Bireyin kendisini veya üçüncü bir kişiyi haksız saldırı, gelen tehlikeler karşısında saldıran kişiye karşı koruması, savunmasına meşru savunma denir. Meşru savunmaya “meşru müdafaa”, “haklı savunma” ya da “yasal savunma” da denmektedir1. Lakin bizim öğretimiz TCK’de meşru savunma dendiği için bunu kullanmayı tercih eder.
Meşru Savunma 765 sayılı TCK’da ‘Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle, gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu fiili hâl defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, gerek nefsini ve gerek başkasını vukuuna bilerek mahâl vermediği ve başka türlü tahaffüz imkanı da olmadığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden muhafaza etmek zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.’’2 şeklinde düzenlenmiştir.
Yeni TCK’da ise meşru savunma 25. maddede şu şekilde düzenlenmiştir: “(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş; gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez. (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ve konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”.3
Meşru savunma eski hukuk sistemlerinden günümüze kadar gelen genel bir kural olarak kabul edilebilir. Ayrıca Roma Hukuku’nda, İslam Hukuku’nda ve Germen Hukuku’nda4 meşru savunmadan bahsedilmiştir. Roma Hukuku’nda vatandaşlar can ve mal güvenliği tehlikeye düştüğünde meşru savunmaya –Roma Hukuku’nda buna “haklı öldürme” deniyor- başvurabilirdi5. Roma’da kendilerine saldıran insanlara karşı insanların kendilerine savunabilmesi için sınırsız yetki tanınmış; hayata, vücut bütünlüğüne, namusa gasp ve yağmaya uğrayan insanların karşıdaki insanı öldürme hakkı vardır denilmiştir6. Hatta Romalı hukukçular, kuvvetin kuvvetle uzaklaştırılmasın tüm hukuk sistemlerinin izin vereceğini de söylemiştir7. Bu şüphesiz Roma’daki kişisel öç ve kısas ilkesinden kaynaklanmaktadır. Roma’da meşru savunmanın kapsamı daha geniş tutulmakla birlikte o zamandan bu yana meşru savunmanın insan hayatında ve hukuk sistemlerinde var olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir örnek olarak İslam Hukuku’nda hayata, mala ve ırza yönelmiş saldırılarda kişiye meşru savunma hakkı verilmiştir8. Saldırı başka bir üçüncü kişinin vücut bütünlüğüne veya yaşamına zarar veriyorsa da üçüncü kişiyi korumak için saldırı yapılması meşru savunma sayılır. İslam Hukuku’nda saldırıdan kurtulmak üzere verilecek olan zarar saldırganın vücut bütünlüğüne mal varlığına veya yaşamına yönelik olabilir.9
Kanonik Hukuku’nda ise meşru savunma hak olarak sayılmamakla birlikte meşru savunmaya hoşgörü ile yaklaşılmış ve kusuru kaldıran sebepler içinde sayılmıştı.10
Diğer ülkelerde ve uluslararası antlaşmalarda gene meşru savunmadan bahsedilmiştir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde meşru savunma şu şekilde açıklanmıştır: “Bu antlaşmanın hiçbir hükmü Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek , bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez”.11
Meşru savunmanın hukuki niteliği hakkında değişik görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşleri sübjektif ve objektif teoriler olarak ikiye ayırmak mümkündür.12
Objektif teorilere bakacak olursak “kefaret teorisine” göre adaleti sağlamak ve bireyi korumak devlete aittir ve birey kendini korumak haricinde yasak bir fiil işlerse bu devlet tarafından cezalandırılır. “Hakların çatışması teorisine” göre ise iki kişiden hakkı daha üstün olan korunmalıdır. Saldırıya uğrayanın hakkı daha üstün olacağı için onun hakkı korunmalıdır. “Tamamlayıcı koruma teorisi” ise meşru savunmanın bir hak değil görev olduğunu öne sürer. “Hukuk için müdahale görüşü” ise meşru savunmanın hukuk için mücadele yollarından biri olduğunu savunur.13
Sübjektif teorilerde; “tabi hak görüşüne” göre meşru savunma insanlık var olduğundan beri vardır ve insanların en doğal hakkıdır ve bu savunma hareketini hukuk sınırlayamaz. “Tehlikesizlik teorisinde”, savunmayı gerçekleştiren kişi toplumun zararına hareket etmemiş; yalnızca adalet fikriyle hareket etmiştir. Burada önemli olan failin amacıdır. Bu yüzden savunmayı yapan kişi cezalandırılamaz. “Psikolojik teoriye” göreyse saldırı karşısında kalan kişi irade yetisini kaybeder ve yaptıklarının bilincinde değildir. Bu yüzden bu kişi kusurlu kabul edilmemelidir.14
Baskın görüş ise meşru savunmanın bir hukuka uygunluk nedeni olduğunu kabul eder.15 Saldırıyı uzaklaştıran kişinin kendisine veya üçüncü kişiye karşı saldırana karşı orantılı bir saldırı yapmasının amacı karşı tarafın saldırısını bertaraf edebilmektir. Yani burada karşı saldırıyı gerçekleştiren kişi kendini korumak için içgüdüsel bir tepkide bulunmaktadır. Bu yüzden meşru savunma hukuka uygunluk sebebi sayılır.
Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
Meşru savunma saldırganın yaptığı haksız saldırıyı durduracak ölçüde olmalıdır. Eğer meşru savunmada bulunan kişi savunmasını ölçülü yapmazsa meşru savunmada sınır aşılmış olur17. Türk Ceza Kanunu madde 27/2’de meşru savunmada sınırın aşılması konusundan ‘’Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.’’ biçiminde bahsedilmiştir.
Türk Ceza Kanunu madde 27’ye göre meşru savunmada sınırın aşılmasından söz edebilmemiz için meşru savunma halinden söz edilebilecek bir olay olmalı, meşru savunmada sınır aşılmış olmalı, meşru savunma sınırı heyecan, korku ve telaş ile aşılmış olmalı, sınırın aşılması mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaştan ileri gelmelidir. Bu şartlar gerçekleştiği takdirde meşru savunmada sınırı aşan kişiye ceza verilmeyecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2014/815 esaslı 2015/71 numaralı 24.03.2015 tarihli kararında “Olay günü hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen M. K.’nin aldığı alkolün etkisiyle evinin camından bağırarak etrafa rahatsızlık vermesi üzerine daha önce de aynı şekilde bir ç ok kez taşkınlık yaptığı için kolluğa müracaatta bulunan ayrıca anılan şahsı mahalleden uzaklaştırmak için imza toplayan sanık S. ile oğlu S.’nin, M. K.’yi uyarmasıyla aralarında sözlü bir tartışma yaşandığını duyan sanığın eşi A. ile M. K.’nin akrabaları olan … ve katılan H. Ç.’nin de olay yerine geldiği, aralarında ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığı belli olmayacak biçimde kavga çıktığı, kavga esnasında E. ve S.’nin sanığa; M., H. ve katılanın sanığın oğlu S.’ye, S.’nin adli emanetteki bıçakla İlhami’ye, ayrıca sert bir cisimle F.’ye, sanık S.’nin elindeki odun parçasını fırlatmak suretiyle katılana saldırdığı, olay neticesinde katılan ile H. K., A. A., S. A. ve sanığın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde, F. Ç. ve İ. K.’nin ise yaşamlarını tehlikeye sokan bir duruma neden olacak şekilde yaralandıkları anlaşılmaktadır17.
Bu şekilde gerçekleşen olayda, sanığın hukuka uygunluk nedenlerinde sınırı aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için öncelikle meşru savunma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gereklidir. İlk haksız hareketin kimden kaynaklandığı sabit olmayan kavga ortamında, katılana odun parçası fırlatarak yaralanmasına sebep olan sanığın savunmada zorunluluk bulunmadığı hâlde kavgaya katılmak amacıyla hareket ettiği, bu nedenle katılanın saldırısını defedecek şekilde savunma yapma mecburiyetinin bulunmadığı yani “savunmanın zorunluluğu” şartının gerçekleştiğinden bahsedilemeyeceği göz önüne alındığında, meşru savunmanın şartlarının oluştuğundan söz edilemez. “Savunmanın zorunluluğu” şartının bulunmaması nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiği kabul edilemeyeceğine göre; bu durumda TCK’nin 27/2. maddesinde düzenlenen sınırın aşılmasının da uygulama yeri olmadığından yerel mahkemece sanık hakkında TCK’nin 27/2. maddesi gereği ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır.”
Meşru savunmada sınırın aşılmasında dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Meşru savunmada sınırın panik, telaş ve korkudan aşılması ile öfkeyle saldırgana daha çok saldırılması aynı kapsamda değildir. Savunma yaparken sınırın panik, telaş ve korkudan aşılması meşru savunmada sınırın aşılması kapsamı içinde savunmanın kin ve düşmanca hislerle aşılması ile haksız tahrik kapsamı içinde değerlendirilir. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu 05.10.2010 tarihli 2010/1-170 esaslı 2010/182 numaralı kararında meşru savunmada sınırın aşılmasındaki panik ve haksız tahrik durumundaki öfkeden bahsetmiştir18. “……Bu durumda; kişinin maruz kaldığı saldırı karşısında korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının tesiriyle, heyecan, korku ve paniğe kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek; buna karşılık sırf saldırının etkisiyle değil de (velev ki saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi) öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde tutmak lazımdır. Yani failin niyeti, fiilin icra tarzı ve ruh haline göre ciddi bir saldırının definden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise “meşru savunmanın” sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.”
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi meşru savunma, hukukun olduğu her yerde ve zamanda hep olmuş, insanlar ve devletler tarafından hep kullanılmıştır.
Kaynakça
1- Özbek, V. Ö., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, İ. (2016). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. s.309
2- adalet.gov.tr 765 sayılı kanun, madde 49
3- mevzuat.gov.tr , 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
4- Apaydın, C. (2017). Meşru Savunma. İstanbul: Legal Yayıncılık. s.26,27,29
5- Türkoğlu H. G. (2017). Roma Hukuku’nda Suç ve Ceza. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.59
6- Türkoğlu H. G. (2017). Roma Hukuku’nda Suç ve Ceza. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.60
7- Demirbaş, A. T. (2019). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.287
8- Dönmezer, S. ve Erman, S. (2021). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku. İstanbul: Der Yayınları. s. 108.
9- Ünal, M. (2019). İslam Hukuku’nda Haksız Fiil Sorumluluğu. Ankara: Adalet Yayınevi. s.198
10- Demirbaş, A. T. (2019). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.287
11- Beyoğlu, C. Ü. (2018). Kuvvet Kullanma Yasağı Kapsamında Devletlerin Bireysel Meşru Müdafaa Hakkı. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.142
12- Demirbaş, A. T. (2019). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.287
13- Demirbaş, A. T. (2019). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.288
14- Demirbaş, A. T. (2019). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Seçkin Yayıncılık. s.287
15- Özbek, V. Ö., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, İ. (2016). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. s.309
16- Özbek, V. Ö., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, İ. (2016). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. s.320
17- https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/
18- https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/