İki dünya savaşı arasındaki dönem (1920-1940), Avrupa için çok sancılı bir süreç olmuştur. Geçici barışın sağlandığı bu süreçte güç dengelerinin korunması hiç kolay olmamıştır. İdeolojik kavgaların ve siyasi hesaplaşmaların tehdidi altındaki devletler, çeşitli anlaşmalarla sürekli olarak bir gruptan başka bir gruba geçmiştir. Bu süreçte Almanya ve Fransa arasında Büyük Savaş’a rağmen sonlanmamış anlaşmazlıklar, Avrupa’nın merkezinde karmaşanın en şiddetli haliyle hissedilmesine neden olmuştur. Müttefiklerle Almanya arasında yapılan Versay Antlaşmasına konulan ağır maddeler, müttefik devletler safında olan Fransa’nın bir hesaplaşma içinde olduğunu kanıtlar niteliktedir. İngiltere, denge politikasına devam ediyorken ve Amerika, yalnızlık politikasına geri dönmüşken Almanya’dan yüklü savaş tazminatı istenmesinin ardında, 1871 yılının intikamını almak isteyen Fransa vardır. Büyük Savaş’ın mağlupları arasında olan Almanya, Versay Antlaşmasını kabul ederek 1871’de elde ettiği Alsace-Lorane bölgesini Fransa’ya terk etmiş, silahsızlanmaya gitmiş, asker sayısını indirmiş ve ödeyemeyeceği bir borcun yükümlülüğünü almak zorunda kalmıştır. Bu şartlarla intikam alan Fransa, Almanya’dan bir karşı intikam hamlesi gelmesinden çekinmiştir. Bu korku, Fransa’nın dış politikalarına da yansımıştır.
Savaşın sonunda, Avrupa’da Fransız üstünlüğü oluşmuşken Fransa’nın potansiyel rakibi Almanya’da ise ekonomik ve siyasi kargaşa artıyordu. Yıkılan imparatorluğun yerine kurulan demokratik yönetim, hem savaş kaybının hem de Versay Antlaşmasının yüklerini taşıyordu. Ülkede faaliyet gösteren solcu gruplar, devrim peşindeydi ve barış mütarekesinden önce birkaç teşebbüste bulunmuştu. Bunlardan biri 1919 yılının ilk günlerinde başarıya çok yaklaşsa da yeterli desteği bulamamıştı. Öte yandan bu girişimden yaklaşık bir yıl sonra bazı generaller, ülkenin gidişatından memnun olmadığı için sağcı hükümet darbesi yapmışlardı. Bu darbe de birkaç gün sürmüştü. Bu siyasi kargaşaların varlığı ve Versay ile kabul edilen tamirat borcu, ülke ekonomisini felce uğratmıştı. Bu kaos ortamından kurtulmak ancak tamirat borcunun ağır yükünden kurtulmakla olacaktı. Bu borçlar devletin belini bükmüş, halkı da enflasyon karşısında çaresiz bırakmıştı. Ağır yük altında ezilen hükümet, borcu ödemekte zorlanmıştı. Mark’ın değeri düşünce ödeme güçlüğü çeken Alman hükümeti, paralarını tahsil edemeyen anlaşmalı devletlerden borçlarını yeniden yapılandırma isteğinde bulundu. Almanya’nın yeniden yapılandırma talebine İngilizler olumlu bakıyordu. Bu olumlu görüşün sebebi, Almanya’nın İngiliz ürünleri için önemli bir pazar olması ve Alman ekonomisinin düzelmesi ile bu ülkeye yapılacak olan ihracatın artacak olmasıydı. Diğer taraftan Fransa, yapılandırmaya karşıydı. Alman ekonomisinin bu denli kötü olması kısa vadede Fransa’nın menfaatineydi. Ekonomik külfet altında iyice ezilen Almanya borçlarını geciktirince Fransa, Belçika ile beraber gelişmiş sanayi bölgesi Ruhr’u ele geçirmiş ve orada ayrılıkçı akımları destekleyerek Ren Cumhuriyeti kurulmasına önayak olmuştu. Bu ayrılıkçı hareketlerden etkilenerek Saksonya ve Bavyera gibi bölgelerde de ayrılıkçı teşebbüsler ortaya çıkmıştı. Bavyera’da gerçekleşen darbe girişimin baş aktörlerinden biri de Adolf Hitler’di.
Tamirat borçları, Alman ekonomisini Weimar Cumhuriyeti döneminin neredeyse tamamında olumsuz etkilemiştir. Öyle ki Ruhr bölgesinin işgali ve tazminatların getirdiği yükle Almanya çaresiz kalmış; Fransa bile bu haldeki Almanya’nın uzun vadede menfaatine uygun olmayacağına ve borcu bu haldeki bir devletten tahsil edemeyeceğine ikna olmuştu. Yapılan görüşmelerle oluşturulan Dawes Planı neticesinde borçlar ertelenmişti. Bu plana göre Ruhr bölgesi deAlmanlara geri verilmişti. Müttefik devletlerin en büyük çekincesi ise Almanya’nın Sovyetler Birliğiyle yakınlaşması olmuştu. Sovyetlerle yaptığı ikili anlaşma Batılı devletleri tedirgin ediyordu. Aynı zamanda Fransa, Almanya’nın kendisine saldırması durumunda destek sağlayacak müttefik arayışındaydı. Locarno Paktı ile Almanya, Batılı devletlere yakınlaşmış ve Fransa da anlaşmayı imzalayan diğer ülkelerden Alman saldırısı halinde destek olacaklarının sözünü almıştı. 1926 yılında Milletler Cemiyeti’ne giren Almanya, Batı ülkelerine böylece daha da yaklaşmıştır.
Alman ekonomisi, yeni politikalarla daha olumlu bir havaya girerken Alman halkının siyasi yönelimi daha çok merkez ve sosyal demokrat partilerden yanaydı. Faves Planı ve Locarno Paktından sonra oluşan iyimser ortamda komünist partilerin ve Nazilerin oyları düşmüştü. Yıllardır faaliyet gösteren komünist partiler, ekonomik iyimserliğin olduğu ortamda taraftar bulmakta zorlanmıştı. Nazilerse birkaç senedir bulundukları siyasi arenada bekledikleri yükselişi yapamamışlardı. Yükseliş için uyguladıkları farklı propaganda yöntemleri yeterli olmamıştı. Bir kriz ortamına ihtiyaçları vardı. Ancak o günlerde Weimar Cumhuriyetinde işler yolundaydı. Cumhuriyetin başından beri kurulan istikrarsız hükümetler, hiçbir zaman kalıcı olmamıştı ancak dış politikada uygulanan doğru politikalar güven ortamını oluşturmuştu. Fakat bu güven ortamı uzun sürmemişti. 1929’da dünya genelinde yaşanan Büyük Buhran ile ekonomi yine zora girmiş, işsizlik zirveye çıkmış, kriz halkı etkilediği gibi hükumetin istikrarını da etkilemişti. Seçim üstüne seçim yapılıyor, merkez partileri oy kaybederken uç görüşlü partiler gittikçe yükseliyordu. Hitler de bu krizden besleniyordu. Irkçı, milliyetçi ve demokrasi karşıtı görüşlere sahip Nazi partisi, kriz döneminde insanları kendisine çekmişti. Partinin popülerliği her geçen gün artıyordu. Ekonomik krizden sonra yönetim iyice zorlaşmış, şansölye seçmekte zorlanan cumhurbaşkanı Hindenburg, 1933’te yüksek oy oranıyla meclise giren Nazi partisinin lideri Hitler’i atamak zorunda kalmıştı. Bu şekilde Hitler, yıllardır Almanya için kurguladığı planları uygulamaya geçirecek ve Weimar Cumhuriyeti’nin sonunu getirecekti.
Weimar Cumhuriyeti’nin devamının önündeki en büyük engel, temsilcilerinin büyük bir bölümünün cumhuriyete inançlarının olmamasıydı. Komünistler, Ruslar gibi bir devrim arzuluyordu. Sağcı temsilcilerin bir kısmı, eski gelenekçi yapıyı ve monarşiyi istiyorlardı. Naziler ise demokrasiyi tümden reddediyorlardı. Bu durum, siyasi istikrarın oluşmasında engel teşkil ediyordu. Weimar Cumhuriyeti zaten Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisinin ve Versay Antlaşmasının yükünü taşıyordu. Ekonomik zorluklardan kurtulup düzelme yolunda adımlar atılırken yaşanan Büyük Buhran, yeni kurulan cumhuriyetin elini kolunu bağlamıştı. Kısaca yaşanan toplumsal ve ekonomik etkenler, Nazizm’in oy oranının yükselmesinde etkili olmuştur. Erich Fromm, bu etkenlerin psikolojik sorunlar ürettiğini ve Nazizm’in ruhbilimsel bir sorun olduğunu savunur. Zira ekonomik ve siyasal sebeplerin varlığı, halk üzerinde ruhbilimsel etkilerde bulunmuştur. Neticede toplumun Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dinamikleri, halkın bazı kesimini memnun etmemişti. Tamirat borçları ve Büyük Buhranın ekonomik etkileri de halkın tepkisini çekmişti. Bu nedenlerden dolayı değişen dinamiklere karşı olan ve sürekli propaganda düzenleyen Nazi partisi, halk arasında destekçiler buluyordu. Hitler, şansölye olduktan sonra meclisin gücünü de arkasına alarak diğer partileri feshedince Nazi partisi, tek temsilci haline gelmiş ve halkın bir kısmının gözünde hükümet, Almanya ile özdeşleşmişti. Bu sebeple Nazi partisine karşı gelmek Alman toplumunun dışına çıkmak gibi görülüyordu. Sonuç olarak Nasyonal sosyalist hükümetin demokratik yapıyı tahrip etmesi ile Weimar Cumhuriyeti sona ermiş kabul edilir.
Yaklaşık 15 yıl süren cumhuriyet döneminde mecliste birçok kesim temsil edilmişti. Bu demokratik dönemde sağlanamayan siyasi istikrar ve bozuk ekonomi halkı bezdirmiş; bu nedenle demokratik sistem tahrip edilirken halktan etkili bir tepki de gelmemiştir. Böylece Almanya, demokratik yönetime elveda derken Hitler’in III. Reich olarak adlandırdığı Nazi diktatörlüğü dönemi başlamıştı.
Kaynakça
1- ARMAOĞLU Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap, İstanbul, 2020.
2- FROMM Erich, Özgürlükten Kaçış, Çev.: Şemsa Yeğin, Say Yayınları, İstanbul, 2019.
3- STORER Colin, Weimar Cumhuriyeti’nin Kısa Tarihi, Çev.: Sedef Özge, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015.
4- ACEMOĞLU Doğan ve ROBİNSON James A, Dar Koridor, Çev.: Yüksel Taşkın, Doğan Kitap, İstanbul, 2020.
5- Üste, A. (2018). Birinci Dünya Savaşı Sonrasında Avrupa’da Güç Dengesi ve Hitler’in Güç Dengesi Politikası . Aydın İktisat Fakültesi Dergisi , 3 (1) , 68-82 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/aifd/issue/42001/497909
Kapak Görseli: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Bundesarchiv_Bild_183-S38324,_Tag_von_Potsdam,_Adolf_Hitler,_Paul_v._Hindenburg.jpg