Papalık Ve İmparatorluk İlişkisinin Doğuşu
Yazımıza Hristiyanlığın Roma topraklarında nasıl egemen din haline geldiğini kısaca anlatan bir girizgâhla başlayalım.
Roma İmparatoru I. Constantine’in 313 yılında ilan ettiği Milano Fermanı ve 379 yılında imparatorluk tahtına oturan I. Theodosius’un, hükümranlığı döneminde Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini kabul etmesiyle Roma İmparatorluğu topraklarında egemen din, Hristiyanlık olmuştur. Ardından İmparatorluğun ikiye ayrılışı, Batı Roma’nın yıkılışı ve bu topraklarda meydana gelen keşmekeş, bir iktidar boşluğu yaratmıştır. İşte bu boşluğu yüzyıllar boyunca iki güç odağı doldurmuştur: Papalık ve İmparator.
Orta Çağ boyunca bu mücadele sürmüş, 13.yüzyılda ise doruk noktasına ulaşmıştır. Yüzyıllar boyunca gücünü yavaş yavaş arttıran papalık, imparatora karşı galip gelmiştir. Lakin bu zafer pek de uzun sürmemiştir. 15.ve 16.yüzyıllarda modern devletin atası olarak nitelendirilen güçlü monarşiye sahip merkezi devletlerin ortaya çıkmasıyla beraber papalık siyasi iktidarını yitirmeye başlamıştır. Rönesans ve Reform hareketleri, Aydınlanma Çağı gibi süreçlerin ardından Kilisenin gücü kırılmıştır. Günümüzde ise Papalık, sembolik bir kurum halinde varlığını sürdürmektedir.
Yüzyıllar boyunca süren olaylara dair bu kısa girizgâhımızın ardından yazımızın asıl odaklanacağı noktayı aktarmalıyım sizlere. Bu yazımızın devamında yukarıda kısaca aktardığımız papalık ve imparatorluk ilişkisinin nasıl kurulduğunu biraz daha detaylı olarak inceleyecek, ardından aralarındaki çekişmenin 13.yüzyılda nasıl Papalığın zaferiyle sonuçlandığını analiz edeceğiz. Ayrıca 13. Yüzyılın önemli tarihi şahsiyetlerinden biri olan, döneminin üzerinde bir entelektüel düzeye ve kişiliğe sahip II. Friedrich’in sıra dışı yaşamından sizlere kesitler sunacağız. Verdiğimiz bu planın ardından yazımıza devam edelim.
5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışıyla beraber Roma topraklarında meşru yönetici olarak nitelendirilebilecek tek imparator vardı: Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis’te hüküm süren imparatorlar. İşte bu imparatorlardan I. Justinianus, 527 yılında tahta çıktı. Kendisine bir gaye belirlemişti: Roma İmparatorluğunu ihya etmek. Bu amaç doğrultusunda İtalya ve eskiden Batı Roma’nın himayesinde olan çeşitli toprakları fethetti. Justinianus hüküm sürdüğü zaman diliminde aynı zamanda hukuk alanında da Roma İmparatorluğunu birleştirmeye çalışmıştır. Özellikle Roma Hukukuna dair hazırlattığı Corpus Iuris Civilis adlı derleme, oldukça önemli bir eserdir. Lakin Justinianus’un bu hayalleri başarıya ulaşamamıştır. 565 yılındaki vefatının hemen ardında fethetti İtalya toprakları Lombardların saldırısına uğradı. İskandinavya’dan gelen Germen kökenli bir halk olan Lombardlar, bu toprakları ele geçirdi.
Lombardların gelişiyle beraber Papalık giderek Doğu Roma İmparatorunun himayesinde kurtulmaya başladı. Aslında Papalık pek çok açıdan Grekleri Lombardlara tercih etmekteydi. Doğu Roma İmparatorunun otoritesi meşruydu ve Grekler uygar bir halktı. Lombardlar ise Papalığa göre sadece barbar birer gaspçıydılar. Lakin yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından, artık Doğu ve Batı’nın ayrılışı zorunlu hale gelmişti.
Kendini Lombardların tehlikesinde hisseden Papalık, bir müttefik, bir koruyucu ihtiyacı duydu. Bu çerçevede Franklara başvurdu. III. Pepin ve Lombardlardan kaçan Papa III. Stephanus arasında bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre Frankların krallığına Papalık sahip olduğu yetki ile meşruiyet verecek, Franklar da İtalya’yı Lombardların elinden kurtarıp Papalığa koruma sağlayacaktı. İşte bu antlaşmanın sonucuna III. Pepin’in oğlu Charlemagne ile ulaşıldı. Charlemagne İtalya’da Lombardlarını kesin bir yenilgiye uğrattı, Almanya’nın büyük bir bölümünü fethetti ve sonunda 800 yılında Roma’da Papanın elinden İmparator olarak taç giydi. İlerleyen zamanlarda Charlemagne’nin hanedanı olan Karolenj Hanedanının zayıflaması ile 962 yılında ilk Alman İmparator olarak I. Otto Papanın elinden taç giydi. Artık Papanın ve Hristiyan dünyasının koruyuculuğu görevini Almanlar üstlenmişti.
İşte böylece Batı Roma’nın yeni bir varisi, Papalığın yeni bir koruyucusu yaratılmıştı. Lakin Papalığın, koruyucusu olan İmparatorla olan yakınlığı, zaman geçtikçe bir düşmanlığa dönüşecekti.
Papa ve İmparator Orta Çağın meşru iktidar teorisinin iki ayağıydı. İkisi de karşılıklı bağımlılık içindeydi. Bu iki güç odağı arasında sürtüşmeler yaşanıyor ve mücadeleler meydana geliyordu. Papalık, İmparatora bu görevini yerine getirirken sergilediği davranışların Hristiyanlıkla çakıştığını düşünürse tenkitlerde bulunuyor, hatta zaman zaman müdahale etmeye kalkışıyordu. İmparator’da Papalığın bu müdahalelerinden rahatsızlık duyuyor ve Papalığı kendi kontrolü altına almaya çalışıyordu.
Bu iki güç arasındaki mücadeleler yüzyıllarca sürdü. Ve Papalık giderek gücünü arttırdı, 13.yüzyılda ise kesin zaferini elde etti. Lakin bu zafer, onun ahlaki otoritesini yitirmesine sebep olacaktı. İlerleyen yüzyıllarda ise bu otoritenin yitirilmesi Papalığa karşı çeşitli muhalif güçlerin ortaya çıkmasına ve aynı İmparatorluk gibi Papalığın da güç kaybetmesine neden oldu. 13.yüzyıl, yani Papalığın İmparator karşısında mutlak zaferini kazandığı yüzyılı ve bu dönemin önemli İmparatoru II. Friedrich’in yaşamını inceleyerek devam edelim.
13. Yüzyıl: Papalığın Zafer Yüzyılı
13.yüzyılın başında Papalık makamında III. Innocentius bulunmaktaydı. III. Innocentius, Papalığın uhrevi liderliğinden, kutsallığından ve dini önderliğinden çok dünyevi işlerle alakadar olan bir Papaydı. Politika yapıyor, dönemin krallıklarıyla çıkarları uğruna çatışıyor ve Papalık adına haklar talep ediyordu. III. Innocentius’un Papalığı sırasında onun politik amacına ulaşamadığı tek önemli olay olmuştu: 4. Haçlı Seferleri. Innocentius, bu haçlı seferinin Kudüs’ü kurtarmak gayesiyle hazırlanmasını sağlamıştı. Lakin dönemin Venedik Doju(Şehrin yöneticisi) Enrico Dandolo haçlı ordusunu Konstantinopolis’i kuşatmak için ikna etmiş ve 1204 yılında Konstantinopolis’te bir Latin İmparatorluğu kurulmuştur. Bu İmparatorluk dönemin şehir halkı üzerinde öyle kötü bir hatırat yaratmış, şehrin değerleri öyle aşağılanıp yağmalanmıştır ki Ortodoks olan halkta Katolik Latinlere karşı büyük bir nefret duyulmaya başlanmıştır.
Norman kralların varisi Constance ile evli olan İmparator VI. Heinrich 1197 yılında vefat etti. Sicilya’yı fethetmiş olan bu İmparator öldüğünde oğlu Friedrich sadece 3 yaşındaydı. Sicilya kralı olarak tahta çıkarılan II. Friedrich’in yardım almadan bu tahtta kalabilmesi mümkün gözükmüyordu. Krallıkta kargaşa hâkimdi. Bunun neticesinde Friedrich’in annesi Constance Papaya yardım için başvurdu. Papa, Friedrich’in vasiliğini üstlendi ve Sicilya’daki haklarının tanınmasını sağladı. Papalığın bu dönemde politik gücü o kadar yüksek seviyedeydi ki dönemin hiçbir Avrupa kralı Papaya karşı gelemedi, gelse bile İngiltere Kralı John gibi Papalığın gücünü kabul etmek zorunda kaldı.
Friedrich çağının ötesinde bir karakterdi. Sicilya’da yetişmişti. Sicilya, Normanlar tarafından 11.Yüzyılda tekrar fethedilene kadar Arapların elindeydi. Araplar, bu yüzyıllarda felsefe ile ilgilenen, Aristo, Platon okumaları yapan bir halktı. Hatta yaptıkları Grek çevirileri ve İbn Rüşd gibi değerli filozofları Hristiyan felsefesine büyük katkılarda bulunmuştu. II. Friedrich’in döneminde Sicilya’da Arapların kültürel etkisi hala devam etmekteydi. Ayrıca bu adada Doğu Roma, İtalyan ve Alman kültürleri de mevcut idi. İşte II. Friedrich böyle bir ortamda yetişmişti. Friedrich; altı dili akıcı bir şekilde konuşan, teoloji ve felsefeye ilgi duyan, Müslümanlarla dostluklar kurabilen, entelektüel ve zeki bir insandı. Nitekim sahip olduğu bu özellikler, onun avantajı olacak, aynı vakitte her dönemin olağandışı insanlarına yapıldığı gibi zaman zaman onu tahakküm altında bırakacaktı. II. Friedrich’e dair verdiğimiz bu bilgilerin ardından İmparatorluğuna giden yolda başından geçen olaylarla devam edelim.
İlerleyen dönemlerde Roma İmparatorluğu unvanı için mücadeleler yaşandı. Papa, ilk başlarda kardeşiyle mücadele içinde olan IV. Otto’yu destekledi ve kendisine 1209 yılında İmparatorluk tacını giydirdi. Lakin Otto, Papalığa verdiği sözlerle ters düştü ve 1210 yılında Papa III. Innocentius tarafından aforoz edildi. Ardından yaşanana mücadelelerin ardından Papanın vesayeti altında olan II. Friedrich 1212 yılında Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giydi, böylece İmparatorluk unvanı için çatışmalar sona ermişti. 1216 yılında Papa III. Innocentius, vasiliğini yapıp İmparator unvanını alması için çabaladığı bu gencin, Papalığın başına nasıl belalar açacağını göremeden hayata gözlerini yumdu. 1218 yılında ise Friedrich’in mağlup ettiği IV. Otto öldü, böylece Friedrich’in tahtı tamamen güvendeydi.
Yeni Papa III. Honorius başlangıçta Friedrich ile iyi geçiniyordu, lakin çok geçmeden çatışmalar meydana gelmeye başladı. Friedrich 5. Haçlı seferlerine çıkacağını söylese de bu seferlere katılmadı. Ayrıca İtalya’da bulunan Lombardiya kent devletleriyle de problemler yaşıyordu. Lombardiya kentleri, Alman olduğu için Friedrich’ten nefret etmekteydi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken 1227 yılında Papa III. Honorius yaşamını yitirdi. Yerine IX. Gregorius geçti. Bir noktayı belirtmem gerek, Papalar değişse bile izlenen politikalar III. Innocentius’un ki ile aynıydı: Papalığın sadece uhrevi değil dünyevi iktidarını da tescil etmek. İşte bu çerçevede Papalar, İmparatorun güçlenmesinden haz etmiyorlar ve onun gücünü kırmaya çalışıyorlardı.
Akıllarınıza Papalığın dünyevi iktidar üzerinde hak iddia etmesinin dayanağının ne olduğu sorusu takılmış olabilir. Neticede Papalık sadece dini bir kurumdu ve Avrupa toprakları üzerinde meşru bir iktidar talep etmesi mantıksız idi. Bunun sebebi, Constantinus Bağışı olarak adlandırılan belgedir. Bilindiği üzere I. Constantinus, Konstantinopolis’in kurucusu ve Hristiyanlığı kabul eden ilk imparatordu. Papalığın iddia ettiğine göre Constantinus, günümüz İstanbul’unda yeni bir Roma kurunca(Nova Roma) eski Roma toprakları olan Batı Roma topraklarını Papaya bağışlamıştı. İşte bu vasiyet, Papalığın dünyevi iktidarının kaynağı olarak görülmekteydi. Bu vasiyet muhtemelen Papalığın yukarıda bahsettiğimiz III. Pepin ile yaptığı antlaşmayı meşru zemine dayandırmak gayesiyle hazırladığı bir belgeydi. Yani sahteydi. Lakin Orta Çağ boyunca tamamen gerçek kabul edildi ve doğruluğu sorgulanmadı. İlk kez Rönesans zamanında 1439 yılında Papalığın Sekreterliği görevini de yürütmüş olan Lorenzo Valla tarafından reddedildi. Ardından yaşanan Reform hareketleri, mutlak monarşilerin ortaya çıkışı ve Papalığın gücünün kırılışı gibi gelişmeler bu belgenin değerini yitirmesine ve kabul edilmemesine sebep oldu.
Bu bilgileri aktardıktan sonra II. Friedrich-Papalık mücadelesine devam edelim. Yeni Papa IX. Gregorius bir haçlı seferinin daha peşindeydi. Nitekim bunun sonucu olarak 6. Haçlı Seferleri hazırlıklarına başlandı. 1227 yılında II. Friedrich ordusuyla beraber yola çıktı, lakin askerleri arasında çıkan bir salgın hastalığı bahane göstererek geri döndü. Bunun neticesinde Papa IX. Gregorius, II. Friedrich’i aforoz etti. Böylece Papa, gücün kimin elinde olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Lakin 1228 yılında II. Friedrich hala aforozlu iken 6. Haçlı Seferlerine ordusuyla beraber çıktı. Friedrich, Kudüs kralının kızı ve varisiyle evliydi. Bu yüzden kendini Kudüs krallığının da İmparatoru olarak görüyordu. Bu sefer sonucunda Kudüs’ü barışçıl bir şekilde elde etti. Sultan Kamil ile yaptığı antlaşma neticesinde artık o, Kudüs’ün de İmparatoruydu.
Bu gelişmeler Papayı daha da kızdırdı. Aforoz ettiği birinin kendi komutası dâhilinde olmadan bir haçlı seferi düzenlemesi ve üstüne kâfir olarak gördüğü, nefret ettiği Müslümanlarla uzlaşarak Kudüs’ü elde etmesi kabul edilebilir değildi. Lakin Friedrich’in başarısı ortadaydı. Sonuç olarak Papa bunu kabullenmek zorunda kaldı ve 1230 yılında Papa ile İmparator arasındaki barış geri geldi.
Bu barış yıllarından İmparator, kendini Sicilya Krallığının işlerine verdi. Napoli’de önemli bir üniversite kurdurdu, bütün iç gümrükleri kaldırdı, yeni bir kanunnameyi yürürlüğe soktu ve yüzyıllar sonra Batı’daki ilk altın parayı bastırdı. Friedrich’in 1237 yılında Lombardiya Birliği ile tekrar çatışmaya girmesiyle bu barış dönemi sona erdi. 1241 yılında Papa IX. Gregorius öldü. Lakin Papaların ölümü, politikalarını değiştirmiyordu. 1243 yılında seçilen yeni Papa IV. Innocentius da selefleri gibi İmparator düşmanıydı. Papa, Friedrich’e karşı bir haçlı seferi başlattı, onu tekrar aforoz etti ve tamamen İmparatorun aleyhine bir politika izledi. Tüm bunların neticesinde II. Friedrich giderek daha da zalimleşti. Hatta Friedrich bu mücadeleler sırasında yeni bir din kurmayı bile düşündü.
Friedrich’in Papalığa karşı mücadelesi 1250 yılında ölene kadar devam etti. Lakin bu mücadele sonucunda Papalığa karşı bir üstünlük kuramadı. Çünkü Friedrich, sadece Papalık üzerinde değil tüm Avrupa devletleri üzerinde hâkimiyetini kabullendirmek istiyordu. Buna Lombard kentleri karşıydı ve Lombard kentleri, Alman olduğu için ondan pek haz etmiyorlardı. Ayrıca müttefiklik kurması gerektiği heretiklere (Papalığın sapkın öğreti mensubu ilan ettiği kişiler) Papayı memnun edebilmek için asi gibi davrandı ve eziyet etti.
Friedrich vefat ettiğinde Papalık üstünlüğünü tam olarak ilan etmemişti. Lakin Friedrich’in halefleri onun kadar yetenekli ve güçlü birer İmparator değillerdi. Neticede Papalık aşama aşama İmparator karşısında üstünlüğünü elde etti. Artık İmparator ve Papa eşit, birbirine bağımlı iki güç odağı değildi. Artık üstün olan güç Papa idi.
13.Yüzyıl, Papalığın mutlak zaferini ilan ettiği bir yüzyıl oldu. Ayrıca bu yüzyıl içinde yaşamış Thomas Aquinas Kilisenin skolastik felsefesinin temellerinin oturtulmasını sağladı. Skolastik düşünce ve Thomas Aquinas başlı başına ayrı olarak incelememiz gereken bir husus. O yüzden bu bilgiyi vermekle yetineceğim. Son olarak yukarıda belirttiğimiz gibi Papalığın bu zaferi çok uzun sürmeyecek. Gelecek iki-üç yüzyıl içinde yaşanan gelişmeler, İmparator gibi Papanın da gücünü yitirmesine sebep olacak ve yeni bir çağ başlayacak. Bu konuyu da belki başka bir yazımda inceleriz.
Bu yazıyı hazırlarken Bertrand Russel’ın Batı Felsefesi Tarihi, Cilt 2 eserinden ve geçmişte yaptığım okumalar neticesinde haiz olduğum bilgilerden yararlandım. O yüzden kaynakça bölümü hazırlamak yerine bu cümleleri kurmakla yetiniyorum. Görüşmek üzere, sağlıkla kalın.