Paleolitik Çağ’ın Büyüsü: Resimler

/ / GÖRSEL SANATLAR VE MÜZİK, TARİH
Paleolitik çağda, Altamira Mağarasında resmedilmiş bir bizon görseli.

Sanat tarihçileri ve arkeologlar eskinin her zaman daha iyi olduğu düşüncesine o kadar çok kapılmışlardır ki kendilerine en çok hitap eden sanatın en eski sanat olduğunu düşünerek, bu fikri kanıtlamak için tarihin tozlu sayfalarına kafalarını gömerek aramaya çalışmışlardır.

Paleolitik Çağ, ibadet kültürlerinin mutlak yokluğuyla damga vurduğu bir evreyi temsil ediyordu. İnsan ölüm ve açlık korkusu içindeydi. Avcı iç güdüleriyle hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Büyüsel uygulamalarla kendini düşman saldırılarına, maddi sıkıntılara, acı ve ölüme karşı korumaya çalışıyor, fakat iyi ve kötü şans ile olayların ardında yatan güçler arasında bir bağlantı kuramıyordu. Büyü ise duyularla ilişkilidir ve somut olana dayalıdır.

Paleolitik Çağ’da resimler, büyünün teknik donanımının bir parçasıydı; avın içine düşmesi gereken ‘’tuzak’’tı. Paleolitik Ressam kayaya bir hayvan resmedince gerçek bir hayat üretmiş oluyordu. Yaptığı resme aşık olan “Pymagalion efsanesi” aslında böyle bir düşünceden yola çıkar. Ressam çizmekle kalmaz aslında ona ileriki hamleleri için hayat verir.

Paleolitik ressam ayrıca çok iyi bir avcıydı. Bu yüzden iyi bir gözlemci olmak zorundaydı. En ufak bir iz ve kokudan hayvanları ayırt edebilmeli ve bunu resimlerine de yansıtabilmeliydi. Benzerlikleri ve farklılıkları çok iyi ayırt edecek gözü olmalıydı, bütün duyularıyla dış gerçekliğe yönelmek zorundaydı. Bir körün geliştirdiği kulağa ve bir sağırın geliştirdiği gözlere sahip olmalıydı. Onlar birer ‘’profesyonel’’ avcılardı.

Avrupa’da Tarih öncesi sanata dair ilk kalıntılar Aurignacien döneme aittir ve GÖ 35.000- 28.000’e tarihlenmektedir (Groenen, 2016, s. 37). Sanatla ilgili arkeolojik kalıntılar en başından itibaren, üç farklı biçimde açığa çıkmıştır. Mağara duvarlarının yüzeyindeki sanat (art pariétal), açık hava kaya sanatı (art rupestre) ve taşınabilir sanat (art mobilier). Bu üç farklı formda ortak olan şey hayvan betimlemelerinin yoğunluğudur. Yapım teknikleri çeşitlidir. Renk veren malzemeler boya olarak kullanılarak yapılan resimlerde, (Tykhe, 2021; 6(11): 178-215 – 195 – Tarih öncesinde Sanat ve Bağlamları / Yasemin YILMAZ) kırmızı (hematit, koyu sarı), siyah (mangan dioksit, kömür), sarı veya kahverengi (limonit, götit), nadiren beyaz (kaolin) kullanılmıştır. Bazıları kayaların yüzeylerine kazılarak yapılmıştır. Kazıma yöntemi, zamana, ortama ve iklime en dayanıklı grup olarak değerlendirilmektedir. Heykel tekniği ile üretilmiş eserler daha azdır. Bu durum, onları yapmanın daha zor olmasıyla açıklanmaktadır (Paillet, 2015, s. 95; Yalçınkaya, 1978, ss. 69-70). Tarih öncesi sanatın üretilme tekniklerinin, kullanılan hammaddeye, mağara veya kaya yüzeylerinin yapısına bağlı olarak değişebildiği, mağara duvarlarının veya kaya yüzeylerinin doğal biçimi ve işlenmek istenen betim arasında uyumlar yakalandığı durumlarda betim ve doğal yapının uyumlu kullanımının resme farklı bir estetik kattığına dikkat çekilmektedir (Yalçınkaya, 1978, s. 67).

Paleolitik sanatın büyüsel eylemlerle ilişkili olduğu hayvan kılığına girmiş insan figürü temsillerinin bulunmasıyla kanıtlanmıştır. Amacı modelin bir eşini yaratmak olan bir temsil, ancak naturalist olabilir. Evet Paleolitik Çağ ressamları natüralisttir. Natüralizm,

Mağara sanatının ayırt edici özelliklerinden biri, figüratif (mecazi) ve figüratif olmayan öğeleri içermesidir. Figüratif desenler -tanınması zor hayvanlar- neredeyse her zaman bunlara geometrik motifler eşlik etmektedir. Çubuk biçiminde motifler, taşınabilir sanatta kemik nesneler üzerinde aynı biçimde ritmik halde geometrik biçimler görülür. Figüratif motifler doğanın çeşitli yönlerini betimlemeyi amaç edinen, doğanın işleyişinde süreklilik, düzen ve gelişmeyi, gözlem ve deneylere dayalı olarak bilim ve doğa yasaları çerçevesinde açıklamayı hedefleyen bir sanat akımıdır. yalnızca canlı varlıklar; insanlar ve hayvanlardır, bitki ya da peyzaj betimlemeleri bulunmamaktadır. Peki bu resimler estetik olarak göze haz vermiyor muydu? Bunun olmadığı üst üste çizilen resimlere bakılarak anlaşılıyordu. Estetik hazdan çok resmin çizildiği yer ve avın erişebilmesi için yoldaki bir büyüydü. Resimler sergilenmekten çok gizlenilmişti.

Paleolitik Çağ ressamı, modern insanın güçlük çekerek ve bilim aletleri kullanarak keşfedebileceği zarif gölgelendirmeyi çıplak gözle görebilecek bir yeteneğe sahipti. Bu saf yetenek yerini katılılığın ve durağanlılığına bırakan Yeni Taş Çağı’nda yok olmuştu. Yeni Taş Çağı’nda göçebe toplulular yerleşik toplumlara dönüşür; toplumsal olarak iletişim kuramayan dağınık gruplar yerini örgütlenmiş, diğer yerel topluluklarla iletişim halinde olan topluluklara bırakır. Bu geçiş sanatta ve ekonomide kesin bir çizgi gibi değildir. Yeni Taş Çağında artık ruhlar ve dinsel metoforlar vardır. Bitki yetiştirmeye başlayan insan artık anlamlandırmaya da başlamıştı. Toprağın bereketliliğine, alın yazısına, şimşek ve yağmura, insanın içindeki iblise de anlamlar yüklüyordu.

Neolitik insan şimdiden ruhu, bedenden ayrılmış bir madde olarak algılamaya başlamıştır. Aminizm dualisttir. Büyü, duyularla ilişkili olup somut olana dayanırken Neolitik Çağ’ın düşüncesi olan aminizm ise tinselcidir ve soyutlamaya meyillidir. Bu durumun sanattaki etkileri de artık farklılaşmaya başlamıştır. Neolitik Çağ insanı kendi ev ve yerleşim huzurunu bulunca ruhun gizemini sanata yansıtmıştır. Artık yerleşiksiz bir avcının gözünden değil yerleşik bir ruh arayan insanın gözünden bakmaya başlamıştır. İki dünyanın karşı karşıya gelişidir.

 

Kaynakça

1- Sanat’ın Toplumsal Tarihi- ARNOLD HAUSER 2030183 (dergipark.org.tr)

 

– Havva Güneş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir