Kaldırımlar Arasında

/ / EDEBİYAT

Kararlı bir meşe ağacı aradı yıllarca. Dört mevsim tek bir yaprak dökmeyen, toprağa kökleriyle sıkıca tutunmuş bir meşe ağacı. Çıplak ayaklarının yerde minik çamur havuzları bıraktığı ormanda birçoğunu gördü bu ağaçların. Fakat hepsi kapılmıştı. Hepsinin gölgelerinde oturan birer kişi vardı. Bu insanları tek tek inceledi. Rüzgârın ferah esintisi saçlarında ve yaprakların hışırtıyla karışık melodileri kulaklarında, huzurla yaslanmışlardı sabit ağaçlarına. Yüreğindeki devasa kıskançlıkla kaç saat orada dikildiğini fark etmedi ama hava yavaşça kararmaya başlamıştı ve yağmur da çiseliyordu. Ayakları geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Adımları hızlandıkça yağmur da hızını arttırdı. Çamurun bitip asfaltın başladığı noktaya geldiğinde durdu ve önündeki sonu görünmeyen sokağı seyre daldı. Çift şeritli yolda hiç araba yoktu ve bu da gecenin ıssız saatlerinde olduğunun göstergesiydi. Sağ ve sol taraflarda yolla birlikte sonsuzluğa uzanır gibi görünen, yaklaşık yirmi santim yüksekliğindeki kaldırımların rengi yağmurla birlikte koyulaşmıştı. Yolun tam ortasından geçen beyaz çizgide durdu. Havanın taze ve dumansız kokusunu içine çekti ve göz kapaklarını yavaşça kapadı. Saniyeler sonra aniden kulağına dolan sesleri fark etti. Sol taraftan gelen bu sesler, minik topukların hafifçe kaldırıma çarpması ve kıyafet hışırtılarının birleşiminden oluşuyordu. Fakat adımların ritmik olmadığını ve giderek uzaklaşmadığını anladığında seslere daha da dikkat kesildi. Kimi zaman yavaşça yürüyüp kimi zaman zıplayarak yüksek sesler çıkaran adımların sahibinin neşeli bir şarkıya eşlik ettiğini duydu. Hava durumuyla bu tezatlığı merak eden zihni, gözlerinin göreceği manzaraya sabırsız bir şekilde göz kapaklarını açtırdı.

Sarı ışıklar görüş alanına hızla girdiğinde ellerini gözlerine siper etti. Orada dikilmeye başladığında hava kararmıştı fakat sokak lambaları gözleri kapalıyken açılmıştı. Bu aydınlığa alışan gözlerinden ellerini çekti ve etrafı incelemeye başladı. Yolun sol tarafındaki kaldırıma sıralanmış sokak lambalarının ışıltısı, o an çevresinde hareket eden tek varlığı aydınlatıyordu. Bu varlık; üzerine düşen sarı ışığın görünüşlerini berraklaştırdığı aceleci yağmur damlaları altında, bakılınca kokusu burnuna kadar gelen kahvenin koyu tonu lülelerini savurarak ilerliyor, bazen geriye adım atıp etrafında dönüyordu. Kulaklarından elindeki telefona sarkan kablo, müziği ruhuna ulaştıran damar rolünü oynuyordu. Enerjisinden ve görünüşünden yaklaşık yirmili yaşların başında olan genç kız, elinde kapalı şekilde duran şemsiyesini kaldırımın yanındaki demir parmaklıklara astı ve sanki kelepçelerden kurtulmuş gibi iki elini de gökyüzüne doğru esneterek gülümsedi. Şemsiyeyi orada, yağmurdan koruyacak kimsesi olmadan öylece bıraktı ve kaldırım boyunca dans ederek ilerlemeye devam etti. Ayaklarının oluşturduğu figürlerle elbisesi de özgürce dans ediyor, kat kat pilesi turuncu ve yeşil renkleriyle ahenk oluşturuyordu. Elbisesinde bulunan yeşille aynı tonda olan kurdelesi kıvırcık saçlarında, uçuruma tek elle tutunur gibi sallanırken ayaklarının son dönüşüyle saçlarından düştü. Genç kız kafasındaki hafifliği hissedip düşen tokasını görmek için arkasını döndü ve gülümseyerek saçlarını daha da özgür savurup yoluna devam etti. Tokayı da şemsiye gibi yapayalnız bıraktı, tutunacak saç telleri olmadan.

Sol kaldırımdaki kız hâlâ dans ederek ilerlerken dudakları da şarkıya eşlik etmeye devam ediyordu. Tüm bu süreci olduğu yerden, yolun ortasından izlerken asla bulunduğu noktadan kıpırdamayan ruh, kızın mırıltısına eşlik eden yumuşak fakat aceleci adımları duydu. Bu adımların sahibini sağındaki kaldırımda buldu. Sokak lambalarının o kaldırıma daha seyrek yerleştirilmesi ve çoğunun cızırtıyla yanıp sönmesi sonucu oluşan ışık yetersizliğiyle savaşan gözleri sonunda o kişinin ayrıntılarını fark etmeye başladı. Adımlarına takılan gölgelerle savaşından yenik düşmüş bir edayla gardını taşıyor, sisin içinde yaralı bir kahraman gibi ilerliyordu. Hâlâ çiselemekte olan damlalar şiddetini azaltsa da onu boğmaya yetiyor gibiydi. Havanın ılık esintisine rağmen giydiği kalın ceketin kapüşonunu hiddetle kafasına geçirdi ve kahverengi, kıvırcık saçlarını sakladı. Ellerini ceplerine sokup kaldırımda ilerlemeye devam ederken bakışları sadece birkaç adım sonra basacağı sabit noktalara odaklanmıştı. Eğik başının içinde görünmez bir düşünce bulutu seziliyordu. Bu görünmezliğe eşlik eden halatlar onu belinden yakalamış, geçmişe doğru sürüklerken adım atmak zorlaşıyordu. Yüklerine yenik düşen ayakları yavaşladı. Yüzünü avuçlarına gömüp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Bu ağlayış da yağmur gibi kısa süre sonra şiddetini azalttı ve gözlerinin yaşlarını ceketinin kollarıyla sildi. Yaşadığı duygu boşalmasının yarattığı huzurla kaldırımın ıslaklığını umursamadan yere çöktü ve kafasını günler sonra ilk defa gökyüzüne kaldırıp gülümseyerek yıldızları izledi.

Siyah kapüşonlu kız yıldızları izlerken, hâlâ aynı konumda onu izleyen ruh bakışlarını tekrar soldaki ihtişamlı aydınlığın kaldırımına çevirdi. Beklentisi hareketli bir manzarayken gördüğü şey diğer kızla aynı pozisyonda yere çökmüş fakat gökyüzüne bakmayan elbiseli kızdı. Elbisesi oturduğu yerdeki çamura bulaşmış ve canlı renkleri solmuştu. Kız, başını diz kapaklarına gömmüş, bir yanda titriyor bir yandan da ağlıyordu. İzleyici ruh bakışlarını bir sağ kaldırıma bir sol kaldırıma götürüyor, önemli bir karar vermek üzereymiş gibi görünüyordu. Aradan geçen binlerce yağmur damlası sonrası yüzü kararını vermiş gibi aydınlandı. Çıplak ayakları, hâlâ bulunduğu şeridin ortasındayken dümdüz ilerlemeye başladı. Sağ ve sol kaldırımlarda tanık olduğu tüm o süreçleri alarak, kıvırcık saçları rüzgârı kucaklarken tam ortadan ilerledi. Ve sokağın sonundaki kimsesiz meşe ağaçlarıyla dolu orman görüş açısına girdi.

 

– Emine Kamalı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir