Şeylerin Özünü Bilmek & Fenomenoloji

/ / FELSEFE

Bir şey var mıdır, var olan var ise varlığı nasıl bilinir, varlığından nasıl emin olunur, neyi nasıl bilebiliriz gibi felsefe ile tarihinin başından beri cevabı aranan bu sorulara onlarca filozofun sayfalarca yazdığı cevaplar bulunabilir. Ontolojik ve epistemolojik çerçevede birbirine bağlı olarak yüzyıllardır cevabı aranagelen bu soruların cevaplandırılmasındaki neden, felsefenin bilimlerin atası olarak doğmasında önemini gösterir. Varlığın varlığından ya da bilmenin mümkünatından emin olunmadan bilme ediminin gerçekleştirilmesi imkan dahilinde olmayacağından üzerine düşünülmesi gereken en önemli mevzulardan biri haline gelir bu konu.

Ne yazık ki felsefenin bilimlerin atası mahlası 19. yy. civarlarında sekteye uğrar. Zaman içinde gelişen psikoloji bilimi düşünülen genel varlığın, düşünmenin olgusal bilinç akışına indirilmesiyle felsefenin bu tahtını sallar. Psikolojizm olarak adlandırılan bu akım, mantığı psikolojik temelli ele alarak, psikolojiyi de felsefenin yerine koyarak, onu temel bir bilim olarak görür. Durum böyle iken büyük bir kitleye sahip olan bu akımdan felsefenin tahtını geri almak isteyen ya da en azından tahtın sallanmasını önlemek isteyen bir filozof vardır: Edmund Husserl. Kendisinden sonra gelecek Scheler, Heidegger, Sartre, Merleau-Ponty gibi bir sürü filozofu etkileyecek ve kimi zaman onlara yol gösterecek kimi zamansa eleştirilerine maruz kalacak olana Husserl, bu konuda kolları sıvamıştır.

Husserl, felsefenin tahtını geri kazanmak ister ve psikolojizmi eleştirilere tutar, bu doğrudur ancak psikolojizmin ya da mantıksal psikolojizmin eleştirisi, Husserl için yalnızca bir karşı çıkış değil, aynı zamanda yeni bir saf mantığın kurulması yolunda atılması zorunlu bir adımı oluşturmaktadır (Tepe, 2020: 12). Yani Husserl başta bahsettiğimiz varlığa ve bilmeye dair sorulara geri dönüp tekrar cevaplandırma çabası içindedir. Bilimin sadece olgulara yönelip kalması ve şeylerin zihinde aldığı şekilden habersiz olması, bilginin kendi kendine verilmemiş olma yani aşkın olma sorunundan muzdarip olan Husserl’ı, tüm bunlara bir temel atma derdine iter. Husserl, bütün olarak bilmeye dair yeni bir temel oluşturur. Fenomenoloji olarak adlandırdığı bu temel, saf mantığın da bilimlerin de dayanması gereken temel olacaktır.

Husserl’ in fenomenolojisini anlamak için önce temellendirmesinin gerekçelerini açıklamak gerekir. Bu gerekçelendirmeye bilgiye doğal ve felsefi bakış açılarından yola çıkarak bakılır. Doğal bilgide şeyler verilmiştir. Bilgi araştırması bu şeyler üzerinden gerçekleşir. Doğal bilgi baştan itibaren varolan, verilmiş olan ve yalnızca kapsamı, içeriği, öğeleri, bağlantıları, yasaları açısından daha yakından incelenmesi gereken gerçekliği gitgide artan oranda ele geçirilir (Husserl, 2020: 14). Farklı bilimlerde doğal bilgi çalışır vaziyettedir. Bilgi nesnesiyle uyum içindedir. Bilinen nesnenin anlamı üzerine gidilmez. Felsefi bakış ise daha bilgi araştırmasına girmeden bilginin olanaklılığı üzerine yoğunlaşacaktır. Bilgi bilinen nesneye uygun mudur? Bir şeyin var olduğunu nereden bilebilirim? Bu şekliyle felsefi bakış, ona verilmiş olan şeylerde bilgiyi aramaya varmadan daha önceki bir basamakta bulunmaktadır.

Bir şeyin varlığı gerçekten bilinmeden ona dair bir bilgiye ulaşılması mümkün değildir. Kesin bir başlangıcı olmayan şeyden hiçbir yere varılamaz. Husserl’ in fenomenolojisi bu noktada devreye girer. Fenomenoloji temellendirmeyi yapacak ve daha sonra bilme noktasına yeni bir bilme biçimi getirecektir. Fenomenoloji; felsefeden önceki felsefe sayılan ancak tam olarak felsefi olmayan basamak, felsefenin temel bilimidir (Uygur, 2016: 87). İnsan kültürünün en yüksek yararının bir kesin bilimsel felsefenin oluşturulmasını gerektirdiği, böylece de, eğer çağımızda bir felsefe devrimi haklı görülecekse, bunun mutlaka, kesin bilim anlamında felsefenin yeni bir temellendirilmesi amacıyla dolup taşması gerekir (Husserl, 2014:12). Bilgi nesnesini anlamak ve doğru genel bilgiye ulaşmak için bu yeni felsefi temellendirmeye, fenomenolojiye başvurulması gereklidir. Fenomenoloji özel felsefi bir düşünme biçimi, özel bir felsefi yöntemdir (Husserl: 2020, 19).

Husserl’ in fenomenolojisinin soruları çözmek için yola çıktığı nokta Descartes’ın şüphe yöntemidir. Husserl Descartes’ ın şüphe yöntemini fenomenolojiyi temellendirmek için alacak ve onu bir ileri noktaya taşıyacaktır. Descartes’in yöntemini her kuşkulanma durumunda kuşkulanmakta olduğumuz, kuşkusuz kesindir şeklinde ifade eder (Husserl, 2020: 24). “…böylece her şeyin yanlış olduğunu düşünmek istediğim sırada, bunu düşünen “ben”in zorunlu olarak herhangi bir şey olması gerektiğini gördüm. Düşünüyorum öyleyse varım doğrusunun kuşkucuların tüm aşırı varsayımlarıyla sarsılmayacak kadar sağlam ve güvenli olduğunu belirlerken, bu doğruyu, araştırdığım felsefenin ilk ilkesi olarak hiçbir kuşkuya düşmeden alabileceğime karar verdim.” (Descartes, 2015: 39) olarak Descartes’den aktarıp anlaşılmasını kolaylaştırabileceğimiz Descartesçı şüphe yönteminin temel alınmasının nedeni ise bu yöntemde varılan cogitatiodur.

Cogitatio anlama, algılama, kuşku duyma, bekleme gibi bilincin edimleridir. Cogitatio dolaysız, ilk mutlak verilmişlikleri oluşturur. Cogitationun bilgisi kendi kendinde verilmiştir. Ona aşkın hiçbir şeye dayanmayan bu reel içkinliği bir bilgi kuramının temelini oluşturabilecektir çünkü aşkın varsayımlar bilginin nasıl olanaklı olduğuna, bilginin aşkın nesnesinin olanağını görmeye beni götüremez. Bu olayı şu örnekle açıklar Husserl: Doğuştan sağır olan biri, sesler olduğunu, seslerin armoniler oluşturduğunu ve bu armonilerden de sanat yapıtlarının doğduğunu bilir ama seslerin bunu nasıl yaptığını, müzik yapıtlarının nasıl olduğunu anlayamaz (Husserl, 2020: 32). İşte bu noktada Husserl’in cogitatioya yaklaşımına ve onun içkin ve aşkın kavramlarına yönelik fikirlerine geçmek gerekir. Husserl içkin ve aşkın kavramlarına farklı bakış açılarıyla yaklaşıp cogitationun içkinliğini yeterli bulmayacaktır. Ona göre aşkın, saltık anlamda kendiliğinden verilmemiş, apaçık olmayan hiçbir şeyin bilgi kuramının temelinde yatması mümkün olamayacağı için verilen örnekten yola çıkıldığında, cogitatio bu hali ile bilgi kuramının temelinde yatamaz.

Husserl için içkinlik ve aşkınlık kavramı iki şekilde anlaşılabilir. İlk olarak içkin, bilgi nesnesinin bilme ediminde reel olarak kapsanması olarak anlaşılabilir. Kapsanmaması da aşkın olma durumunu oluşturur. İşte bu anlama biçiminde doğa bilimlerinde incelediğimiz her şey yani bilgi nesneleri zihindeki bilme edimine aşkın durumdadır. Cogitatio ise bilme edimine içkin durumda yer alır. İşte bu ilk anlaşılma biçimi o zamana kadarki içkin ve aşkın kavramlarına bakış açısıdır. Husserl’in kavradığı şekilde içkin olma durumu ise saltık anlamda kendiliğinden verilmişlik, açık verilmişlik durumudur. İşte bu içkinlik her türlü anlamlı kuşkuyu dışlayan, yönelinen nesnenin kendisinin, olduğu gibi dolaysız bir biçimde kavranılmasını ve görülmesini yani tam apaçıklık, dolaysız apaçıklık kavramını oluşturur (Husserl, 2020: 30).

Bu durumda apaçık olmayan, nesneyi varsayan her türlü bilgi ikinci anlamda aşkındır. Peki apaçık olmak nedir? İçkin ve aşkın kavramlarına farklı bakışıyla bakılması apaçıklık kavramına da başka bir anlama biçimi getirir. O zamana kadarki apaçıklık kavramı (Evidenz kavramı), Descartes’da, bir şeyin hiçbir kuşkuya yer vermeksizin “görülmesi” anlamını taşır (Öktem, 2005: 17).

Husserl’in apaçıklığı (evidenz) ise biri daha kapsayıcı olacak şekilde iki türdendir. Birinci apaçıklık bilincin nesneyi kendisinde olduğu gibi görmesidir. Bu bir fikrin kendisine karşılık ve uygun gelen bir algı aracılığıyla tasdikidir. Fenomenolojik anlamda ise, düşünülen bir şey ile verilen bir şey arasındaki uygunluktur (Öktem, 2005: 19). Bu apaçıklık bir şeyin denenmesi, deneyimlenmesidir. Bu yüzden tek, kesin, kuşkuya yer vermeksizin olan cogitationun apaçıklığı gibi tek bir tane değil birden fazla şekilde apaçıklık mümkündür. Bu anlamdaki apaçıklık deneme ile olduğu için relativ (göreli), kesin olmayan, yetkinlikçe değişebilen, şu ya da bu yönde kuşkuya yer veren, esasta başka denemelere dayanan, upuygun olmayan apaçıklıklar da vardır (Uygur, 2016: 148).

İkinci anlamda apaçıklık ise yine bilgi nesnesinin denenmesi ve düşünülen bilinçteki ile verilen şeyin uyumu ancak bunun tek bir yönden değil bilgi nesnesinde hiçbir belirsiz yer kalmayacak şekilde gerçekleşmesidir. Bu anlamda bir bilgi nesnesine yönelmek yönelinen nesneyi belirsiz hiçbir köşesi kalmayıncaya dek kendisine amaç edinmektir (Taşkın, 2013: 15). Bu anlamda apaçıklık “bir şeyin kendisine sahip olmaktır”.

Husserl fenomenolojisinin kavramları anlayışı cogitationun da saltık apaçık verilmemiş olduğunu gösterir.  Cogitatio kendi içinde belli aşkınlıkları taşır. Cogitatio bilincin eylemleri olarak psikolojik tam algıda yer alır. Doğal bir biçimde düşünen insan olarak o anda yaşamakta olduğum algıya bakarsak onu bizimle olan bağlantısında tam algılarız (Husserl, 2020: 36). Cogitatio, onu yaşayan Ben’e ait olarak nesnel zaman içinde tam algılandığı hali ile psikolojik bir olgu, psikoloji biliminin fenomenidir. Aşkın, saltık anlamda kendiliğinden verilmemiş, apaçık olmayan hiçbir şeyin bilgi kuramının temelinde yatması mümkün olmayacağı için, cogitationun aşkınlıklarından sıyrılması gereklidir. Bunun nasıl gerçekleşebileceği sorusuyla fenomenolojiyi ve onun gerekliliğini ispatlayan ilk adım atılmış olur. Bunun nasıl gerçekleşeceğini açıklamadan önce Husserl’in felsefesindeki bazı kavramlara göz atılmalıdır.

Öncelikle kökleri Aristotales’e kadar dayanan ve Husserl’den önce hocası Brentano’nun da bahsettiği “Yönelimsellik” (intentionality) kavramının ve Husserl’in “Noesis” ve “Noema” kavramlarının açıklanması gerekir. Noesis aslında cogito biçimleri yani bilinç edimleridir. Egonun içerdiği Noesis, bilincin içkin nesnesi olan Noemaya anlam verir. Noesis, özündeki yönelimselliği, yani “bir şeyin bilinci” olma özelliği açığa çıkarılmış varlık kategorisinin “bilinç” kısmına karşılık gelir. Bu durumda, noesis, nesneye anlam veren bilinç edimini nitelemektedir (Çağlıyan, 2018: 13). Noesisin en büyük niteliği ise bir şeye yönelmesidir. Noesis yönelimsel edimlerdir. Yönelimsellik kavramı burada kendini gösterir. Husserl’e göre elde edilen ilk gerçeklik “düşünüyorum o halde varım” değil “bir şey düşünüyorum”dur, yani ilk mutlak veri “cogitatio”dur. Bilinç, hep bir “şey”in bilincidir (Taşkın, 2013: 6). Yönelimsellik bir nesnenin tesiriyle ortaya çıkan dışsal bir ilişki değil, bilincin asli bir özelliğidir (Zahavi, 2014: 8).

Bilinç var olmayan nesnelere de yönelebilir. Bu noktada açıklanması gereken bir kavram daha vardır ki bu “Noema” kavramıdır. Bilincin var olmayan nesnelere nasıl yönelebildiğine bu kavram açıklık getirir. Noema, yönelinen şeyin bilinçteki kavranışıdır. Noema, içerdiği özler çeşitliliğine birlik veren, onları aynı ve tek nesnenin ögeleri haline getiren, bilincin nesneyle iletişime geçmesini sağlayan yapıdır. Öyle ki algıların kendisi bile Noema olarak bilinçte yer alabilir. Her zihinsel yaşantı, her düşünme ve bilgi oluşumu için de bu durum aynıdır (Husserl, 2020: 25). Noesis, Noema ve aralarındaki Yönelimsellik zihinsel sürecin yani bir şeyin deneyimlenmesinin araştırılmasıdır. Önce bu araştırma yapılarak bilgi ediminde zihinsel sürece varılmış daha sonra ise bu sürecin özelliklerinden yola çıkılarak fenomenolojik yöntem ile şeylerin özünün bilinmesinin nasıl gerçekleşeceğine dair bir yol belirlenmiştir. Şimdi bu yol incelenebilir.

Cogitationun kendi içinde belli aşkınlıklar içerdiğinden bahsetmiştik. Fenomenoloji anlayışı içinde bunun nasıl mümkün olduğuna dönmemiz gerekirse fenomenolojinin ne olduğunu tekrar nitelemek faydalı olacaktır. Husserl fenomenolojinin özlerin bilimi olduğundan bahseder. Fenomenolojide bilinen ve bilinmesi mümkün kılınan şey özlerdir. Öz, rastlantısal olmayan, nesnel zaman içinde değişmeyendir (İnam, 1995: 44). Şeyler, ne iseler o olarak tezahür ederler ve tezahür ettikleri halleriyle, ne iseler odurlar. Özler; genel anlamıyla alındığında şeylerin türü açısından birliğini, değişmez bir biçimde ne olduğunu gösterir. Bu yüzden fenomenoloji Husserl’in deyimiyle “şeylerin kendine” mottosuyla hareket eder. Fenomenoloji özlere ulaşmayı ise “Eidetik indirgeme” (reduction) ile gerçekleştirir. Eidetik teriminin, hem eş anlamlı olmak bakımından idea, eidos ile hem de görme kavramından türetilmesi bakımından eidein fiili ile ilişkisini aklımızda tuttuğumuzda;  bu aşamanın nesnenin “özünü görüleme”ye gönderimde bulunduğunu çıkarsayabiliriz (Çağlıyan, 2018: 9).

Fenomenolojik indirgeme özlerin görünmesi için apaçık verilmemiş, saltık verilmemiş olanı dışlar. Husserl bu dışlamayı “Epokhé”  olarak adlandırdığı sözlük anlamı olarak durma veya askıya alınma olan kavram ile betimler. Epokhé “doğal tavır almanın genel savı” olarak adlandırılan içinde yaşadığımız dünyanın bizim ona ilişkin söylediklerimizden bağımsız bir gerçekliği olmasının parantez içine alınmasıdır. Doğal tavır almanın genel savı parantez içine alınacak böylece aşkın olarak verilen her şeyden, her türlü varlık inancından, varlık bildiren yargı vermelerden geri durulacaktır. Paranteze almamız gereken şey bizim ön yargılı fikirlerimiz, düşünce alışkanlıklarımız ve teorik varsayımlardır. Şeylere daha önce onları düşündüğümüz fikirlerimiz ile gitmemeliyiz. Şeylerin deneyimde karşılaştığımız şekline odaklanmalıyız. Ancak açık bir zihinle gidildiği durumda şeyler kendi özlerini açığa vuracaktır (Zahavi, 2019: 33).

Bu paranteze alma işleminden sonra ikinci bir paranteze alma ya da transandantal redüksiyon dediğimiz şey gerçekleşir ki bu özlerin görünmesinde son adım olarak yaşayan Ben’i, psişik beni yani “Ego”yu kapsar. Zaten cogitationun indirgenmesinin en önemli nedeni olan şey de yukarıda da bahsedildiği gibi psikolojik olgu olmadan, onun yaşayan Ben’ e ait olarak nesnel zaman içindeki tam algıdan kurtarılmasıdır. İşte bu şekilde eidetik redüksiyon ile önce dünya daha sonra transandantal redüksiyon ile psişik Ego paranteze alınır. Şeylerin özlerinin görülmesi böyle mümkün olacaktır.

Son olarak bahsetmemiz gereken şey ise şeylerin özlerini nerede kendini gösterdiğidir. Redüksiyon ile şeylerin özlerine varılır ancak şeylerin özlerine varılan, şeylerin özlerini gösterdiği yer neresidir? Epokhé; paranteze almayla doğal tavrın genel savını ve bunun içinde bulunan psişik beni, egoyu kenara aldığımızda elimizde kalan alan “Saf Bilinç”, “Saf Ben” dir. İşte özlerin algılandığı Fenomenoloji’nin varlık alanı olan “Saf Ben” her yaşanan yaşantıda bulunan, her düşünülen şeye ulaşan ve her yaşantıda aynı kalandır (Tepe, 2020: 20) Saf bilinç özlerin tasvirinin gerçekleştiği alandır. “Saf Ben”, kendine özgü bir aşkınlık, yaşantı akışının içkinliği içinde bir aşkınlık gösterir (Gülenç, 2014: 26). Fenomenolojik yöntem nesnelerin bu saltık bilinçteki, saf Ben’deki şekliyle kavranmasını sağlar. Bu saf Ben’ deki şekil nesnelerin özünü oluşturur. Fenomenolojik yöntem “şeylerin kendisine” gitmeyi böylece başarır.

Kaynakça

1-ÇAĞLIYAN Ç (2018). Ortak Bir Anlam Zemini Kurmaya Yönelik Bir Çaba Olarak Edmund Husserl’in Fenomenolojik Yöntemi, Kaygı, 31/2018: 279-298. Araştırma Makalesi | Research Article

2-DESCARTES R (2015). YÖNTEÖ ÜZERİNE KONUŞMA, çev. Afşar Timuçin – Yüksel Timuçin, Paradigma Yayınları.

3-ERKIPÇAK H.T . HUSSERL VE FENOMENOLOJİSİ: BİR ÖZET.

4-HUSSERL E (2020). Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, çev. Harun Tepe, ANKARA,BilgeSu Yayıncılık.

5-HUSSERL E (2014). Kesin Bilim Olarak Felsefe, çev. Abdullah Kaygı, ANKARA, Türkiye Felsefe Kurumu.

6-GENÇLER C (2005). JEAN-PAUL SARTRE ve SAHİCİLİK ETİĞİ, Yüksek Lisans Tezi, Bursa.

7-GÜLENÇ K (2014). Edmund Husserl’de ‘Başkasının Beni’ Sorunu ve İntersubjektivite Kavramı, Kilikya Felsefe Dergisi-1.

8-İNAM A (1995). Edmund Husserl’de Mantık, ANKARA, Vadi Yayınları.

9-MENGÜŞOĞLU T. Fenomenoloji

10-ÖKTEM Ü (2005). FENOMENOLOJİ VE EDMUND HUSSERL’DE APAÇIKLIK (EVIDENZ) PROBLEMİ, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 45,1.

11-ÖZYURT T (2014). EDMUND HUSSERL’DE BAŞKALIK SORUNU, Lisans Tezi, İSTANBUL.

12-TAŞKIN F (2013). VAROLUŞÇULUĞUN FENOMENOLOJİYLE TEMELLENDİRİLMESİ ÜZERİNE, Yüksek Lisans Tezi, ANKARA.

13-TEPE H (2020). Fenomenoloji Üzerine Beş Ders Giriş, ANKARA, BilgeSu Yayıncılık.

14-UYGUR N (2016). EDMUND HUSSERL’DE BAŞKASININ BEN’İ SORUNU, ANKARA, Yapı Kredi Yayıncılık.

15-ZAHAVI D (2019). PHENOMENOLOGY The Basics, NEW YORK, Routledge Taylor and Francis Group.

16-ZAHAVI D (2014). Yönelimsellik ve Bilinç, çev. Çağlar KOÇ, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, Sayı 22.

Kapak Görseli: https://aktiffelsefebursa.org/edmund-husserl/

Tuğra BERTUT

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir