Thomas Hobbes: Liberal Teorisyen Mi, Mutlakiyetçi Mi?

/ / SİYASET BİLİMİ

Modern siyasal felsefenin kurucularından biri olan Thomas Hobbes, tarih, felsefe, etik ve hukuk teorisi alanlarında sayısız eser vermiş bir İngiliz düşünürdür. Hobbes, meşru devlet otoritesi ile toplumun bireyleri arasındaki ilişkiye yönelik politik ve felsefi bir yaklaşım olan toplumsal sözleşme teorisinin fikir babalarından biri ve aynı zamanda eksiksiz bir savunucusu olarak kabul edilir. Olağanüstü eseri, yani Leviathan, herhangi bir devletin yetkisini ve bireye olan ilişkisini ne ölçüde empoze etmesi gerektiğine ilişkin fikirlerinin tutarlı bir tasviridir. Bununla birlikte, Hobbes’un devlete yaklaşımı, şüphesiz, onun liberal bir kuramcı mı yoksa mutlakiyetçiliğin savunucusu mu olduğu konusunda, duruşuyla ilgili sayısız soruyu gündeme getiriyor. Bu makalenin aşağıdaki pasajları, Hobbes’un ölümsüz eserinde tasvir ettiği bazı fikirleri ele alacak ve onu her iki açıdan da görselleştirmeye çalışacaktır.

Öncelikle, Hobbes’un çalışmalarını kendi bağlamlarında analiz etmeden önce her iki terimi de tanımlamak son derece önemlidir. Liberalizm, siyaset felsefesinde bireylerin özgürlüğü ve eşitliği, bireysel merkezli bir yaklaşımken, mutlakiyetçilik otoritenin merkezileşmesini ve mutlak egemenliği elinde bulundurması gerektiğini savunan bir yaklaşımdır. Esasen, Leviathan kitabında her iki yaklaşıma da rastlanabilir. Leviathan boyunca, Hobbes sürekli olarak ‘‘Doğa Durumu (State of Nature)’’ olarak adlandırdığı şeye atıfta bulunur ve bu doğa durumunu “sosyal birliğin olmadığı, bireylerin sürekli yaşam korkusu içinde olduğu ve iğrenç, gelişmemiş aynı zamanda rahatsız edici bir yaşam sürdüğü” varsayımsal bir durum olarak tasvir eder. Buna rağmen, ‘‘doğa durumu’’na ilişkin rahatsız edici ve korkutucu tasvirine bakılmaksızın, tüm “insanoğlunu” (Hobbes, yüzlerce yıl önce yaşayan diğer filozoflar gibi yazılarında insan kelimesi için İngilizce’de ‘erkek’ anlamına gelen ‘man’ kelimesini kullanır.) eşit kabul eder.

Hobbes, aynı değilse de benzer tehditlere, sorumluluklara ve fırsatlara maruz kaldıkları için, doğa durumundaki tüm bireylerin eşitliğini belirgin bir şekilde ifade etmektedir. Leviathan aslında Hobbes tarafından bir anayasaymışçasına yazılmış bir eserdir. Hobbes, bu eserin birinci bölümünün 15. kısmını “Doğanın Kanunları” olarak adlandırmış, bu kanunların arasına açık bir şekilde “hak” ve “cisimlerin kullanım haklarının eşitliği” gibi kavramlara yer vermiştir. Bu yasaları “Doğa Kanunları” olarak adlandıran Hobbes, bununla kalmayıp toplumsal sözleşmenin benimsenmesi ile ortaya çıkan devlet yapısının bu doğal hakları zedeleyecek herhangi bir eylemde bulunmasına hiçbir şekilde izin verilmemesi gerektiğini savunmaktadır. ‘İnsanoğlu’nun toplumsal sözleşme benimsenmeden önce tamamen eşit olduğunu ve eşit doğal haklara sahip olduğunu belirten Hobbes’un bu bağlamda bir liberal teorisyen olduğunu söylemek pek de zor olmasa gerek.

Leviathan, toplumsal sözleşmenin öncesinde de ve sonrasında da eşitliğin olmasının ve sürdürülmesinin önemini vurgulamakla kalmaz, aynı zamanda bu eşitliğin ortaya çıkması için gereken ön koşullarını da vurgular. Yönetilenin rızası, siyaset felsefesinde, herhangi bir meşru ve ahlaki açıdan doğru iktidarın ön koşulunun toplumun onayı olduğunu belirtir. Hobbes, çalışmasında, özellikle meşruiyet ve yasal otorite arayan bir hükümdar için, yönetilenlerin rızasının önemini ısrarla vurgulamaktadır; ilerleyen satırlarda buna tekrar değineceğiz.

Leviathan‘ın ikinci bölümünün on sekizinci kısmında Hobbes, bir devlet oluştuğunda hükümdar tarafından sahip olunan otoriteyi tartışır. Leviathan’da gerekli ön koşulun altını şu cümlelerle çiziyor İngiliz düşünür: “Bir egemenliğin var olması için bireylerin rızası olmalıdır. Aksi takdirde yönetici adil ve meşru değildir ve bu nedenle barış sağlanamaz. Hükümdar tarafından toplumsal sözleşmenin kabul edilmesinden sonra elde edilen rıza, doğa durumunda ortaya çıkma ihtimali yüksek olan karışıklıkları ve anlaşmazlıkları önler. Bunun arkasındaki mantık, herkesin otorite olarak aynı kişiyi veya grubu kabul etmesi ve böylece onlara düzeni sağlama, barış ve koruma sağlama gücü vermesidir (doğa durumunda bu güven mevcut değildir).”

Burada Hobbes tarafından vurgulanan şey toplumun kendi rızalarıyla bir şahıs veya bir grup insana yetki vermesi değil, bu verilen yetkinin toplumu oluşturan bireylerin haklarını korumak için kullanılması gerektiğidir. Bu oldukça birey merkezli bir yaklaşımdır, dolayısıyla Hobbes bu bakımdan liberal bir teorisyendir. Temel olarak Hobbes, insanların arzularına ulaşmaları için gerek gördüğü negatif hürriyetin, yani başkalarının müdahalesine maruz kalmamanın önemini vurgular. Buna karşılık, Platon ve Aristoteles gibi Antik liberal teorisyenler, adil ve eksiksiz bir yaşamı daha geniş bir bağlamda tanımlamaktadır: Yönetim ve her bireyin devlet işlerinde aktif katılımı. Öte yandan Hobbes, bireysel mutluluk, adalet ve tam yaşam arayışını teşvik etmek için mülkiyet ve doğal hakların korunması gibi negatif hürriyetleri temin etmenin önemini vurgulamaktadır.

Leviathan‘ın ikinci bölümü, birinci bölümde yer alan temaların benzerlerine odaklanıyor fakat tamamen farklı bir bakış açısından. Hobbes, bir devletin özelliklerini, standartlarını ve mekanizmalarını ikinci bölümünde ‘‘Ulus’’ (Doğrudan çevirecek olursak ‘‘Ortak Varlık’’ anlamına gelen Commonwealth) başlığıyla vermiştir. Bu bölümde görece mutlakiyetçi bir üslupla, bir hükümdarın haklarına odaklanmaktadır. On yedinci ve on sekizinci kısımlarda Hobbes, yönetilenin rızası alındığı için hükümdarın çeşitli meşru ayrıcalıklarını listeler.

Bu bölümde yönetilen insanlara ait hakların, hükümdarı kendi rızaları ile seçmiş olduklarından olsa gerek, doğal olarak hükümdara geçtiği belirtilir. Hobbes’a göre, toplumu oluşturan bireyleri kendilerini yönetme hakkıyla beraber hükümdara diğer hak ve hürriyetlerini teslim etmişlerdir ve bu teslim ettikleri hakları asla meşru bir yol ile alamayacaklardır, zira hükümdarı bizzat kendileri seçmişlerdir ve ‘‘doğal olarak’’ ondan şikâyet etme hakları yoktur. Mutlakiyetçiliğin, hükümdarın mutlak otoritesinin savunuculuğu olduğunu kabul edersek Hobbes, bir egemenin belirli doğal haklar üzerindeki mutlak otoritesinin doğruluğunu kabul eder ve savunmaktadır. Bu savunmasının altında yatan en büyük sebep ise bu doğal hakların hükümdara halkın bizzat kendi isteğiyle devredilmesidir ve Hobbes bunu açıkça belirtir. Hobbes, insanlığın zalim ve saldırgan eğilimlerini (savaşlar, anlaşmazlıklar, mülkiyet ve hakların ihlali gibi) ortadan kaldırmanın tek mantıklı yolunun bir hükümdarın hükmettiği topluma karşı elinde bulundurduğu meşru ve mutlak güç olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda, Hobbes mutlak monarşik iktidarı desteklediği için mutlakiyetçi bir düşünür olarak kabul edilebilir.

Hobbes’un yazılarının doğru yahut yanlış olup olmadığı şüphesiz karmaşık bir tartışmaya açık bir konudur fakat bu makalenin bir parçası olamaz ve olmamalıdır. Hobbes’un pozisyonuna gelince, birey merkezli söylemleri ve eşitlik, haklar ve adalet gibi terimleri kullanmasıyla liberal bir teorisyen olarak görünse de Hobbes biraz daha mutlakiyetçi olarak tanımlanabilir. Leviathan‘da Hobbes, bazı liberal fikirlerin gerekliliğini açıkça belirtir. Bununla birlikte, ona göre bunlar hem doğa durumunda hem de toplumsal sözleşmede insanlığın hayatta kalması için var olması gereken fikirlerdir. Fakat bundan da önemlisi, Hobbes bu fikirlerin ve doğal hakların mutlak otorite olmaksızın hiçbir anlamı ve sürekliliği olmadığını savunur, ki bu da onu mutlakiyetçi olarak tanımlamamız için oldukça yeterlidir.

Kaynakça

1-Hobbes, T. (n.d.). Devlet Üzerine. In Leviathan. Chapter.

Kapak Görseli: –https://www.dreamstime.com/cartoon-golden-royal-king-crown-vector-diamonds-gems-isolated-white-background-icon-image153574752
https://www.theislamicmonthly.com/liberalism-and-the-american-muslim-predicament/

Zeki AYDIN TATARASHVILI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir