Tanrılar da Sevişir (mi?)

/ / FELSEFE
Giriş

Antropomorfizm, insanbiçimcilik, Yunanca insan anlamına gelen “anthropos” ve şekil anlamına gelen “morphe” kelimeleri ile türemiştir. İnsan olmayan varlıkların insan gibi tasarlanması, insani nitelikler yüklenmesidir. Bu bakış açısı insanlık tarihi kadar eskidir. Cansız varlıkların canlı olarak atfedilmesi ile başlamıştır. Bundan dolayı ilk filozofların ele aldığı “arkhe” problemi, felsefi öğreti için antropomorfizmin başlangıcı sayılabilir. İlk filozof Thales, her şeyin “arkhe”sinin su olduğunu savunur. Her şey bu sudan türer ve oluşur. Bu nedenle arkhe hareket halindedir ve canlıdır. Burada maddeye ithaf edilen bir canlılık görülmektedir. Ardından gelen Anaksimandros ve Anaksimenes de “arkhe”lerini canlı olarak tasarlamışlardır. Bu düşünce daha da gelişerek tüm maddelerin canlı olduğunu savunan, 17. yüzyılda Ralph Cudworth tarafından tanıtılacak olan “hilozoizm” akımını ortaya çıkaracaktır.

“Antropomorfizm”, en çok inanış bazlı varlık ve kavramlarda ortaya çıkar. Çünkü inanç, bilmeden kabullenmeyi gerektirir; lakin bu insan doğasına aykırı bir durumdur. İstem dışı bir imge yaratılmaktadır. Buna hayatın merkezinden bir örnek vermek gerekirse, çocukların bilincinde Tanrı’nın yaşlı bir erkek olarak var olması verilebilir. Çünkü zihin, Tanrı’nın bilge ve kudretli olmasını yaşlılıkla, otoriterliğini de erkek figürüyle birleştirir. İnsanbiçimci bakış açısının her insanda doğal olarak var olduğunu söylemek aksi ortaya çıkmadıkça doğrudur. Bu genellemeyi yapmak için gereken cesaret, daha Homeros ve Hesiodos döneminden -en eski kaynakların o dönemde bulunması nedeniyle- günümüze kadar aynı bakış açısının sürmesinden kaynaklanmaktadır.

Homeros

Homeros’un eserlerinde anlattığı tanrı ve tanrıça figürleri insanlardan farklı olmakla birlikte insanlara oldukça benzemektedir. Canlılardır, ancak ölümsüzlerdir de. İnsan biçimine sahiplerdir ve bedenleri olmasından dolayı yorulurlar, uyurlar ama kuvvetçe insanların çok da üstündedirler. Aynı şekilde insanlarla birlikte savaşlara katılırlar, savaşlarda taraf tutarlar. Çünkü genelde insan hayatlarıyla ilgilenirler. Bu sonuca yüzeysel olarak temsil ettikleri özelliklerinden bile ulaşabiliriz. Gök gürültüsü ve şimşek tanrısı, okyanusların tanrısı, savaş tanrısı, aşk tanrıçası vb. insan hayatını direkt etkileyen birçok durumun tanrı ve tanrıçalarda temsiliyeti söz konusudur. Bu özelliklerini direkt insan hayatında kullandıkları da görülür.

“Tanrılar ölümsüzdür. Gerçi insanlar gibi giyinirler kuşanırlar, öfkelenirler, üzülürler, acı çekerler, ama gene de bir şey olmaz onlara. Durmadan insan savaşlarına karıştıkları için yaralandıkları da olur: Savaş Tanrısı Ares’in etine silah işler (V, 855), Diomedes, Aphrodite’yi incecik bileğinden yaralar (V,355 vd.), her iki yaradan da “ikhor” denilen bir öz akar. Homeros, ölümsüz tanrıların damarlarında kan değil de bu “ikhor” varmış diyor. Yaralandılar mı, güzel tenleri kararır (V,401), acılar içinde kıvranırlar, ağlarlar, sızlarlar, ama ölüm yoktur bunun sonunda, Hekim Tanrı Apollon, yaranın üstüne biraz ilaç serpti mi, bir şeyleri kalmaz”

İlyada destanında ele alınan meşhur Truva Savaşı, tanrıçalar arasında gerçekleşen bir güzellik yarışması ile doğmaktadır. Elmayı en güzel tanrıçaya vermek üzere görevlendirilen Paris’in, Afrodit’i en güzel seçmesi ve Afrodit’in en güzel kadını ona sevgili olarak göndereceği vaadinin gerçekleşmesi sonucu Truvalı Helen’in, Paris ile kaçması…Doğan savaşta Hera ve Athena’nın Truvalıların karşısında durmaları ve Afrodit’in Truva’yı desteklemesi de kıskançlık, kin gibi duyguların bu üstün varlıklarda bulunduğunu gösterir.

Ares, bir tanrı olarak ve sevdiği insanların savaştığını görmesine rağmen, savaşın sürekliliği sağlansın niyetiyle karşı tarafı desteklemiştir.

Bulut devşiren Zeus karşılık verdi, dedi ki:

“İyi seçtin göğsümün içindeki niyeti yeri sarsan,

bunun için topladım buraya sizi

kaygım büyük, yok olup gidecekler neredeyse.

Ama ben kalacağım burada. Olympos’un bir kıvrımında,

onlara baka baka eğlendireceğim gönlümü,

siz öbür tanrılar gidin istediğiniz yere,

gidin Troyalılarla Akhalar arasına,

destek olun gönlünüzün dilediğine.”

 

Homeros’un eleştiri aldığı birkaç nokta vardır. İlki tanrıların kendi “kader”in izin verdiği ölçüde de olsa dilediklerince insan hayatına müdahale edebilmeleridir. Bununla bağlantılı olarak, diğer nokta ise yeryüzü hayatını, cansız ve canlı varlıklarını bu kadar etkileyen tanrıların kendilerinin yaşayışları, karakterleri ve iradelerinin insanlarınkinden farklı olmamasıdır. Platon, Devlet adlı eserinde bunun bir örneğini vermektedir:

“Tanrılar ve insanlar uyurken uyumayan bu Tanrının aklı başından gitmiş, yapacağı işleri unutmuş, neden? Hera’yı görmüş, birdenbire öyle bir isteğe kapılmış ki, yatak odasına bile girmeyip hemen oracıkta Hera’yla birleşmiş. Öyle bir istekmiş ki bu, ana babalarından gizli seviştikleri günlerde bile böylesini duymamış.”

Zeus’un çoğu hikayesinde kadınları kandırarak ilişkiye girmesi, aldatması, sevişmesi ve en önemlisi insanlığın hayatına olumsuz birçok hamlede bulunması, sahip olduğu “fiziksel” ve olağanüstü güçle insan kadınlarla zorla ilişkiye girmeleri gibi, onun tanrı olarak alçaltılması olarak yorumlanmıştır. Çünkü tanrıların ahlaki olarak toplumdan daha düşük bir seviyede olması, onların kurallarının ve yasaklarının bir hükmü olmamasını ve itaatsizliği doğurmaktadır. Bu birçok tanrı için de geçerlidir.

Ancak Yunanlar, başka bir açıdan bakarsak da tanrılarının kendilerine benzemelerinden dolayı, onlar tarafından anlaşıldıklarını hissetmektedirler. Tanrıların onların açlıkla sınanırken zorluklarını anlayıp kıtlık yaşatmayacaklarını, savaştaki zor durumlarını görüp yardım edeceklerini, aşık olmanın verdiği acıyı anlayıp sevdiklerine kavuşturacaklarını düşünmüşlerdir.

Hesiodos

Hesiodos, “Theogonia” adlı eserinde, Homeros’tan farklı olarak tanrıların geçmişini ele almış ve belli bir sistematik sağlamaya çalışmış. Bu sistemde var oluş, üreyişle sağlanmaktadır. Tanrının doğması ve doğurması fikri üzerine kurulduğundan daha başlangıcından Hesiodos’un antropomorfik tanrı anlayışına sahip olduğunu belli olmaktadır.

“Khaos’tu hepsinden önce var olan,

Sonra geniş göğüslü Gaia, Ana Toprak,

Sürekli, sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin,

Onlar ki tepelerinde otururlar karlı Olympos’un

Ve yol yol toprağın dibindeki karanlık Tartaros’ta,

Ve sonra Eros, en güzeli ölümsüz tanrıların,

O Eros ki elini ayağını çözer canlıların,

Ve insanların da tanrıların da ellerinden alır

Yüreklerini, akıl ve istem güçlerini.

Khaos’tan Erebos ve Karanlık Gece doğdu

Erebos’la sevişip birleşmesinden.”

Khaos, Düzen’den, Evren’den önce var olandır. Koca bir boşluğu simgeler. Görevi Evren’le var olacak tanrı ve tanrıçaları doğurmaktır. Var eden kimliğini, doğurma gücünden alır. Ancak doğurmak için bir varlığa ihtiyacı yoktur. Gaia, yeryüzünü temsil eder, toprak anadır. Khaos’la beraber kendiliğinden var olandır. Eros, Gaia’dan sonra var olmuştur. Eros’un bu kadar önce var olmasının kutsal bir sebebi vardır, arzunun var olması gereklidir. Eros’un bu üstün varlıkların bile zihnini çelmesi ve onları insancıl, içgüdüsel, karşı koyulamaz arzunun ellerine bırakması sonucu savunmasız halde kalan bu varlıklar, arzularına yenik düşerek birleşecek ve yeni tanrılar, yeni tanrılar yaratacaktır. Ancak üreme sürecini ne kadar insanlar gibi gerçekleştirdikleri düşüncesi yaratsa da; Eros’un varlığı, Khaos ve Gaia’nın cinsel ilişki olmadan gerçekleştireceği doğumu tetikler.

Antropomorfik tanrı anlatımının eleştiriye tabi tutulabilecek bir yönü de budur. O kadar somutlaştırılır ve insan dünyasına indirilir ki insanlar verileni direkt olarak kabul eder ve öyle olduğu kanısına varır. Başlarda dediğimiz gibi, insanlar bir anlatıyı somut şekle indirgediğini anda onu o şekilde kabullenir. Yunanlar arasında Tanrıların daha da insanileşmesinin bir nedeni de budur. Hesiodos’un ilk varlıkları anlatışında özellikle bu problem sıklıkla doğar.

Üç varlığın da ortak noktası, bir düzeni hazırlama aşamaları olmaları ve düzeni onların kuracak olmalarıdır. Onlardan öncesi yoktur ve kendilerini var etmişlerdir. Bu güç onlarda vardır. Ancak onlardan sonra gelecekler, onlara bağlı olarak var olacaklardır. Şu noktaya dikkat çekmeye önem vardır: Khaos’un var etme gücü olmasına rağmen Eros’un varlığından itibaren doğacak olanları başta Erebos olmak üzere, bir varlıkla birleşerek yaratmıştır. Bu durum, her birinin gücünü gözler önüne serer. Khaos bile Eros’a karşı zayıf duruma düşebilmektedir.

“Toprak bir varlık yarattı kendine eşit:

Dört bir yanını saran Uranos, yıldızlı Gök’ü,

Mutlu tanrıların sürekli, sağlam yurdunu.

Yüksek dağları yarattı sonra,

Konaklarında tanrıçalar oturan dağları.

Sonra denizi yarattı, ekin vermez denizi:

Azgın dalgalarıyla şişen Pontos’u.

Kimseyle sevişip birleşmeden yaptı bunu.

Sonra sarmaşıp kucaklaşıp Uranos’la

Doğurdu derin anaforlu Okeanos’u”

Khaos’ta var olan durum Gaia için de geçerlidir. Ancak özellikle pantheondaki ilk “ana” olduğundan düzeni kuran ve tanrıları var eden genellikle odur. Sevişmeden de yaratır, “arzu”yla sevişip de. Ancak kendisine eşit bir tanrı yaratması, onunla birleşerek yaratmak istemesi, insanlardaki üreme içgüdüsünün ilk tanrılardan beri, onlarda da bir bakıma var olduğunu göstermektedir.

Bir önemli kısım da Olympos’un 12 tanrısının meydana geliş sürecidir.

“Rheia, Kronos’un yatağına girince

Şanlı evlatlar doğurdu ona:

Hestia, Demeter, altın sandallı Hera

Ve güçlü Hades, yerin altında oturan,

Yüreği acıma nedir bilmeyen tanrı,

Toprağı sarsan, uğultulu tanrı Poseidon

Ve temkinli Zeus, tanrıların ve insanların babası,

Yıldırımlarıyla yeryüzünü titreten.”

Tanrılar, acımasız, görkemli ve sert erkekler olarak tasvir edilmiştir. Hades’in bir Tanrı olarak “yüreğinin acımaması” gerçeği sözcükleri incelemeyi bir kenara bırakınca bile, insanlar arasındaki kötülüğün, merhametsizliğin kutsal varlıklarda da bulunduğunu göstermektedir. Bu durum, insanların sığındığı ve yardım beklediği – kurban verilmesinden, tapınaklardan ve yapılan şölenlerden görülmektedir- kurtarıcının da aslında onlar gibi olduğunu anlatır.

Bir diğer nokta ise “baba” olarak tabir edilen Zeus figürüdür. Kendisi hem insanların hem de tanrıların babasıdır. Bu profil, Hristiyanlıktaki ile çoğu noktada benzerdir. Otorite, cezalandırma vb. özellikler ve yetkilerden doğmuş benzetmelerdir. Çünkü aslında soyağacı çizgisinde “baba” başka tanrının taşıdığı bir özelliktir.

Zeus’un doğuş mitinde, Kronos’un çocuklarından birinin onun tahtını elinden alacağı duyumu üzerine Kronos’un Rheia ile olan birleşmelerinden doğan çocuklarının bedenlerini yediğini ve Rheia’nın Zeus’u ondan kaçırdığı görülmektedir.

“Ama koca Kronos yiyordu ilk çocuklarını

Analarının kutsal karından çıkıp da

Dizleri üstüne oturduğunda her biri.

Korkuyordu, Uranos’un mağrur torunlarından biri

Ölümsüzler arasında kral olacak diye.

Gaia ve Uranos bildirmişlerdi ona

Ne kadar güçlüler güçlüsü de olsa

Kendi oğluna yenilmekti kaderi.

Buydu çünkü Zeus’un istediği.

Onun için gözü pusudaydı her zaman,

Doğan çocuklarını yiyordu birer birer”

Khaos, Gaia ve Eros mitlerinden daha sonralara ilerledikçe bu antropomorfik bakış açısının ilerlediği görülür. Artık resmi olarak cinsel birleşme ile çocuklar meydana gelir, annelik babalık veya aşağıda verdiği gibi torunluk bağları kurulur ve fiziki özellikler, fiziksel yetiler açıkça ortaya konur. Yunanların antropomorfik inançları, zamanla insana daha da yaklaşmıştır.

Hesiodos, eserinde daha birçok tanrı ve tanrıçanın doğumunu ele alır, onları fiziken ve karakterleri bakımından niteler. Bu tanımlamalar Homeros’un yarattığı tanrı profilinden farklı değildir. Burada onu ayıran ve önemli olmasını sağlayan, varoluş sürecini ve doğma-doğurma mitlerini açıklamasıdır. Yazıkları nedeniyle, Homeros’un aldığı eleştirileri aynı dönemde yazan Hesiodos da almıştır. Xenophanes de eleştirilerini ikisi adına gerçekleştirmiştir.

Xenophanes (Ksenophanes)

Homeros ve Hesiodos’un insan benzeri tanrı anlayışına ilk karşı çıkan yine Yunanlı filozof olan Ksenophanes’tir. Aynı zamanda tektanrıcı olması da, bu eleştirilerin nedenidir. Fragmanlarında antropomorfik tanrı anlayışını ve çoktanrıcılığı eleştirmiştir.

“Homeros ve Hesiodos, ölümlüler arasında utanç verici ve rezil ne kadar şey varsa; zina, hırsızlık, birbirlerini aldatma tanrılara atfettiler.”

Hatta insanlar o kadar ileri gitmiştir ki artık tanrıların da kendileri gibi dünyanın bir parçası olduğunu dahi düşünmüşlerdir.

“Fakat ölümlüler tanrıların da doğmuş olduklarını zannediyorlar Ve kendileri gibi kıyafetleri, sesleri ve biçimleri olduklarını…”

Ksenophanes, insanın tanrısını kendisine benzetmesini hayvanların kendi türlerine benzer tanrı yaratması üzerinden alaya almıştır:

“Elleri olsaydı öküzlerin, atların ve arslanların,

Yahut resim ve iş yapabilselerdi elle insan gibi

Atlar atlara, öküzler öküzlere benzer

Tanrı tasvirleri çizerler ve vücutlar yaparlardı

Her biri kendinin şekli nasıl ise ona göre.”

Açıkça görüleceği üzere Homeros’un “pantheon”una ve Hesiodos’un karanlık yaratılış mitlerine karşı sertçe tepki koymuştur. Ayrıca, dindar insanların hiçbir geçerli neden olmaksızın kendi inanç sistemlerini diğerlerine göre ayrıcalıklı kılma eğilimlerini de eleştirmiştir. Herkes kendi türünden, ırkından, özelliklerinden vs. tanrı yarattığı zaman kendi dinini ve inancını daha üstün görmüş olur fikrinde olduğu söylenebilir ki bu durum, özellikle kendi dini görüşlerini barbarlarınkinden üstün gören Xenophanes döneminin Yunanlıları için geçerlidir.

Ancak sadece karşısında durmakla yetinmemiş kendisi de bir tanrı anlayışı yaratmıştır. Ksenophanes’ten sonra birçok filozofun antropomorfizmi reddettiği söylenebilir. Örneğin, Platon, Spinoza, David Hume…

 

Kaynakça

1-TANRI VE YUNAN FELSEFESİ, Etienne GILSON, çev. Prof. Dr. Mehmet AYDIN

2-ANTROPOMORFİZM VE TANRI, Fatih ÖZGÖKMAN, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, Haziran 2022, Sayı 45, s. 103-123

3-KSENOPHANES’İN TANRI ANLAYIŞI, Nurdane ŞİMŞEK, Felsefe Arkivi, 43. Sayı, 2015/II, 65-81

4-HOMEROS, İlyada, çev. Azra Erhat-A. Kadir, İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

5-HESIODOS, Theogonia – İşler Güçler, çev. Azra Erhat- Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.

6-PLATON, Devlet, çev. Sabahatttin Eyüboğlu- M. Ali Cimcoz, İş Bankası Kültür Yayınları,2010.

 

-Berfin GÜLER

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir