Rüzgâr Paranın Aktığı Yönden Eser: Akdeniz Korsanlığı Üzerine Bir Yazı 

/ / TARİH

Herkese Merhabalar !

Bu yazımızda genellikle siyasi ve dini açılardan ele alınan Akdeniz korsanlığının üzerinde duracağız. Batı Akdeniz’deki korsan varlığını daha iyi anlayabilmek için korsanlığa sebep olan coğrafi sebepleri inceleyecek, korsanlara ev sahipliği yapan limanların üzerinde duracak ve korsanlarımızın dini, etnik kökenlerine ineceğiz. Bütün bunlardan önceyse çok temel bir soruya cevap vererek başlayacağız.

Korsanlar basit deniz eşkıyaları mıdır?

Bölüm Bir: Korsanlık

Hayır, değillerdir ancak her korsan(1)  bir dönem deniz eşkıyalığı yapmıştır. Bu cevabı açıklamak adına deniz eşkıyalığı ile korsanlık arasındaki farkı kısa bir biçimde ifade edelim. Deniz eşkıyalığı küçük ölçeklidir. Büyük hedefleri yoktur ve en önemlisi ciddi bir askeri güç barındırmaz. Tahıl ambarı yağmalamak, balıkçı teknesi kaçırmak belki birkaç köylüyü esir etmek tarzında bir devletin doğrudan ilgilenmeyeceği ölçekte işler yapar. Korsanlık ise büyük ölçeklidir ve çok daha karmaşıktır. Bağlı olduğunuz bir liman vardır (tarih sahnesi taraf değiştirenlerle doludur.) Korsanlık yaparken uymanız gereken kurallar mevcuttur ve bu kurallara uymamanız durumunda sizi yargılayabilecek, ceza verebilecek merciler bulunmaktadır. Son olarak da korsanların deniz eşkıyalarına göre daha büyük problemlere sebep olduğunu bir örnek ile açıklayalım. 1595 yılında İspanya’da korsanlar kıyıdan yaklaşık iki fersah (yaklaşık 11 kilometre)(2)  içeri girip Teulada valisini öldürdüler. Karısını, kızını ve orada bulunan 4 genci esir aldılar. Anlaşılan o ki dönemin önemli devletlerinden ve büyük güçlerinden biri olan İspanya bile kıyı güvenliği söz konusu olduğunda korsanlar karşısında sıkıntılar yaşayabiliyordu.

Yukarıda değindiğimiz karışıklığa dair bir not daha düşmekte fayda var. Basit eşkıyalık ile korsanlığın birbirine karıştırılmasının sebeplerinden biri de Türkçe kullanımında bunun “korsan“ sözcüğünde birleşmiş olmasıdır. İngilizce ve Fransızca da “pirate”, İspanyolca ve İtalyanca da “pirata” kelimeleri ile bizim eşkıyalık dediğimiz kavrama işaret ederler. Cezayir korsanları içinse aşina olduğumuz “corsair” * kavramını kullanırlar. Türkçe de iki sözcüğün anlamını da kapsar hale gelen “korsan“ bu karışıklığı bir tık körüklemiştir.

Her korsanın bir dönem deniz eşkıyalığı yaptığını söylemiştik. Bunun sebebi büyük gemilerin ve askeri teçhizatın ucuz olmamasıdır. Bu yüzden öncelikle kaçırdıkları yahut inşa ettikleri küçük kayıklarla işe başlamışlardır. Ekonomik olarak yeterliliği sağlayan eşkıyalar korsanlık safhasına geçebilecek ve daha büyük işlere imza atabilecektir. Ancak burada işin sadece daha büyük gemi veya daha büyük vurgunlarda olmadığının altını çizelim. Korsanlıktaki temel problem gemi yağmalamak ya da yerleşim yerine baskın yapmak olmamıştır. Sorun, elde ettiğin ganimeti elden çıkarmaktır. Bu problemi çözmek için bir limana, daha genel anlamda bir devlete bağlı olursunuz (Müslümanlar için Cezayir, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri ve limanları örnektir. Hristiyanlar içinse Rodos ve Malta örnek verilebilir. Yazının ilerleyen bölümünde bunlara değineceğiz.)

Korsanlar yaptıkları eylemlerin kaidelere uygun olmasına dikkat ederler ve eylemleri “yasaldır.” Bu husus bir korsanı bir eşkıyadan ayıran en önemli noktadır. Burası konunun can damarı o yüzden bu durumun kabul gördüğünü ve uygulamaya nasıl geçtiğini bir örnek ile açıklayalım. 17.yüzyılda bir korsan Cezayir yönetimi adına korsanlık yapabilmek için tecrübeli korsan reislerinden onay almalıydı. Bu onayı alabilenler liman yöneticisinin de (dayı veya bey olabilir) bulunduğu bir törende dualar eşliğinde reis olarak atanırdı. Liman yönetimi, reise içinde hangi limana bağlı olduğunu belirten, geminin ve kaptanın adının yazdığı bir belge teslim ederdi. Sefere çıkmadan önce ise (örneğimizden devam etmek gerekirse) o sırada Cezayir ile anlaşması olan devletlere bağlı gemilere saldırmaması tembih edilirdi. Hükûmetin temel görevi ise korsanlığı denetlemek ve kaidelere aykırı davranışta bulunmadığını teyit etmekti. İşin garipleştiği nokta, bu duruma Avrupalı devletlerin verdiği tepkide başlıyor. Korsanlığa 19.yüzyılda son vermeden önce Avrupalı devletlerin temel çözümü Kuzey Afrika’ya konsolosluklar açıp elçi atamak yönündeydi. Üstelik bunu Fransa, İngiltere ve Hollanda gibi deniz gücü küçümsenemeyecek devletler yapıyordu. Reis sefere çıkmadan önce anlaşmalı oldukları devletin konsolosluğundan da belgeler teslim alıyor ve bu belgelere sahip gemilere dokunmuyordu. Avrupalı devletlerin askeri güçleri de devletiyle anlaşmalı olan korsanlar ile karşılaştığında geçip gitmelerine izin veriyordu.

Gerek Avrupalı devletlerin gerekse korsanların bu anlaşmalara güvendiğini her iki tarafında haksızlığa uğraması durumunda bu anlaşmaları göstererek şikâyetçi olmasından ve elimizdeki dava örneklerinden biliyoruz. Tabii ki burada aykırı örneklerin bulunduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Eğer karşıdaki gemi herhangi bir saldırıda bulunursa gemiyi yağmalama hakkı doğuyordu. Korsanlarda gemiyi tahrik etmek için yağmalayacakları ülkeye ait olan geminin o an savaşta olduğu ülkenin bayrağını çekip atışa zorlayabiliyorlardı. Anlaşmanın her zaman korsanlar tarafından bozulmadığını da belirtelim.  Bazen Avrupalı devletler de anlaşmalı oldukları halde korsanlara karşı girişimlerde bulunmuşlardır ve gayet acımasız uygulamalara imza atmışlardır.

Uzun lafın kısası korsanlık hırsızlıktan ve eşkıyalıktan farklı bir konumdadır. Belirli kurallara ve anlaşmalara tâbidirler ve bu onları basit eşkıyalıktan ayıran temel noktadır. Üstelik bu durum Avrupa devletleri tarafında da kabul görmüştür. Sonuçta korsanların bulunduğu yerlere devlet görevlisi atayan onlar değil midir? Bu bölümü varılan anlaşmalara her zaman uyulmadığını anlatan bir örnek ile sonlandıralım. 1683 yılında Cezayir’i bombalamak için gelen Fransız donanmasına Mezemorta (yarı ölü) lakaplı Hüseyin Reis, Fransız konsolosu Jean le Vacher’i topa koyup ateşleyerek cevap verdi. Üstelik bu top ile serin sulara gönderilen son konsolos da olmayacaktı. Korsanlarımızın misafirperver oldukları aşikâr(!)

Bölüm İki: Akdeniz Coğrafyası

Bu bölümde uzun uzadıya yer, geçit, rüzgâr, liman ve hatta akıntı adlarına değinilebilir. Ancak bunun amacımıza hizmet etmeyeceğini düşünüyorum. Bu yüzden temel bilgileri vermeyi ve bir şema çıkartmayı amaçlıyorum. İlk olarak bilmemiz gereken şey, Akdeniz’in çökme sonucu oluşmuş bir deniz olduğudur. Bu durum, Akdeniz’in içinde birçok irili ufaklı adaya sahip olması anlamına gelmektedir ve ilk avantaj burada başlamaktadır. Korsanlar bu adalarda saklanabilmekte, ikmal yapabilmektedir.  Bu durum, korsanların avlanmasını zorlaştırmaktadır. Akdeniz yapısı itibari ile içinde kendine yetemeyen birçok mikro klimaya sahiptir. Buradaki önemli kısım kendine yetemeyendir. Akdeniz’deki bölgeler yaz–kış son bulmayan bir ticarete mahkûmdur. Bu da korsanlar için karın doyurmayacak kadar küçük de olsa sürekli bir ekmek teknesi olduğu anlamına gelmektedir.  Batı Akdeniz’in zengin limanları Fransa, İtalya ve İspanya bölgesine dağılmıştır. Bunun temel sebebi ise genelde kuzey- kuzeybatı yönünden esen rüzgârların ve deniz akıntılarının Akdeniz’in güneyindeki sahillerde karaya vurma problemi yaratmasıdır. Bu duruma bir de güneydeki ülkelerin (Cezayir, Tunus(3) ve Libya) dağlık olmasına bağlı olarak limanlarının hinterlandının zayıf olması eklenince Akdeniz ticaret yollarının kuzeyde oluşması kaçınılmaz olmuştur. Paranın olduğu yerden esen rüzgâr, Kuzey Afrika sahillerini açlığa terk etmiştir. Bütün bunlar Kuzey Afrika’ yı açlığa ve sefilliğe karşı çözüm bulmak zorunda bırakacaktır. Peki, sizce çözüm nasıl bulunacaktır? Sorunun cevabı çok bellidir. Ticaretten ve yaşamdan uzak bırakılan limanların elde edemedikleri yaşamı, zorla almaktan başka şansları kalmayacaktır. Paragrafın genelinden de anlaşılabileceği gibi Akdeniz korsanlık için elverişlidir. Üstelik yapısı itibari ile bazı bölgeleri kayırmış bazılarına üvey evlat muamelesi yapmıştır. Bu da kaçınılmaz sonu getirmiş gibidir.

Bölüm Üç: Korsanların Hikayesi

Bir önceki bölümlerde her ne kadar örneklerimizi Müslüman korsanlar üzerinden versek de Akdeniz’de bulunan herkes için geçerli durumları özetlemeye çalıştık. Korsanlığın bir limana bağlı yapılması Hristiyanlar içinde farklılık göstermemektedir. Buna da Rodos ve Malta örneklerine bakarak ulaşabiliriz. Üstelik korsanlığın görüldüğü Hristiyan bölgeleri de coğrafya kısmında belirttiğimiz Kuzey Afrika kadar zor durumdadır. Aslında dinleri farklı olsa da (ki burada din olgusu ana karadaki gibi değildir. Bu bile başlı başına farklı bir yazıya konu teşkil edebileceğinden üzerinde fazla durulmayacaktır.)  Birilerinin gölgesinde çalışma ve coğrafyanın azizliğine uğrama Akdeniz korsanlığı için ortak bir noktadır. Bu bölümde ise sayı olarak Hristiyan korsanlara göre daha fazla gemiye ve reise sahip olan Kuzey Afrika bölgesi korsanlığını inceleyeceğiz. Zaten dünyanın azizliğine uğrayan bu dağ ve çöller diyarına gelen insanları konu edineceğiz. Bu bölgedeki korsan oluşumunun aslında tek bir etnik gruptan oluşmadığının üzerinde duracağız. Son olarak da her ne kadar çoğu zaman Müslüman korsanlar olarak ifade etsek de korsanlarımız arasında başka dinlerden insanlar olduğunu da belirteceğiz. Haydi başlayalım.

A. Mazlumlar Mazlum Diyarda: Endülüslü Müslümanlar (1.Nesil)

1479 yılında I.Isabel’in Kastilya iç savaşını kazanmasıyla gelecekte dünyada büyük işlere imza atacak olan İspanya’nın temelleri atılmış oldu(4). Kastilya kraliçesi I. Isabel ve eşi Aragon Kralı II. Ferdinand istekli ve yayılma arzusu ile dolu bir aristokrat kesime sahiptiler. Bu kesimi tatmin etmek ve bir araya getirdikleri yönetimi güçlendirmek adına harekete geçtiler. Bu durum, yeni dünyanın keşfine verilen desteği açıklıyor. Müslümanların İberya’daki son kalesi olan Gırnata’nın fethinin de kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. 1492 yılında Müslümanları kesin bir yenilgiye uğratan İspanyollar Gırnata Emirliğine son verdiler ve tarihin gördüğü büyük insanlık dramlarından birini başlattılar. Müslümanlardan şehri teslim alırken verdikleri sözlere uymayacaklar, Müslümanların ve Yahudilerin din özgürlüklerini ellerinden alıp bir asimilasyon sürecine başlayacaklardır. Bu da beraberinde yıllara yayılmış büyük göç dalgalarını getirecektir. Müslümanlar ve Yahudiler Kuzey Afrika, Osmanlı toprakları gibi onlara kucak açan topraklara yöneleceklerdir. İşin Osmanlı kısmını es geçersek Kuzey Afrika’da şartların ilginçleştiğini görmeye başlarız.

Yurtlarından atılan Gırnatalılar açısından durum pek parlak değildi. Mal ve mülklerini de kaybetmişlerdi. Üstelik yeni vatanları verimli İspanya toprakları gibi de değildi.  Çaresiz kalan Gırnatalıların alamadıkları ürünleri çalmaktan başka şansı kalmamıştı. Çoğu Gırnatalı küçük ekipler halinde yağma ve hırsızlığa başladı. Yağmalamaya ise en iyi bildikleri topraklardan başladılar: İspanya. Yerlileri oldukları yerden kovulan Endülüslüler aynı yerlere başka bir kimlik ile dönüyorlardı. Şunu belirmekte fayda var: Yaptıkları iş korsanlıktan ziyade bir deniz eşkıyalığı idi ve İspanya Krallığına, halkına zarar verseler bile asla ciddi etkiler oluşturamayacaklardı. Gırnatalıların avantajı İspanyolcayı çok iyi konuşmaları ve bölgeyi çok iyi tanımalarıydı. Öyle ki rahatlıkla yerel halkın arasına sızabiliyorlardı. Belki güçlü İspanyol İmparatorluğuna karşı varlık göstermekte zorlanabilirlerdi ama bir oyun değiştirici faktör kendisini gösterdiğinde, Endülüslerin bölgeye dair bilgileri önem arz edecekti.

B. Doğu Akdenizliler Geliyor (2. Nesil)

Hikâye bir Osmanlı taht kavgası ile başlıyor: 2.Bayezidin oğulları Şehzade Korkut, Şehzade Ahmet ve Şehzade (Sultan) Selim arasında gerçekleşen Osmanlı tarihinde iyi bilinen bir kavgayla. O sırada Ege adalarında korsanlık yapan korsanlarımız Barbaros kardeşler (Oruç ve Hızır Reis) Şehzade Korkut’tan yana taraf olma tercihinde bulunurlar. Bu stratejik hatanın bedelini de I. Selim tahta çıkınca canlarını kurtarabilmek için Batı’ya kaçmak zorunda kalarak öderler (1512.)

Başlangıçta Tunus yönetimine bağlı olarak korsanlık yapsalar da yönetimle araları çabuk açılır. Bu sırada İspanyollarla sıkıntı yaşayan Cezayir Yönetimi Barbaros Kardeşleri Cezayir’e davet eder. Onlar da burada bir darbe yaparak Cezayir yönetimini ele geçirecekler, İspanyol hükmüne engel olacaklardır (1516) ve bu sayede Cezayir, Barbaros Kardeşlerin bayrağı altında birleşmiş Doğu Akdenizli, yetenekli reislerin üssü haline gelecektir. Endülüslüler ile karşılaştırıldıklarında askerî açıdan çok daha üstün olan bu reisler sadece denizde değil karada da orduları himaye etmeyi iyi biliyorlardı. Üstelik Anadolu’dan düzenli asker ikmali de yapabiliyorlardı. Osmanlı Sultanı I.Selim ile ilişkiler de düzeltilmişti. Bu durum Kuzey Afrika’da işlerin değiştiğini gösteriyor. Ciddi bir güç haline gelmeye başlayan Doğu Akdenizlilerin yükselişini durdurmak isteyen İspanya, Cezayir’e saldıracak ve Oruç reisi şehit edecektir (1518.) (5) Hızır Reis Cezayir’i elinde tutamayacağını anlar ve Cezayir’in daha doğusundaki Cicel’ e çekilir. 1525 yılına geldiğimizde ise korsanlıkla zenginleşmiş ve Kuzey Afrika’daki yerini sağlamlaştırmış Hızır Reis, Cezayir’e geri dönecek ve İspanyolları gönderecektir. Bundan böyle Cezayir, 19.yüzyılda sonlandırılıncaya kadar korsanlığın kalbinin attığı yerlerden en önemlisi olacaktır.

Hikâyenin devamında Osmanlı İmparatorluğuyla ittifak yapan korsanlarımızın başına gelen olayların oldukça kanlı ve heyecanlı olduğunu belirtelim. Başka yerlerde fazlasıyla üzerinde durulduğu için bu kısma çok girmeyeceğiz. Söylemek istediğimiz temel şey bu ittifaktan iki tarafında o dönemin şartlarında kârlı çıktığıdır. Korsanlar Osmanlının ekonomik ve lojistik gücünü kullanmış, Osmanlı ise denizlerdeki askeri zayıflıklarını korsanlar sayesinde kapatmıştır. 3. nesile geçmeden önce Doğu Akdenizli korsanlarımızın geldikleri yerleri unutmadıklarını söyleyelim. Elimizdeki veriler birçoğunun doğdukları topraklara geri döndüğünü göstermiştir. İşin ilginç yanı bu memleket sevgisini yanlarına korsan alırken de görmemiz. Tıpkı Memluklerde olduğu gibi Cezayir’deki korsanlar da yerel halkı yönetime karıştırmamış ve kendi bölgelerinden gelen kişilere reislik vermeye daha yakın olmuşlardır. Elbette yine istisnalarımız mevcuttur ama bunların kaideyi bozmayacağı da malum.

C. Akdenizli Mühtediler (3. Nesil)

Mühtedi: Dönme(6)

Bir önceki paragrafta Doğu Akdeniz korsanlarının kendi bölgelerinden gelen kişileri yanlarına almakta daha istekli davrandıklarını söylemiştik. Bununla birlikte elimizdeki veriler bize korsanlarımızın bu davranışlarını koruyamadıklarını ve Avrupa’nın farklı yerlerinden gelen mühtedilere reislik verdiğini gözler önüne seriyor. Akdeniz’in azizliği bir kez daha karşımıza çıkıyor. Akdeniz denizciye olan talebin arzdan daha fazla olduğu bir yer. Bu da bir denizciyi çok değerli yapıyor.  Denizcilerin az ve değerli olduğu bu ortamda, bir yerden sonra kimi yanınıza alacağınızla ilgili seçim yapmak gibi bir lüksünüz olmuyor. Mühtedi kısmını uzun uzadıya anlatmak gibi bir niyetimiz yok. Burada bilinmesi gereken temel şey din kavramının Akdeniz’de oldukça muğlak olmasıdır. Açlığın ve ölümün kol gezdiği bu coğrafyada kurallar ana karadaki gibi işlememektedir. Din değiştirmek sık rastlanılan bir durumdur (tabi bu ayrıldığınız dinin mensupları tarafından hoş karşılandığı anlamına gelmez.) Üstelik kimsenin inancını sorgulamanın bize düşmediğini bilmemize rağmen korsanların inandıkları dine ne kadar bağlı olduğunun da bir tartışma konusu olduğunu belirtelim.

D. Kuzeyli Mühtediler (4.Nesil)

Coğrafi keşiflerle birlikte Akdeniz ticareti eski şaşalı günlerini kaybetmeye ve kadim ticaret yolları okyanuslara taşınmaya başladığında korsanlarımız bu yeni şartlara uyum sağlamak isteyeceklerdir. Karşılaştıkları ilk problem de deneyimlerinin ve gemilerinin Akdeniz’e özgü oluşudur. Bu sorunun çözümü ise beklenmedik yerlerden çıkıp gelecektir.

Karayipler, İngiliz ve İspanyol kolonileri arasındaki savaşlar o bölgede savaşan bir askeri güruhu oluşturmuştu. En sonunda devletler arasında sağlanan sulh bu askerlerin işsiz kalmasına yol açtı. Onlar da bu işsizliğe basit bir çözüm buldular: Kuzey Afrika’daki korsanlara katılmak. Akdeniz korsanlarına yelkenli gemi kullanmayı öğrettiler. Bu sayede Akdeniz korsanları da çalışma alanlarını genişletebildiler. Karayiplerden gelen korsanlarımızın arasında din değiştirmeyenlerin de bulunduğunu belirtelim(7).  Çoğunluğu Hollandalı, Fransız ve İngiliz olan bu korsanlar memleketleriyle olan organik bağlarını da koruyacaktır. İlk bölüm de bahsettiğimiz konsoloslukların açılmasında bu korsanların da şüphesiz etkisi vardır.

Bölüm Dört: Son Değerlendirme

Bu ana kadar verdiğimiz bilgilerin temel amacı en sonunda bu bölümü daha anlaşılır kılabilmektir. Görüldüğü üzere korsanlık doğrudan bir ulusa mal olmamıştır.  O anın şartları, bölge insanlarını daha çok ya da daha az korsan olmaya teşvik etmiştir. Korsanlık bir dine ya da mezhebe ait olmamıştır. Birçok dinden gördüğümüz korsanlar bize bunu göstermektedir. (Örnek vermek gerekirse Rodos Şövalyeleri Katolik’tir, Doğu Akdenizliler Müslüman, 4. Nesilde Hollandalılar Protestan, İngilizler Anglikan’dır.)  Görüldüğü üzere korsanlık kendine ticari açıdan zayıf yerleri mesken tutmuştur ama zaten bu bölgelerin de dünyaya dâhil olmasının tek yolu bu değil midir? Korsanlık bir tercihten fazlasıdır. Ekonominin, coğrafyanın, siyasetin, dinin etkisinde gelişmiş bir kurallar bütünüdür. Bu korsanları tanıyan ve korsan diyarlarına konsolosluklar açan da bu Avrupalı devletler değil midir? Korsanlık, rüzgârın dahi aleyhlerine estiği bir coğrafya da ekonomik çaresizliğe bir cevap olarak doğmuş, kurallarla ve siyaset ile şekillendirilmiş, döneminin şartlarına göre bünyesine farklı milletlerden insanları almış bir gerçekliktir ve kesinlikle eşkıyalıktan, hırsızlıktan daha fazlasıdır.

Bu yazıyı yazarken Emrah Safa Gürkan’a ait olan ”Sultanın Korsanları” kitabından faydalandığımı belirtmek isterim. Tarihteki kirli bilgiyle dolu konulardan biri olan korsanlık konusunda beni aydınlatan bu kitabı, herkese tavsiye ederim. Korsanlık kavramını üzerinde durdum. Çünkü aslında korsanlığın nasıl ve en önemlisi neden ortaya çıktığını ifade etmek istedim. Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle. Hür kalın, hoşça kalın.

Notlar

1-Yazının gidişatını bozmamak için bunun bir genelleme olduğunu burada belirtmemeyi tercih ettik.

2-“Fersah”. 2020. Tr.Wikipedia.Org. https://tr.wikipedia.org/wiki/Fersah.

3-Tunus ‘un özel bir durumu olduğunu belirtmek gerek. Tunus Kuzey Afrika’daki üretimin olduğu ender yerlerden biridir. Bu durum Tunusluların fırsatını bulduğunda korsanlığı bırakıp ticarete girişmesine neden olacaktır.

4-İberya Evliliği olarak da bilinen bu olay Aragon ve Kastil taçlarının birleşmesine yol açmıştır. Avrupa’nın ilerleyen zamanlarına göz atıldığında bu evliliğin sadece İberya’da değil tüm Avrupa da güç dengelerini değiştirdiğini görmek mümkündür.

5-Bakınız: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Barbaros Hayreddin Paşa

6-Sözlük, Türk. 2020. “Türk Dil Kurumu | Sözlük”. Sozluk.Gov.Tr. https://sozluk.gov.tr/.

7-Bakınız: Zymen Danseker

Akın Giray ÇAKAL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir