Dedikodunun Evrimsel Kökenleri

/ / PSİKOLOJİ
Giriş: Dedikodu Nedir?

İnsanı tanımlarken her defasında vurgulanan bir nitelik vardır: İnsan, sosyal bir varlıktır. Arkadaşlıklar kuran, romantik ilişkiler yürüten, aile oluşturan, kalabalık kentlerde bir arada yaşayan insan, sosyal bir varlık olduğunu her fırsatta gösterir. İşte, bu davranışların yanına muhakkak bir tanesini daha eklemek gerekir ki o da dedikodu yapmaktır. Dedikodu yapmak, kapsamı oldukça geniş bir davranış olduğundan, kavramla ilgili belirgin bir tanım yapmak epey güçtür. Ancak yazı boyunca dedikodudan söz edeceğimiz için kavramın sınırlarını belirli ölçülerde çizen bir tanım yapmak yararlı olacaktır. Dedikodu, en az iki kişi arasında geçen, o an ortamda bulunmayan kişi ya da kişilerle ilgili yapılan ve olumlu ya da olumsuz içeriğe sahip olabilen her türlü konuşmaya verilen addır.

Dedikodu yapmak, her ne kadar coğrafya ya da kültür ayırt etmeksizin türümüzün istisnasız her bir üyesi tarafından sergilenen bir davranış olsa da dışarıdan bakıldığında genellikle olumsuz bir izlenime sahip olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Ancak dedikodu yapma eylemini daha geniş bir bakış açısıyla incelediğimizde, birlikte anıldığı bu kötü ünü aslında hiç de hak etmediğinin ayırdına varırız. Yazı boyunca göreceğiz ki dedikodu yapmak insanı insan yapan eylemlerden biri olup evrimsel süreç içerisinde elde edilen kazanımlarda büyük rol oynayan ve türümüzün bugün sahip olduğu birçok olanağın yaratılmasına ortam hazırlayan başlıca etkenlerden biridir. Bu yazıda öncelikle dedikodunun işlevlerine göz atacağız, ardından evrimsel süreçteki gelişimini inceleyip atalarımızdaki kökenlerine ineceğiz, sonunda da dilin ortaya çıkışı ile ilişkisini tartışıp yazıyı sonlandıracağız.

Dedikodu ve İşlevleri

Dedikodunun her şeyden önce bir tür bilgi alışverişi olduğunu söylemek gerekir1. Dedikodu yapan kişi, çevresindeki bir kişi ya da olayla ilgili bir bilgi edinir. Bunu yaparken çoğunlukla kendisi de benzer biçimde karşısındakine bazı bilgiler sağlar. Bu sayede çok daha az emek ve zaman harcayarak çevresinde olup biten, kendisini doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren birçok durumla ilgili bilgi edinmiş olur. Sağlanan bu yararı küçümsememek gerekir, öyle ki kişi bu yolla kendisi daha önce ayırdına varamamış olsa bile çevresindeki insanların nasıl davrandıkları ve ileride kendisine de nasıl davranabilecekleri konusunda bilgi ve düşünce sahibi olur. Bu ise kişinin toplumsal konum ve statüsünü korumasında önemli ölçüde yardımcı olur.

Kişi dedikodu yoluyla yalnızca çevresindeki insanların özellikleri ve davranışları hakkında bilgi edinmez. Dedikodu ile elde edilen önemli bilgilerden biri de çevresindeki insanların birey hakkında ne düşündüğüdür. Başta da belirtildiği üzere insan sosyal bir varlıktır ve her topluluğun kendine özgü bazı kuralları vardır. Topluluk içerisinde kalmak isteyen, toplumda saygın bir kişi olarak tanınmak isteyen her birey bu kurallara uymak durumundadır. İşte, dedikodu bireye hangi davranışlarının içerisinde bulunduğu toplum tarafından onaylandığı, hangilerininse yanlış bulunduğu bilgisini sağlar. Kişi prososyal (toplum yanlısı) davranışla ilgili edinmiş olduğu bilgi sayesinde toplumca onaylanan davranışları daha sık sergileyerek ve onaylanmayan davranışlardan kaçınarak daha geniş olanaklara ve kaynaklara sahip olma konusunda avantaj elde edecektir2. Bununla birlikte kişi, bir başkasının ayıplandığı bir dedikoduya tanık olduğunda, toplumun “olumsuz” olarak nitelediği bir eylemi kendisi gerçekleştirmeden, bu eylemin toplumca yanlış olduğunu öğrenmiş olur. Dolayısıyla dedikodu yoluyla sağlanan “sosyal öğrenme” ile toplumun bu yanlış davranışa karşı uygulayacağı olası yaptırımlardan, davranışın sonuçlarına katlanmaktan kurtulur.

İnsanlar her önüne gelenle dedikodu yapmayı tercih etmezler. Bilgi paylaşımını yalnızca güvendikleri kişilerle gerçekleştirirler. Böylece karşı tarafa “Burada seninle konuşmayı, orada bir başkasıyla konuşmaya tercih ediyorum.” biçiminde bir bağlılık mesajı verilir3. Bu, dedikodu yapmak için “seçilmiş olan” kişilerin kendilerini değerli hissetmelerini sağlar. Böylelikle bir grup içi, bir de grup dışı ortam yaratılmış olur4. Dedikodu yapan kişilerden biri diğerine, üçüncü bir kişi hakkında olumsuz bir şey söylediğinde ve diğerinden karşılık bulduğunda bu, dedikodu yapan kişileri birbirine yakınlaştırır ve onların aynı gruba üye olduğunu gösterir. Hatta aynı düşünceyi paylaşmıyor olsalar da ortada bir bilgi paylaşımının olması, aynı gruba üye olmanın bir göstergesidir. Örneğin diğerlerinin anlayamayacağı bir şey söylendiğinde o kişinin neyden söz edildiğini anlıyor olması, bu kişileri toplumun sıradan üyelerinden ayırarak birbirlerine diğer konularda da yardımcı olma olasılıklarını artırır1.

İnsanlar olarak diğerlerinin yaşamları konusunda oldukça meraklıyız. Bu, tarih öncesi atalarımızdan kalan bir mirastır3. Evrimsel geçmişimizdeki toplumsal yaşam biçimimiz incelendiğinde şu görülür ki atalarımız, her üyenin birbirini tanıdığı görece küçük gruplar hâlinde yaşardı. Bu topluluklar, “Dunbar Sayısı” adı verilen ve yaklaşık 150 kişiye karşılık gelen bir büyüklükte olurdu5. Başta doğa koşulları, kısıtlı kaynaklar ve yırtıcılar olmak üzere birçok güçlükle savaşan atalarımız, yaşamlarını sürdürebilmek ve genlerini sonraki kuşaklara aktarabilmek için topluluktaki diğer üyelerle iş birliği yapmak durumundaydı. Avcılara karşı toplu olarak savaşmak belki avantaj sağlıyordu ancak söz konusu kısıtlı kaynaklar ve eş adayları olduğunda topluluktaki her bir üye aynı zamanda bir diğeri için rakipti. Bu durumda topluluk içindeki diğer bireylere karşı da üstünlük kurmak gerekiyordu.

İşte, burada devreye dedikodu girdi. Topluluk içindeki bireyler en iyi yiyeceğin nerede olduğu, yırtıcılardan en iyi nasıl ve nerede korunabileceği, en iyi eş adayının kim olduğu, çocuk büyütmede kimin daha becerikli olduğu, kimin daha güvenilir olduğu, bilgi paylaşımı konusunda kimin ağzının daha sıkı olduğu ve kiminle ittifak kurulabileceği gibi yaşamı sürdürmek adına oldukça önem taşıyan bu konuları dedikodu aracılığıyla öğrenerek üreme yolunda diğerlerine karşı üstünlük elde ettiler. En iyi dedikodu yapanların, yani en iyi bilgi ağına sahip olanların topluluktaki en iyi eş adayını kapması ile bu beceriler sonraki kuşaklara aktarıldı ve insanlar giderek daha usta dedikoduculara dönüştüler. Dedikodu yapma konusunda başarısız olanlarsa hâliyle elendiler. Özetle dedikodu, insan toplumunu biçimlendiren davranıştır3.

Dedikodunun Kökeni: Tımarlama Davranışı

İnsan dışındaki primatlarda dedikodunun ilkel biçimi olarak niteleyebileceğimiz “tımarlama” (grooming) denen bir davranış örüntüsü görülür. Şempanze, goril, orangutan ve babun gibi yüksek memelilerin bazen ikili bazense üçlü ya da dörtlü gruplar hâlinde gerçekleştirdiği bu tımarlama eylemi, canlıların birbirlerinin vücutlarındaki bitleri ve diğer kalıntıları ayıklaması, birbirlerini temizlemesi ve kaşıması olarak kendini gösteren bir tür sosyal bakım işidir. Ancak tımar etme eyleminin tek işlevi bireylerin kişisel bakımını sağlamak değildir, hatta öncelikli işlevi olmadığı bile söylenebilir. Karşılıklı tımarlama, aslında bir ittifak davranışıdır. Birbirlerini tımarlayan bireyler, topluluktaki diğer üyelere göre birbirlerine daha yakın davranırlar. Adeta bir anlaşma yaparak geniş toplulukta küçük bir grup oluşturup avlanma, kavga etme ve eş bulma gibi etkinliklerde ortak hareket etme eğiliminde olurlar.

(Tımarlama Davranışı Sergileyen Bir Grup Şempanze)

Evrimsel psikoloji alanında yapılan araştırmalar gösteriyor ki primatlar tımarlayacakları arkadaşlarını rastgele seçmemektedirler3. Bu bir ittifak davranışı olduğundan birey her kimle ittifak kurmak istiyorsa onunla karşılıklı tımar eyleminde bulunur. Topluluktaki hangi üyeyi avlanma ya da kavga etme konusunda daha becerikli görüyorsa kendi şansını da artırması için o bireyle ittifak kurmak ister. Bu durum birçok açıdan insanlardaki dedikodu davranışını anımsatmaktadır. İnsanlar da dedikoduyu çoğunlukla yakınlarıyla, yani güvendiği insanlarla yaparlar.

Tımarlama davranışı, vücutta güven verici etkileri olan oksitosin ve endorfin hormonlarının salgılanmasını sağlar6. Bu davranış, insanlarda birine dokunma davranışının taşıdığı anlam ile neredeyse bire birdir. Tüm maymun türlerinde olduğu gibi insanlarda da dokunma, hâlâ önemini korumaktadır. Türümüz; sarılma, okşama, el ele tutuşma gibi birçok temas örneğine sahiptir. Temas, tımar davranışında olduğu gibi insanlarda da iki birey arasında bir yakınlık sağlar. İnsanların kurduğu yakın ilişkileri incelediğimizde, romantik ilişki sırasındaki eylemler, ebeveyn ve çocuk arasında geçen eylemler ya da yakın arkadaşlar arasındaki “omza kol atma” gibi eylemlerde, söz konusu yakınlığı gözlemlemek mümkündür. Evrimsel geçmişimizin derinliklerinde gömülü olan dokunma eyleminin taşıdığı anlam, bu bağlamda konu yakın ilişkilerimiz olduğunda temasta bulunmak için, ilkel bir güdüyle, karşı konulmaz bir istek duymamıza yol açar. Dokunma, en çok yakınlık içeren duyu olduğundan insanlar, belki de bu yüzden, kültürel özellikler fark etmeksizin tanımadığı biri tarafından dokunulmaktan hoşlanmaz1.

İnsanlar da içinde olmak üzere primatlar, genlerini sonraki kuşaklara aktarabilmek için iş birliğine gitmek durumundadırlar. Bu da iş birliğinin en ekonomik yöntemlerinden biri olan tımarlama eyleminin, primatların günlük yaşamında önemli bir yeri kaplaması anlamına gelir. Araştırmalara göre bu canlıların uyanık kaldıkları sürenin toplamda %20’si tımarlamaya ayrılmış durumdadır3. Ne var ki topluluk içindeki üye sayısının artmasıyla birlikte iş birliği ve ortaklık anlaşmalarını sürdürebilmek, en azından sürüyü bir arada tutabilmek için bu tımarlama eylemine ayrılan süreyi de artırmak gerekir. Uykuya ayrılan süre bir kenara bırakıldığında gündelik yaşamda zaten %20’lik zaman gibi çok ciddi bir yer tutan tımarlama, bu noktada gereksinimleri karşılayamaz olur. Çünkü tımarlamaya ayrılan süre arttığında yaşamı sürdürmeyi olası kılan diğer davranışlarda kaçınılmaz olarak bazı aksamalar baş gösterir. Yemek bulmak, bölgeyi savunmak, eş aramak ya da çocuk bakmak gibi işlerin de bir şekilde sürmesi gerekmektedir.

İşte, bu durum atalarımızın da dâhil olduğu geniş bir grup için bir “seçilim baskısı” oluşturmuştu. Durumu özetlemek gerekirse avlanma riskinin artması sürülerin sayı bakımından genişlemesine yol açtı3. Genişleme durumunda olan diğer sürülere karşı koyabilmek için sürüyü büyütmek gerekiyordu ancak sürüyü büyütüp bir arada tutmanın yolu da sürüdeki bireylerin birbirlerini iyi tanıması ve ortak hareket edebilmesinden geçiyordu. Tımarlama eylemi bu işlevi yerine getiriyordu ancak çok fazla zaman gerektiriyordu. Tımarlamaya ayrılan zaman arttığında, bazı başka sorunlar ortaya çıkıyordu. İşte, açıkça belli ki kısıtlı kaynaklar için verilen savaş, canlıları tımarlama davranışının niceliğini değil de niteliğini artırma yönünde zorluyordu. Bu koşullar altında geliştirilen “sözlü tımarlama” davranışı, bu sorunu büyük ölçüde çözdü. Bireylerin bir araya gelip ortak sesler çıkararak gerçekleştirdiği bu davranış, üyelerin kendilerini topluluğun bir parçası olarak hissetmelerinin sürmesini sağlamıştı.

(Sözlü Tımarlama Eyleminde Bulunan Bir Grup Goril)

Dil: Bir Tür Sözlü Tımarlama 

Dedikodunun dilin ortaya çıkışında etkisi olduğu, evrimsel psikoloji çevrelerinde önemli ölçüde kabul gören bir düşüncedir. Öyle ki atalarımız şu an olduğu gibi 150 kişiden oluşan geniş bir sosyal ağa sahip değilken ve ortalama 80 kişiden oluşan görece küçük gruplar hâlinde yaşarken gruptaki üye sayısının artması yönünde bir seçilim baskısıyla karşılaştı. Ancak aktarıldığı üzere, topluluk üyelerinin dağılmadan bir arada kalmasına olanak tanıyan sosyalleşme becerilerinin kısıtlı olması, topluluktaki üye sayısının artmasının önüne geçiyor, adeta bu sıçrama için bir cam tavan yaratıyordu3. En geniş hâliyle bile gerçekleştirildiğinde aynı anda yalnızca 3-4 kişinin etkileşim kurmasına olanak tanıyan tımar davranışı ise bu cam tavanı kırmak ve grubu büyütmek için yeterli olmuyordu. Çünkü atalarımız uyanık kaldıkları sürenin %20’sini tımarlama davranışına ayırıyorken grubun 2 kat genişlemesi, günün neredeyse yarısının tımara ayrılması anlamına geliyordu. Bu ise yaşamsal eylemlerin yerine getirilmesi adına geriye yeteri kadar süre kalmamasına yol açıyordu. Dolayısıyla görece geniş bir gruptaki sosyalleşme gereksinimi tımarlama davranışı ile karşılanamazdı.

Dil, tam da bu gereksinimin karşılanmasına hizmet eden çok daha verimli bir beceri olarak süreç içerisinde gelişti. Dil yoluyla gerçekleştirilen iletişim, kişinin tımarlama eylemiyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok sayıda kişiyle etkileşim kurmasına olanak tanıyordu. Bunun yanında dilin gelişmesiyle ortaya çıkan konuşma eylemi, bazı başka eylemlerin de eş zamanlı olarak gerçekleştirilebilmesini olağan kılıyordu. Dünya genelinde ayrı kültürlere üye kişilerle gerçekleştirilen bir çalışma, insanların sosyal etkileşim için günlük zamanlarının yaklaşık %20’sini ayırdıklarını gösteriyor3. Yani, sosyalliğe ayrılan süre hâlihazırda primatların üst sınırına denk gelmektedir. Buna karşılık türümüzün sosyal ağı diğer primatların sahip olduğu sosyal ağdan çok daha geniştir. İşte, bunu sağlayan etken yalnızca bu kısıtlı zamanı daha verimli kullanıyor olmaktır. Böylelikle dil, etkileşim grubunun boyutunda kayda değer bir artışa izin vermiş ve insanlığın önünü sonsuza dek açmış oldu.

Dedikodu, dilin gelişiminin bir sonucu değil; seçilim baskısı oluşturması yoluyla nedeni olmuştur. Bu duruma ilişkin yapılan çalışmada rastgele oluşturulan 30 sohbetin içeriği incelenmiştir7. Sonuçlara göreyse ağdaki diğer bireylerin kaydını tutmak, kendi olumlu özelliklerinden söz etmek ve diğer kişilerin olumsuz özelliklerini çekiştirmek, konuşmaların yaklaşık %95’ini oluşturmuştur. Başka bir deyişle, herhangi bir doğal konuşma sırasında dil, asıl ortaya çıkış amacı için, yani bilgi alışverişi için kullanılır. Bilgi alışverişinin ezici bir çoğunlukla konuşma içeriğine egemen olmasıysa dedikodunun dilin birincil işlevi olduğunu gösterir3. Öyleyse bu durum, dilin geniş toplulukların birbirine bağlı kalmasını kolaylaştırmak üzere evrimleştiği düşüncesi için güçlü bir savunma oluşturabilir3.

Sonuç

Dedikodu yapmak dışarıdan bakıldığında boşa harcanmış bir zaman olarak görülebilir. Bu, belli açılardan haklılık payı olan bir görüştür. Ancak psikoloji alanında yapılan çalışmalar gösteriyor ki dünya üzerinde tek bir insan bile yoktur ki günlük yaşamında hiçbir biçimde dedikodu yapmamış olsun. Dedikodunun sağlamış olduğu bilgi, kalabalık insan gruplarıyla bir arada yaşayan türümüz için yaşamsal öneme sahiptir. Öyle ki birey, kısıtlı kaynaklar için sayısız rakibinin olduğu bu toplumsal sistemde, rakiplerine yalnızca bilginin sağladığı güçle üstün gelebilir ki dedikodu buna önemli ölçüde katkıda bulunur. Günümüzde olduğu gibi evrimsel geçmişimizde de kaynak elde etme konusunda avantaj sağlamıştır ki kuşaklar boyunca varlığını sürdürebilmiş ve bugüne ulaşabilmiştir. Bunun yanında insanlarda böylesine büyük beyinlerin gelişmesinde de kayda değer bir etkisi olmuştur. Kısacası dedikodu, tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, insanı insan yapan en önemli etkenlerden biridir.

 

Metin Kaynakçası

1- Dunbar, R. I. M. (2010). Şu hayatta kaç arkadaş lazım?. İstanbul: NTV.

2- Feinberg M, Willer R, Stellar J, Keltner D. The virtues of gossip: reputational information sharing as prosocial behavior. J Pers Soc Psychol. 2012 May;102(5):1015-30. doi: 10.1037/a0026650. Epub 2012 Jan 9. PMID: 22229458.

3- Dunbar R. I. M. Gossip in Evolutionary Perspective. Review of General Psychology. 2004;8(2):100-110. https://doi.org/10.1037/1089-2680.8.2.100

4- Bosson, J., Johnson, A., Nıederhoffer, K. and Swann, W., Jr (2006), Interpersonal chemistry through negativity: Bonding by sharing negative attitudes about others. Personal Relationships, 13: 135-150. https://doi.org/10.1111/j.1475-6811.2006.00109.x

5- Dunbar, R. I. M. (2018). The anatomy of friendship. Trends in Cognitive Sciences, 22(1), 32–51. https://doi.org/10.1016/j.tics.2017.10.004

6- Lawton, Graham. (2016). Neredeyse her şeyin kökeni. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

7- Dunbar, R. I. M. & Marriott, Anna & Duncan, Neill. (1997). Human conversational behavior. Human nature (Hawthorne, N.Y.). 8. 231-246. https://doi.org/10.1007/BF02912493

8- Robbins, M. L., & Karan, A. (2020). Who Gossips and How in Everyday Life? Social Psychological and Personality Science, 11(2), 185–195. https://doi.org/10.1177/1948550619837000

Görsel Kaynakçası 

Kapak Görseli: https://saglik.ihya.com/node/2226

Birinci Görsel: https://www.crazydaysandnights.net/2022/06/blind-items-revealed-2_3.html

İkinci Görsel: https://www.socialnews.xyz/2016/02/11/what-influences-grooming-habits-of-wild-chimpanzees/

Üçüncü Görsel: https://scitechdaily.com/social-distancing-not-just-for-humans-how-diseases-spread-in-mountain-gorillas/

 

-Halil Mertcan BOZKIR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir