“Ulus” tam olarak nedir? Nasıl oluşur? “Ulus” ve “milliyetçilik” (İng.: nation & nationalism) siyaset biliminde oldukça tartışmaya açık bir konudur. Pek çok sosyal bilimde olduğu gibi, siyaset biliminde de kavramların birden çok tanımı olabiliyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri elbette sosyal bilimlerin oldukça esnek ve yoruma açık yapısıdır. “Ulus” ve “milliyetçilik” kavramları bu çok tanımlı kavramlar arasındadır. Bu yazımızın devamı siyaset biliminin en ilginç tartışmalarından biri olan ulus ve milliyetçilik kavramlarına bir yaklaşım olan yenilikçi bakış açısını siz okuyucuların önüne sereceğiz.
Yazının devamını okumadan önce bir şeyi açıklığa kavuşturmak gerekir. Ulus ve devlet kelimeleri bu yazıda birbirlerinin alternatifi olarak kullanılmamıştır. Elbette, mevzubahis konu, yoruma açık olduğu gibi pek çok karışıklığa yol açabilecek bir konudur. Yazı boyunca bahsedilen “ulus” kelimesi İngilizce “nation” kelimesinden çevrilmiştir. Bazı kaynaklar bu kelimeyi “millet” olarak da çevirir, fakat bizim yazımızda “millet” ile “ulus” arasındaki fark göz ardı edilmiştir. “ulus” (yani aynı zamanda “millet”) diye bahsettiğimiz mevcudiyet yazımızda bir insan topluluğu olarak ele alınmıştır ve devlet kelimesinden bağımsızdır.
Yenilikçi görüşün temsilcilerini ayrı ayrı incelemeden önce kısaca görüşün kendisinden bahsetmek gerekmektedir. Yenilikçi görüşe göre, ulusu ortaya çıkaran şey milliyetçilik duygusudur, tam tersi değil. Bu bağlamda milliyetçilik olgusu/kavramı ulus kavramından önce doğmuştur. Bu yazımızın devamı yenilikçi görüşün en önemli temsilcileri olan Eric Hobsbawm ve Benedict Anderson, Ernest Gellner ve John Breuilly’nin görüşleri ile devam etmektedir.
Öncelikle, Eric Hobsbawm (İngiliz tarihçi, 1917-2012) “ulus” kelimesini “kendini ulus/millet olarak gören herhangi bir yeterli büyüklükteki insan topluluğu” olarak tanımlamaktadır. Bu oldukça tartışma yaratabilecek bir konu, çünkü ilk olarak “yeterli büyüklük” fazla genel bir tanımdır. İkinci olaraksa Hobsbawm tanımında ölçülmesi oldukça zor olan bir kavramdan bahsediyor: şahsi görüş/his. Bu bağlamda Hobsbawm’nın tanımını öznel olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Hobsbawm’a göre bir insanı tanımlayan pek çok kimlik vardır, ki bunlardan birkaçı yaş, cinsiyet, din veya cinsel eğilimdir. Fakat bu kimlikler arasında bir hiyerarşi olmalıdır ve “millet” kimliği her bireyde en baskın ve en öne çıkan kimlik olmalıdır, aksi takdirde bir ulus kimliği sorunu ortaya çıkar.
Anderson (İrlandalı siyaset bilimci, 1936-2015) ise “ulus” kavramını “hem tabiatı gereği sınırlı hem de egemen olan hayali siyasi topluluklar” olarak tanımlamaktadır. İlk bakışta karışık gelebilecek bu tanımı parçalara ayırmak gerekmektedir: Anderson’nun tanımına “hayali” kelimesini eklemesinin sebebi ulusu oluşturan bireylerin neredeyse diğer bireyleri tanımıyor olmasıdır. Aslında birbirlerini tanımayan binlerce -hatta milyonlarca- insanın birbirlerini adeta bir bütün olarak görmesi en basit tabiriyle hayali bir algıdır. Bir ulusun tabiatı gereği sınırlı olmasının sebebi ise her ulusun gerçekten fiziksel sınırları olması. Günümüzde ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar (fiziki sınırlar) aslında gerçekten de tabiatı gereği ulusları da ayırmaktadır. Anderson’un “egemen” kelimesini tanımına eklemesinin sebebi, bu terimin aydınlanma ve devrim çağında ortaya çıkması ve insanların bağımsızlık kavramı ile tanışmasıdır. Aydınlanma çağı ile başlayan laikleşme/sekülerleşme süreci dini gündelik hayat alanından dışarı itmekle kalmayıp, yerine milliyetçiliği getirmiş oldu. Milliyetçilik kavramı şüphesiz beraberinde egemenliği getirdi çünkü hiçbir Ulus istemedikleri bir hükümdarın etkisi altında hayatını sürdürmek istemiyordu. Son olarak, Anderson tanımına “topluluk” kelimesine de yer vermektedir. Bunun sebebi ise bir ulusta bireyler arası ilişkinin yatay bir biçimde olmasıdır. Bir başka deyişle, bütün bireyleri eşit derecede önemli kılan bir takım “değerler’” vardır ve dolayısıyla hiyerarşinin olmadığı bir toplum oluşur.
Özellikle milliyetçiliğin ve dolayısıyla ulusun oluşması ve yayılmasındaki en önemli etkeni Anderson’nun tabiri ile basım kapitalizmidir (matbaanın ortaya çıkmasıyla birlikte gündelik hayata giren gazete, kitaplar, dergiler ve benzeri basımların oluşturduğu bütün). Basım kapitalizmi en basit tabirle fikirlerin yayılmasına olanak sağladığı gibi, insanların farklı yerlerde olmalarına rağmen aynı bilgiye sahip olmalarını sağladı.
Ernest Gellner’ın (İngiliz-Çek filozof ve sosyal antropolog, 1925-1995) siyaset bilimindeki milliyetçilik konusu üzerindeki etkisi kesinlikle reddedilemezdir. Gellner, milliyetçiliği “siyasi ve ulusal birimin mutabık olması gerektiğini savunan siyasi bir ilke” olarak tanımlamaktadır. Gellner’a göre ulus ise homojen bir kültürel birimdir. Bu kültürel birimin homojenleşmesini sağlayan en genel yol asimilasyon, mübadele veya çok daha şiddetli olan soykırımdır. Gerekli gördüğü durumda ulus ve/veya devlet azınlığı çıkarları doğrultusunda çoğunluğa katmaya veya ortadan kaldırmaya çalışır, başarısız olduğu noktada ise oldukça korkunç sonuçlara sebep olabilir. Bunun yanı sıra, milliyetçilik kavramı çerçevesinde, kültürel bir birim olan ulus ile siyasi bir birim olan devlet örtüşmelidir. Elbette mevzubahis örtüşme bir homojenleşme sürecinden sonra gerçekleşmektedir.
John Breuilly (London School of Economics’te siyaset bilimci, 1946) şimdiye kadar bahsetmiş olduğumuz diğer yenilikçi düşünürlerden farklı olarak milliyetçilik ve ulus kavramlarını güç kavramıyla bağdaştırmaktadır. Siyaset biliminde kabul edildiği üzere, siyaseti tanımlayabilecek dört temel yaklaşım vardır, ki güç bunlardan biridir. Burada geçen güç kelimesi elbette fiziksel bir güçten ziyade bir şahsın (veya grubun/topluluğun) başka bir şahsı veya grubu/topluluğu/toplumu) arzu ettiği biçimde şekillendirmesine veya hareket ettirmesin yarayan unsurdur (örneğin: bir devletin vatandaşlarına vergi ödetme gücü veya hukukun yasaları çerçevesinde suç işlemiş bir bireye ceza verme gücü). Bu bağlamda siyasetin kendisi güç ile ilgilidir, hatta tabiri caizse bir güç mücadelesidir. Buna karşılık -Breuilly’nin bakış açısına göre- güç devlet ile ilgilidir. Basitleştirmek gerekirse, milliyetçilik siyasetle ilgilidir, siyaset de güçle ilgilidir, dolayısıyla milliyetçilik de güç ile ilgilidir.
Breuilly milliyetçilik kavramını tanımlarken veya incelerken “milli kimlik”, “milli özellikler”, “milli duygular” veya “milli bilinç” gibi kavramların önemini vurgulamakla birlikte bu kavramların aynı zamanda gerçeği istemeden de olsa örtüğünü ileri sürmektedir. Tıpkı Hobsbawm’ın ileri sunduğu gibi Breuilly de şahsi kimlikler arasında ön plana çıkan kimliğin “milliyetçilik” veya “milli kimlik” olduğunu belirtir. Breuilly’nin milliyetçilik tartışmasında siyaset bilimine katmış olduğu en büyük değerlerden biri Milliyetçi İdeolojiyi Nitelendiren Tipolojisidir. Bu tipoloji aşağıda tablo şeklinde verilmiş ve incelenmiştir. Breuilly, diğer yenilikçi düşünürlerin aksine herhangi bir ulus tanımı yapmaz, zira kendisi ulus tanımını oluşturan şeyin milliyetçilerin kendileri olduğunu düşünmektedir. Ancak bu “ulus” kavramını önemsemediği anlamına gelmemektedir. Aksine, Breuilly “ulus” tanımına oldukça önem verir, ancak bu tanımı kendi yapmaz, milliyetçilerin yapması gerektiği düşünür. Kendisi “ulus” kavramına değil “milliyetçilik” kavramına yoğunlaşmıştır.
[Yukarıda görülen tabloyu anlamak Breuilly’nin komplike gözüken milliyetçilik tanımını oldukça basitleştirecektir. Öncelikle, “Ulus-Devlet Olmayan (İmparatorluklar)” sütunu ile “Ulus-Devletler” sütünü arasında hiçbir bağlantı yoktur. Bu tabloda Breuilly’nin gösterdiği şey aslında milliyetçilik kavramının nasıl oluştuğu ile ilgilidir. Bu üç şekilde oluşmaktadır: “bölücülük”, “reformculuk” ve “birleştiricilik” yollarıyla. Bölücülüğü ele alalım: “Ulus-Devlet Olmayan” sütununda bulunan Yunanistan da Macaristan da aslında günümüzde ulus-devlettir, fakat çıkış noktaları aslında bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan bölünerek gerçekleşmiştir. Bir başka örnek olan reformculukta ise ulus-devlet olan Türkiye görülmektedir, çünkü Türkiye Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmamış, reformlarla yenilenmiş bir ulus-devlet olmuştur. Benzer bir şekilde birleştiricilik satırına bakıldığında Almanya ve İtalya görülmektedir. Biri üzerinden gidecek olursak, bugün Almanya olarak bildiğimiz ülke 1918’e kadar Prusya Krallığı ve Bavyera Krallığı gibi bağımsız bölgelerden oluşmaktaydı. Bu krallıkların birleşmesi (ve bir ton başka tarihi olayın) sonucu günümüzde Almanya devleti varlığını sürdürmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse Breuilly’nin yaratmış olduğu bu tipoloji neticesinde milliyetçiliğin doğurmuş olduğu sonuçları ve bunların sınıflandırılması oldukça anlaşılabilirdir. Günümüzde pek çok Ulus ve devlet bu üç sebepten biri neticesinde sahip olduğu kimliğe sahiptir.]
Kaynakça
1-Hobsbawm, Eric J. Nations and Nationalism since 1780: Programme, Myth, Reality. Cambridge University Press, 2017.
2-Gellner, Ernest. “Ernest Gellners Reply: ‘Do Nations Have Navels?’” Nations and Nationalism, vol. 2, no. 3, 1996, pp. 366–370., https://doi.org/10.1111/j.1469-8219.1996.tb00003.x.
3-Anderson, Benedict R. OG. Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism. Verso, 1991.
4-Breuilly, John. Nationalism and the State. Manchester University Press, 1995.
Görsel Kaynakçası
https://marksist.net/okurlarimizdan/isci-sinifinin-bas-belasi-milliyetcilik