Ben-Hur. 1959 yılında gösterime girmiş bir sinema filmidir. Filme dair yorumlarımızı aktarmadan önce yönetmen ve uyarlama bir film olan Ben-Hur’un uyarlandığı romanın yazarı Lewis Wallace’tan bahsedelim.
Filmin yönetmeni olan William Wyler, Amerikan sinemasının en büyük yönetmenlerindendir. Wyler, üç filmi En İyi Film Oscar’ını kazanan tek yönetmendir. Mrs. Miniver filmiyle 1942 yılında, The Best Years of Our Lives filmiyle 1946 yılında, Ben-Hur filmiyle de 1959 yılında bu ödüle layık görülmüştür. Yönetmen Wyler’ın en göze çarpan özelliği, mükemmeliyetçi yapısıdır. Dilediği kaliteye ulaşana kadar bir sahneyi tekrar tekrar çekmekten kaçınmayan bir kişiliktir. Bu çabanın ve mükemmeliyetçi yapının boşa gitmediğini görmekteyiz. Yönetmene dair bu kadar bilgi yeterli diye düşünüyorum. Şimdi de filmin uyarlandığı romanın yazarından bahsedelim.
Lewis Wallace, Ben-Hur: A Tale of the Christ romanının yazarıdır. Bu romanın üzerine sadece 1959 yapımı Ben-Hur filmi çekilmemiş, pek çok tiyatro uyarlaması da yapılmıştır. Wallace, çok yönlü bir karakterdir. Amerikan İç Savaşında generallik yapmış, devleti adına diplomatlık görevi yürütmüştür. Ayrıca yazarlığının yanında resme ve müziğe karşı da ilgisi bulunmaktadır. Wallace’a dair araştırma yaparken bir nokta ilgimi çekti. Wallace II. Abdülhamid döneminde bir süre ABD’nin Osmanlı elçiliği görevini de yerine getirmiş.
Wallace’ın otobiyografisinde de bulunan ve İstanbul’daki Robert College’da tarih hocalığı yapan E. B. Grosvenor’un naklettiği bir olayı aktarmak istiyorum sizlere. Wallace, bir görüşmesi sırasında II. Abdülhamid’in elini sıkmak istediğini söyler. Yanında bulunan tercümanlar bunun Osmanlı’nın diplomatik geleneklerine aykırı olması, hatta Sultana bir hakaret olarak nitelendirilebileceğini düşünerek bu cümleyi çevirmezler. Ardından Sultan ne olduğunu öğrenmek isteyince durum aktarılır. Abdülhamid, bu durumu hoşgörüyle karşılar ve Wallace’ın elini sıkar. Bu iki isim arasındaki ilişki sadece el sıkışma ile kalmamış, Wallace elçiliği döneminde Sultanla resmiyetin ötesinde bir dostluk kurmuştur. Neyse, yönetmene ve yazara dair bu kadar bilgi yeter. Şimdi filmimize geri dönelim.
1959 yılında gösterime giren Ben-Hur, o sene düzenlenen Akademi Ödüllerinde tam 11 adet Oscar kazanmıştır. Bu, Akademi Ödülleri tarihinde ulaşılması pek zor bir sayıdır. Günümüze kadar sadece iki yapım bu sayıyı egale etmiştir: Titanic (1997) ve The Lord of the Rings: The Return of the King (2003.)
Ben-Hur, Judah Ben-Hur adlı bir Yahudi prensin, çocukluk arkadaşı Messala ile yaşadığı olaylar temeline kurulu. Messala, çocukluğunu geçirdiği Yahudiye’ye yıllar sonra bir komutan olarak geri dönüyor. Messala, oldukça hırslı bir karakter. Ayrıca kutsallık atfettiği Roma İmparatorluğu için her şeyi yapacak kadar da vatansever bir yapıya sahip. Şehre döndüğü zaman çocukluk arkadaşı, kardeşi kadar yakın gördüğü Ben-Hur ile görüşmek istiyor haliyle. Judah ise barışsever bir yapıya sahip lakin o da halkına ve atalarının tanrısına gönülden bağlı.
Messala ve Judah çocukluklarını yâd ederken konu Yahudiye’nin mevcut durumundan ve isyana yatkın halkından açılıyor, daha doğrusu Messala açıyor bu konuyu. Judah’ın kendisini desteklemesini, onun için muhbirlik yapmasını istiyor. Judah’ta reddediyor haliyle. Merak etmeyin, buraya kadar anlattıklarım da spoiler niteliğinde bilgiler yok. Filmimiz de tam bu noktada başlıyor. Judah ve Messala’nın düştüğü conflictin ardından Judah’ın, ailesinin başına gelenler.
Film, çok heyecanlı ve akıcı diyemem. Zaten oldukça uzun bir yapım, 212 dakika sürüyor. Lakin filmin olay kurgusu çok iyi işlenmiş. Ayrıca Judah karakterini canlandıran Charles Heston ve Messala karakterini canlandıran Stephan Boyd’un oyunculukları muntazam. Tam bu noktada bir parantez açmak istiyorum, ben bu başrolün yanında Şeyh Ilderim karakterine hayat veren Galli aktör Hugh Griffith’in oyunculuğunu da çok beğendim. Muazzam bir performanstı. Şeyh karakterini sanki bire bir yaşıyor gibiydi.
Filmde kişilerin psikolojik özellikleri ve sosyolojik durumlarına dair de pek çok tespit bulunmakta. Yapımı izlerken sıradan bir eserle değil günümüz için bile geçerli olacak mısraların bulunduğu bir filmle karşı karşıya kalıyoruz. Judah’ın Messala’ya dair düşünceleri, Roma İmparatorluğunun kolonyal yapısının kritiği, aristokrasinin sahip olduğu zenginlik ve fethedilmiş halklar ile fetheden uluslar arasındaki ilişki. Eserde ayrıca daha pek çok hususa da temas edilmekte.
Yapımın en iyi özelliklerinden biri de film için hiçbir masraftan kaçılmaması. Filmin bütçesi 15.175 milyon dolar. Günümüzde çekilen 200-300 milyon dolarlık yapımların yanında bize çok gözükmese de aslında dönemi için oldukça yüksek bir meblağ. Bu paranın boşa harcanmadığını da prodüksiyonun kalitesinden, sahnelerdeki dekorlardan, oyuncuların kostümlerinden, tarihe olan sadakati sağlamak için gösterilen çabadan anlamaktayız.
Filmde ara ara İsa peygamberin siluetini görüyoruz. Zaten uyarlandığı romanın adı da Ben-Hur: A Tale of Christ. Pek doğal bir durum o yüzden. İsa peygamberin gerçekleştirdiği mucizelere, Ben-Hur ile olan karşılaşmalarına denk geliyoruz. Romanın özünü bozmamak için ya da 1959 ABD’sinin muhafazakâr toplum yapısından kaynaklı olsa gerek zaman zaman abartıya kaçıldığı olunmuş. Ama sonuç olarak bu bir belgesel ya da objektif tutumla çekilmiş bir film değil. O yüzden romantik sahneleri ve mistik kesitleri doğal karşılamak gerek.
Filme dair söyleyeceklerim bu kadar diyebilirim. Başyapıt niteliğindeki bu eseri izlemenizi tavsiye ederim elbette. Lakin süresi uzun olduğu için 2 güne bölerek de izleyebilirsiniz. Bir zararını görmeyeceğinizi düşünüyorum. 2016 yılında çekilmiş bir Ben-Hur filmi daha bulunmakta. Karıştırmamaya dikkat edin. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Kapak Görseli: “26 Behind The Scenes Photographs From The Making Of The 1959 Epic “Ben-Hur””. 2018. Vintag.Es. https://www.vintag.es/2018/09/ben-hur-behind-the-scenes-photos.html#more.