Türkiye’nin Krapon Kanatları: Adalet Ağaoğlu’ndan Ölmeye Yatmak

/ / EDEBİYAT

“Neyi seviyoruz? Bir gövdeyi mi? Bir düşünceyi mi? Bir akım bile olmayan yeni esintileri mi?”

Tarih derslerimizde Magna Carta’nın, Fransız Devrimi’nin halkın hareketi olması sebebiyle başarılı yahut kalıcı olduğundan; Türk reformlarının tepeden gelme olması sebebiyle halktan bir karşılık bulamayışından bu sebeple de başarısız oluşundan bahsederiz hep. Cumhuriyet’i ise halk kazanmıştır, bu devrim halk hareketinin bir sonucudur.

Ne basit böyle anlattığımızda, ne çok seviyoruz tam anlamıyla böyle olmadığını bildiğimiz halde kolay olduğu için basit halini anlatmayı. Türk halkının cumhuriyet için değil düşmandan kurtulmak için savaştığını; cumhuriyeti bu süreçte yeni yeni öğrendiğini ve bu savaşlar bittiğinde cumhuriyetin onlar için kazanılmış değil de öğrenilmiş bir şey olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz? Mustafa Kemal önderlik ediyor olmasaydı halktan gelen seslerle 1923 yılında bir “Türkiye Cumhuriyeti” kurulur muydu?

Bir yandan savaşırken öğrenmeye başladığı cumhuriyetin içinde kendini bulan ve ne eskisi gibi olabilen ne de yeniye ayak uydurabilen; yeniye ayak uydurmayı bir ülkü, bir görev gibi üstüne giyen karakterlerle bezeli Ölmeye Yatmak’ta “bir cumhuriyet kadını” olan Aysel’in otel odasında ölmeye yatışı ile karşılıyor bizi Adalet Ağaoğlu. Aysel’in ölüme yattığı zamanda neler düşündüğünü okuduğumuz sayfalarda şimdisi ve geçmişi arasında yolculuklar yapıyoruz.

Şimdisi ölüme yatmasıyla karşılarken bizi geçmişi bir yıl sonu gösterisi ile karşılıyor, daha doğrusu Dündar Öğretmen’in bir piyes ve dans gösterisi yapma çabasıyla.

İdealist bir öğretmen olan Dündar Öğretmen’in öğrencilerine bir piyes oynatmak istemesini, sahnede vals yaptıracak olmasını cumhuriyet değerleriyle yetişen ilk nesil olan Aysel ve arkadaşlarını ve onların ailesini “eskisi gibi mi yoksa cumhuriyet mi?” ikilemine sokan ilk olay olarak okuyoruz. Esnaflık, memurluk, büyük devlet adamlığı gibi başka başka kesimlerden olan bu ailelerin eskiye mi yoksa cumhuriyete mi yakın olduğunu; kızlarının piyeslerde sahne almasından rahatsız oluşları, sahnenin önünde haremlik selamlık oturuşları, vals yapmayı ahlaksızlık olarak görüşleri ve sahnedeki çocuklarına verdikleri kıyafetin kalitesini okuyarak öğreniyoruz.

Aileleri bu eski-yeni çatışmasındayken daha ağır yükler var henüz ilkokuldan mezun olmuş çocukların omuzlarında: Atatürk’ün iyi birer evladı olmak, memlekete faydalı bir insan olmak.

Aysel, Aydın, Ali, Behire, İlhan; bu yükler sebebiyle kimlik bunalımı yaşayan koca bir neslin beş ismi yalnızca. Bu isimleri taşıyan tiplemeler ile bir neslin bunalımını okuyoruz. Sahnede birbirlerine dokunmaya utanmaları, bir aydınlık belirtisi olduğu için gidip bir kız ile konuşmaları, uzun saçları sebebiyle medeni olamadığı düşünülmesi, okumayıp nişanlanmaları, yurt dışından gelen bir hanımla aynı davranmadığı için annesini aşağılamaları gibi sebeplerle onları ölmeye yatmaya kadar götürecek olan bunalımı… “İnsan krapon kâğıdından kanatlar takınca kelebek olduğuna inanır. Koyun postunda koyun, kurt postunda kurt […] Ülkü de giydirilebilir üstünüze ve Etlik tepeleri dağ gözükür gözünüze.” Diyor Adalet Ağaoğlu kitapta; solculuğun, ülkücülüğün, Atatürk’ün aydın kızı olmanın krapon kanatlarını takmış bu tiplemeler bir gövdeyi mi bir düşünceyi mi neyi sevdiklerini bilmeden gözlerimiz önünde giriyor bu bunalıma.

“Bu isimleri taşıyan karakterler” değil “bu isimleri taşıyan tiplemeler” tanımını kullanıyorum çünkü bu isimler bir karakter gibi derin anlatılmamış; Aydın’ın Frankofonluğu, İlhan’ın ülkücülüğü, Ali’nin ne olduğunu anlamaya çalışırken üzerine giydiği solculuğu onların hikayesiyle bütünleşmek yerine onların temsil ettiği kimlikler olarak karşımıza çıkıyor.

Kitabın en ilgi çekici yanı olarak: bu bunalımları, bu kimlik temsillerini, Aysel’in geçmişini tek bir ağızdan okumuyoruz hatta bırakın tek bir ağzı tek bir yazı türünden bile okumuyoruz. Roman seyri içerisinde mektuplar ve günlükler karşılıyor bizi hatta romanı okurken bir anda geçmişten bir gazete sayfası düşüyor önünüze de anlatıyor size uluslararası paktları, talim uçuşlarını, elinizdeki renge kaç gram şeker düşeceğini… Kitabın geçtiği dönem konusunda bilgi eksiği olan kişilere hayli yardımı olacak bu gazete sayfalarının okurken hikayeden kopararak dikkat dağıtma özelliği var ama ne yazık ki. Hikaye içerisine yedirilmemiş, neredeyse bir gazete kupürü olarak karşımıza konmuş bu haber sayfalarının kitabın akıcılığını olumsuz anlamda etkilediğini düşünüyorum.

Yabancı mektuplar ve günlükler arasında tanıdık isimler de karşılıyor bizi: İlhan’ın okul arkadaşlığını yapan Erdal İnönü; Ali’nin “onun yanına ulaşacak kadar adam olmak istediği”, o yıllarda Marko Paşa’yı çıkaran Aziz Nesin; o yıllarda Bursa’da hapis yatmakta olan Aysel’in ilk aşkı Nazım Hikmet kısa selamlar veriyor bize.

Bir Jean Austen romanı okurken kendinizi ne kadar 18.yy İngiltere’sinde hissediyorsanız Ölmeye Yatmak’ı okurken de o kadar Cumhuriyet’in ilk yıllarında hissediyorsunuz kendinizi. Dönem aktarımı o denli canlı ki bir sokak röportajına denk geldiğinizde “şekeri gramla satarlardı, yasak vardı satışlarda” cümlelerini yaşınız yetiyormuş gibi kullanabilirsiniz. Gerçi gördüğümüz kadarıyla bu cümleleri yaşınız yetmeden ya da bu kitabı okumadan da kullanabiliyorsunuz ama siz yine de daha inandırıcı olması için okuyun.

Çağı ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkesin aynı baskıları hissettiğini düşünüyor insan okurken: ülkem için iyi bir şeyler yapmalıyım, görevimi iyi yaparak bir şeyleri düzeltmeliyim. Aynı zamanda hiç değişmeyen düşünce yapılarını, hiç bıkmadan anlatılan ahlaksızlık mavralarını görüp üzülüyor. “Nasıl olur da Ağaoğlu’nun 1940’lı yıllar için yazmış olduğu ‘Vals yapmak ahlaksızlık’ cümlesini 2021 yılında da kullanabilir insanlar?” sorusuna yanıt bulamıyor. Hep mi krapon kanatlarla taşıdık yoksa fikirlerimizi, hep taşıdık mı sandık?

“Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır” kitaplarından oluşan “Dar Zamanlar” üçlemesinin ilk kitabı olan bu kitap üçlemenin devamı için umut veriyor ve okutmak istiyor devamını. Everest Yayınları tarafından üç kitap bir arada ve ayrı ayrı ciltler şekillerinde basılıyor: ayrı cilt biçimine sahip olduğum Ölmeye Yatmak’ın ciddi bir editör problemi olduğunu düşünüyor ve aralardaki kelime hatalarının, çevirisiz kalan Fransızca paragrafların yalnızca benim kitabımda şanssızlık olmasını; eğer tüm kitaplarda bu problemler varsa en yakın zamanda düzeltilmesini umuyorum.

-Ayşe Nazlı KAYI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir