sessiz çığlıklara kulak tıkamayan Kendinden olmayanı dışlamayan Sevgi rüzgarına kucak açıp Öfkesi uçurtmalara takılan Bir rüya gördüğümü düşünürüm kimi zaman Köhne sokaklardaki evleri sayan