Jane Grey: 9 Günün Kraliçesi

/ / TARİH

Bu yazımda size, saltanatı gibi ömrü de kısacık olan bir tarihi figürden, Lady Jane Grey’den bahsedeceğim. Jane Grey, İngiliz tarihindeki ilgi çekici karakterlerdendir. Ancak bu ilginin ve ünün sebebi başarılarla veya regülasyonlarla dolu bir hükümden değil sadece ama sadece 9 gün süren hüküm süresinden kaynaklanmaktadır. Şimdi sizinle, okuyan herkesi hüzünlendiren bu hayat hikayesini biraz inceleyelim.

Jane, 12 Ekim 1537’de Leicester yakınlarında Bradgate Park’ta doğmuştur. Babası Suffolk Dükü Henry Grey, annesi ise Frances Brandon olan Jane her iki soydan da asil olmasına rağmen tahta olan yakınlığı ve varis sırasına girebilmesi annesinin soyu ile mümkün olmuştur. Jane’in taç giymesinin nasıl mümkün olabildiğini anlamamız için bu soyu incelemeliyiz. Annesi Frances, Mary Tudor’un kızıydı. Daha sonra ismini anacağımız bir Mary Tudor daha olduğu için karıştırmamaya dikkat edin, burada bahsettiğimiz Mary Tudor, Kral 7. Henry’nin kızı ve Kral 8. Henry’nin kız kardeşidir. Öyleyse Jane Grey, ilk Tudor kralı 7. Henry’nin torununun kızı oluyor. Tahta çok yakın olmasa bile burası İngiltere Kraliyeti değil mi? Kim yaşayacak, kim ölecek veya kim desteklenecek hiçbir zaman belli olmuyor.

Soyağacı konusunu şimdilik yeteri kadar açıkladığımıza göre, devam edebiliriz. Jane, eğitimini Hatfield kentinde dönemin en seçkin öğretmenlerinden aldı. Eğitimini alırken yalnız değildi; onunla aynı yaşta olan Prens Edward (Dönemin Kralı 8. Henry’nin oğlu), yine yakın yaşlardaki Prenses Elizabeth (Dönemin Kralı 8. Henry’nin kızı) ve Jane’in iki kız kardeşi de burada hep birlikte eğitim görüyorlardı.

Jane’in tahta geçmesindeki en etkili sebep şüphesiz ki Protestan olmasıydı. Taht sırasında ondan önce gelen yasal varisler olmasına rağmen sırayı yok sayıp Jane’in başına kondurulan tacın sebebi olan bu Protestanlık neden bu kadar önemliydi? Bunun için biraz geriye gidip Kral 8. Henry’nin neden ülkesini Katolik kilisesinden ayırdığına bakalım. Vatikan ile ayrılmadaki ivmeleyici güç, Papa ve Kilise Genel Kurulu’nun bir doktrin kararı vermesidir. Vatikan’da yeni kabul edilen kilise hukuku yasasına (code of canon law) göre, Kilise vergileri doğrudan Vatikan’a ödenecek ve Papa, psikoposların atanması hakkında son söz sahibi olacaktı. Katolik Vatikan Kiliseden ayrılınmasından sonra ise Kraliyet Üstünlüğü (Royal Supremacy) Yasası ile İngiliz monarşisi yeni kurulan ulusal İngiltere Kilisesinin üst yöneticisi olmuş oldu. Doktrinel (fıkhi) ve yasal konulardaki tartışmalar sona erdi ve papalık o güne kadar ödenen vergilerden ve piskoposların atanmasında söz sahibi olma yetkilerinden yoksun bırakıldı.

Bu yüzden kraliyet bu yetkiyi ve gücü bir daha bırakmak istemiyordu. Yönetimin yanı sıra halk da özellikle Almanya’dan yayılmaya başlayan Protestanlık düşüncesinin etkisine girmeye başlamıştı. Kuzeyde, İskoçya’da ve kuzeybatıda İrlanda’da hala Katolik inancı oldukça baskın olarak devam etse de İngiltere’deki halk kitleler halinde Protestan olmaya başlamıştı. Böyle bir ortamda bir sonraki hükümdarın mezhebi çok önemliydi. Bu yüzden hem Protestan kesim hem de Katolik kesim kendi adaylarını güçlendirmek için arka planda büyük çalışmalar gerçekleştiriyorlardı. Çünkü kralın hem Protestan hem de Katolik olan çocukları vardı. Ancak bu yarışta avantaj Protestanlardaydı. Çünkü kralın yaşayan tek oğlu Protestan’dı ve kendisinden önce doğan ablaları olsa da erkek olduğu için taht sırasında önde geliyordu.

1547 yılına geldiğimizde, tarihin en çok tanınan, hakkında en çok yazılıp çizilen, hayatı kitaplara, dizilere ve filmlere konu olan henüz 17 yaşında tahta çıkıp 38 yıl hüküm süren Kral 8. Henry 55 yaşında Whitehall Sarayı’nda öldü.

Ölümünden sonra tahta, her şeyden çok arzuladığı ve nihayet 1537 yılında doğmuş olan erkek evladı Edward geçti. Henry’nin daha önce de oğulları olmuştu ancak hiçbiri Jane Seymour ile evliliğinden doğan Edward kadar uzun yaşamamışlardı. Fakat ne yazık ki bu çocuk da tahta geçtikten bir süre sonra sık sık hastalanmaya başlamıştı. Genç kral Edward’ın evliliği konu olduğunda gündemdeki aday, çocukluğunun da birlikte geçtiği, hanedandan ve Protestan olan Lady Jane Grey’di. Ancak yaşlarından ve kralın hastalığından ötürü bu konu ara ara görüşülmekle birlikte genellikle askıya alınmıştı. İleriki yıllarda anlaşıldı ki genç kralın hastalığı veremdi. 1553 yılında henüz çok küçükken hayatını kaybetti. Ölmeden önce son zamanlarını yaşadığı saray çevresince anlaşıldığından John Dudley tarafından bir vasiyetname metni oluşturuldu. Bu metne göre ablaları Prenses Mary Tudor’u ve Prenses Elizabeth Tudor’u gayrimeşru sayıyor ve tahtı Lady Jane Grey’e bırakıyordu. Edward ölmeden hemen önce değiştirilen bu vasiyetnameyi imzaladı. Protestan kesim, taht savaşında yine avantajı ellerine almıştı.

Artık yazımın bu kısmında Jane Grey tekrar sahneye çıkıyor. Başına konulacak taç için birçok oyun dönen Jane, kendi iradesinin dışında gerçekleşen gelişmeler sonucunda, muhtemelen henüz ne olduğunu anlamaya çalışırken kendisini taç giymeye hazırlanırken buldu. Edward’ın vasiyetini değiştiren faktörün John Dudley olduğunu birkaç cümle önce söylemiştim. Dudley tabi ki kendi çıkarlarını gözetmişti ve pazarlığını çoktan yapmıştı. Northumberland Dükü John Dudley, Edward’ın öleceğini anladığında taht için en uygun adayın Jane olacağını görmüş ve oğlu Guildford Dudley ile Jane Grey’in evlenmesi için iki aile anlaşmışlardı. 25 Mayıs 1553’te ikili evlenmişlerdir. Zaten Kral Edward da çok kısa bir zaman sonra 6 Temmuz 1553’te hayatını kaybetmişti.

John Dudley ve Henry Grey’in planları yolunda gidiyordu, çocukları evlenmişti ve Jane, 10 Temmuz Pazartesi günü İngiltere kraliçesi ilan edilmişti. Onlar bu işin artık çözüldüğünü, hükümdarı belirlediklerini düşünseler de çok büyük bir tehlike vardı ve öfkeyle yaklaşıyordu. Tahtın gerçek sahibi, Mary Tudor.

Yazımın ilk kısmında daha sonra bir Mary Tudor’dan daha bahsedeceğimi söylemiştim. Şu an bizi ilgilendiren Mary Tudor, Kral 8. Henry ile ilk ve en uzun evliliğini yaşadığı eşi Aragon Prensesi Katherine’nin kızıdır. İspanyol Prenses Katherine çok inançlı ve dinine sıkı sıkıya bağlılığıyla tanınan, İngiliz halkı tarafından çok sevilen hatta 8. Henry’nin eşleri arasında en çok sevilen kraliçedir. Kızı Mary’yi de aynı dini disiplinde yetiştirmiştir. Neredeyse tüm saray halkı, babası ve diğer kardeşleri Protestan olsa da Mary aralarında oldukça katı bir Katolik olarak kalabilmiştir. İşte tam bu sebeple de saray çevresi tarafından tahta aday gösterilmemektedir. Bu nedenle kendisini gayrimeşru ilan edip tahttan uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak Mary’nin de destekçileri vardır. Hatta hem hala Katolik olan büyük bir kesim olması hem de annesi eski kraliçeyi çok sevmelerinden dolayı halk tarafından çok desteklenmiştir. İngiltere’de olduğu kadar da dışarıdan, özellikle de annesinin memleketi İspanya tarafından destek görmüştür.

Tahtın gerçek sahibi olduğuna yönelik inancı ve destekçileri ile Mary Tudor, 19 Temmuz’da, Jane kraliçe ilan edildikten tam 9 gün sonra iktidarı ele geçirmiş, Jane’i tahttan indirmiştir. Jane’in tahta geçmesi için uğraşan ve bu durumdan çıkar sağlamayı planlayan yakınları ona sırtını dönmüş, kendi postlarını kurtarabilmek adına Jane’i ve Guildford’u yalnız bırakmışlardı. Aynı günden itibaren Mary’nin saltanatının başladığı kabul edilir ve her ne kadar kendisinden önce Jane tahta çıkan bir kraliçe olsa dahi bu sadece 9 gün olduğu için İngiliz tarihindeki ilk hükümdar kraliçe, Mary Tudor kabul edilir.

Mary’nin saltanatı kanlı başlamıştır; belki intikam için belki de sükuneti sağlayıp sarsılmaz ve sürdürülebilir bir yönetim için, 23 Ağustos 1553 tarihinde Guildford’un babası ve Mary’nin gayrimeşru ilan edildiği vasiyetnamenin sorumlusu John Dudley, Londra Kulesi’nin arkasında bulunan ve pek çok idama sahne olan meydanda, “Tower Hill’de” idam edilmiştir. Çocukları piyon olarak kullandığı oyununda başarısız olmanın bedelini canıyla ödemiştir. O ölmesine rağmen hırsının ailesine verdiği zararlar aylar sonra bile sonuçlarını göstermeye devam edecektir.

Pek çoğunun söylediğinin aksine Kraliçe Mary’nin canavar oluğunu düşünmüyorum. Mary tahtı ele geçirdikten sonra Jane Grey ve kocası Guildford, Londra Kulesi’ne kapatılmışlardır. Haklarında ölüm fermanları hazırlanmıştır. Bu üzücü ve korkunç görünse de tahtta tekrar hak iddia etme/desteklenme olasılığı olan kişilerin öldürülmesi o dönemde yapılması gereken hareket olarak görülüyordu.

Buna rağmen Mary, merhamet göstereceğini söyleyip ikisinin de ölüm fermanını imzalamayı kabul etmedi.

25 Ocak günü Protestan Wyatt isyanı çıktı. Katolik kraliçeyi kabullenmeyen Protestanlar, büyük bir isyan başlatarak tahta tekrar Jane Grey’i çıkartmak istiyorlardı. İsyan başarısız oldu ve bastırıldı. Ancak ne yazık ki bu isyanın da bedelini ödeyecek olan kişi, olaylarda payı olmayan, baştan beri aslında kraliçe olmayı arzulamayan Jane Grey ve tabi onunla birlikte eşi Guildford Dudley olacaktı. Çünkü her ne kadar Mary onlara merhamet gösterse de onlar yaşadığı sürece tahtını güvence altına alamayacaktı.

Böylece 12 Şubat 1554’te Londra Kulesi’nde önce Guildford ardından da Jane Grey idam edildi.

Jane Grey’in idamı orada bulunan herkesi derin hüzne boğmuştu. Bir suçu olmayan, bir yanlışı, hatası, başarısızlığı hatta başarısı da olmayan, olayların hem çok dışında hem de tam merkezinde olan 17 yaşında bir genç kız, bir çocuk. Önce başına taç geçiriyorlar, daha sonra ise boynuna bir balta darbesi ile o başı alıyorlar. Jane’in idamını anlatan oldukça meşhur bir tablo vardır. Fransız ressam Paul Delaroche’nin fırçasından çıkan eser, bu dramı, Jane’in masumluğunu, toyluğunu, çevredeki herkesin yaşadığı büyük üzüntüyü muhteşem bir şekilde sahnelemiştir. Fransız Devrimi sonrasını yaşamış ve çok fazla idama tanık olmuş olan ressam, bu eseriyle de büyük ilgi ve beğeni toplamıştır. Jane Grey’in idam gününe ilişkin anlatılan bir hikaye vardır: Gözleri kapandıktan sonra başını yaslayacağı idam tahtasını bulamayışı ve eliyle uzanıp araması… Bahsi geçen eserde, Delaroche bu anı gözlerimizin önüne sererek yürekleri parçalamayı başarıyor. Tablo bugün Londra’da Ulusal Galeri’de sergileniyor ve her bakışta bir başka vuruyor insana.

Onlar üzerinden hırs yürütenler, en yakınları hatta aileleri kendi canlarını kurtarmak için Jane’i ve Guildford’u yapayalnız bırakmışlardır. Elden bir şey gelmez ve bu iki genç, başkalarının ego savaşına kurban olurlar.

Jane öldükten sonra Mary, tahtını güvene almıştı. İlerleyen dönemde İspanya Kralı 2. Felipe ile evlendi. Hatta Jane ve Guildford’un idamına ilişkin şöyle notlar da düşülmüştür tarih sayfalarına: Protestan İsyanı’ndan sonra dahi Mary, Jane ve kocasının idamını onaylamamak için direnmiş ancak o zamanlar evlilik hazırlığı yaptığı Felipe’nin ülkenin iç karışıklıklarından dolayı İngiltere’ye gelmeyi reddetmesiyle birlikte bu karmaşaya bir son vermesi gerektiğini kabul etmiştir. Mary’nin koyu Katolik olmasının sonucu olarak saltanatı süresince birçok Protestan öldürülmüştür.

Tahttan birçok kişi gelip geçmiştir. Taç giyme töreni kimsenin garantisi değildir. 8. Henry kendisinden sonra bir oğul bırakmayı çok istemiş, bu uğurda çok çabalamış ve kimi zamanlar ülke politikalarını bu yönde belirlemiştir. Ama ardında bıraktığı oğlu birkaç yıldan fazla hüküm sürememiştir ve her şey başladığı yere dönmüştür. İspanyol prenses Katherina’yı kendisine yaşayan bir oğul verememesinden dolayı boşamış, ancak günün sonunda İngiltere’yi yöneten Katherina’nın kızı Mary olmuştur. Mary öldükten sonra da tahta yine 8. Henry’nin, Anne Boleyn ile kızı Elizabeth geçmiştir ve bu dönemde yeni dünyanın keşfi ve Elizabeth’in vizyonu ile birlikte ülke altın çağ yaşamıştır. Belki de Henry’nin kızlarının yönetimine daha fazla güvenilmeliydi ve erkek varis olmaması bu kadar dert edilmemeliydi. Ancak yüzlerce yıl önce bunlar yaşanmış ve bugün hala bu tarihi okuyup üstüne yazıp çiziyor, paylaşıyor, öğreniyor ve yorumluyoruz.

-Zeynep KARALİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir