Karpuzdan Gemi, Yokluktan Sinema Çıkaran Adam: Ahmet Uluçay

/ / SİNEMA

“Eşimi sinema tutkum yüzünden yoksulluğa mahkûm ettim. Yoksulluk utanç da getirir. Hele bizim buralarda, sosyal yarışı kaybettiğin an, dışlanırsın. Insanlar ahlaksızlığı bağışlayabiliyor ama acizliği asla. Çal, soy, yeter ki yoksul kalma. Ben Beyoğlu’nda, koltuğumun altında senaryolarla kapı kapı dolaşırken, evin faturalarını, çocuklarımın bakımını eşimin üzerine yıktım. Benim gibi bir sorumsuzu yönettiği için, o büyük yönetmendir.”

(Ahmet Uluçay-Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi?)

“Bu filmi eşim Ayşe’ye adamıştım. Bu ödülü de onun adına alıyorum. Ben sinema yapmak için onu buradaki birçok insanın tanımadığı bir yoksulluğun içine ittim. O benim her şeyime katlandı. Büyük yönetmen odur.”

(İstanbul Uluslararası Film Festivali En İyi Film Ödül Konuşması-2004)

Eğer Ahmet Uluçay’a dair bir şeyler yazacaksam sözlerime bu cümlelerle başlamalıydım. Sinema için bunca acıya katlanan, sevdiklerini de yanına katan, uğruna yaşadığı sinemaya sarılıp ölen ve yine çok sevdiği sinemayla adeta her gün anılan bir âşık. Sinema âşığı. Onca yoksulluk, onca eşitsizlik, onca adaletsizlik içinde bir şeylere inanan ve inançla güç bulan, inançla ilerleyen eşsiz bir adam. Sinema için bunca acıya değer mi bilinmez ama Ahmet Uluçay’ın ve en yakınlarının katlandığı ve aştığı tüm acılara ithafen, bir şeylere inanmanın, bir şeyler uğruna yaşamanın, bir şeylere tüm kalbinle âşık olmanın en güzel örneklerinden; tüm imkânsızlık ve olumsuzluklara rağmen sanatını var eden ve ardından icra eden o adama, karpuz kabuğundan gemiler yapan o adama, Ahmet Uluçay’a selam olsun. İyi ki yaşamışsın ve iyi ki sinemayla var olmuşsun.

Sinemayla Var Olan Bir Hayat

Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde doğan Uluçay, dünyaya geldiği bu yere ne kadar borçlu olduğundan daha sonraları hep bahsedecekti. İlkokulda köylerine gelen gezici sinema ekibi sayesinde sinemayla tanıştı. Daha 12 yaşındayken arkadaşı İsmail Mutlu ile sinema makinesi yapmaya karar verdi. Kullanılmış, bir köşeye atılmış film parçalarını seneler içinde bir şekilde birleştirerek köy halkına nice gösterimler düzenledi. “Tepecik Köyü Arkadaş Sinema Grubu” da işte böylece kurulmuş oldu. Almanya’da yaşayan bir tanıdığındanaldığı video kamerayla ilk filmini çeken Uluçay için bunun pek de önemi yoktu. Neticede kamera onun gözleri olmuştu. Daha önce ne kadar kullanılmış olursa olsun artık onundu, zihnindeki dünyayı ise artık herkese gösterebilecekti. Filmlerindeki estetik yapı, hayli kullandığı folklorik ögeler, şarkı seçimleri ve başarılı edebi anlatısıyla sinemamızın nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden biri olacaktı Uluçay. Bir kısmını gördü belki ama bunların pek çoğunu da kaçırdı. Bu dünyadan göçse bile arkasında öyle sağlam bir düşünsel miras bıraktı ki ne kadar konuşsak az.

Karpuz Kabuğundan Gemi mi Olurmuş?

Ahmet Uluçay için, pek çok yönetmen gibi edebiyat macerası sinema macerasından önce başlamıştır. Haliyle bu iki disiplin birbirinden bağımsız düşünülemez. 1970’lerden sonra pek çok yerel ve ulusal dergide, gazetelerde öykü ve şiirler yazmış; birçok yazısı yayımlanmıştır. Hayatındaki kırılma noktalarından biri ise Metin Erksan’ın Mülkiyet Üçlemesi serisinin son filmi olan 1968 yapımı Kuyu filmini izlemesi olmuştur. Röportajlarında bu filmden övgülerle bahseden Uluçay, kendi serüveninin başlangıcını bu film olarak belirlemiştir. Hatta kurduğu şu cümlelerle Kuyu filminin onun için önemini daha iyi anlayabiliriz:

Her anlamda kuyudan çıktım ben. Düşlerden, karabasanlardan, yoksunluklardan, gölge oyunlarından başlayan sinema aşkımın, dünya sinemasına ürün kazandıracak düzeye gelmesinde Metin Erksan’a ve onun ‘Kuyu’suna duyduğum hayranlığın rolü büyüktür.”

Böylece sinemaya iyiden iyiye âşık olan Uluçay çektiği kısa filmlerle bu maceraya atıldı. Filmografisindeki tek uzun metrajlı film olan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ise onun bu macerasını bambaşka yerlere götürdü. Uzun zamandır aklındaydı, biliyordu. Anlatacağı, anlatmak istediği, anlatması gerektiği belliydi. Kendisini, kendi macerasını, kendi köyünü, kendi aşkını, sinemayı, sinemayı ve sinemayı Oldukça otobiyografik bir filmle doğduğu, yetiştiği topraklara götürecekti seyircisini. Bunu yapma fikri bile ürkütücüydü. Geçim derdi Uluçay’ın yaşamının bir gerçeğiydi, hem de her gün yüzleştiği bir gerçek. Yıllarca kamyon şoförlüğü, inşaat işçiliği ve tavukçuluk gibi işlerle uğraştı. Hatta bu filmi çektiği sırada yem fabrikasında hamallık da yaptı. Zordu, zor olacağını biliyordu ama başaracağını da biliyordu. Tüm bu çabası sonuçsuz kalamazdı. Tahmin ettiği gibi de oldu. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, ulusal ve uluslararası arenada 40’tan fazla ödül kazandı. Bir hayaldi ve gerçek oldu. Uluçay, çok sevdiği sinemanın herkes tarafından bilinir bir siması olacaktı, yakındı.

Tek uzun metrajlı filminde kendi macerasını anlattı. Recep ve Mehmet, Tepecik köyünde projeksiyon makinesi yapmakta kararlı iki arkadaştı. Recep bir karpuzcuda, Mehmet ise bir berberde çıraktı. Hatta ve hatta berberi de Uluçay’ın kendisi oynadı. İmkansızlıklar içinde bir hayal uğruna varını yoğunu ortaya koyan bu iki genç Uluçay’ın sinema aşkının vücut bulmuş haliydi. Recep, Mehmet ve köyün delisi Deli Ömer bu uğurda geceler boyu uğraştı. Nezihe’nin de filme dahil olmasıyla aşk da belirdi. Uzanılan ama ulaşılamayan, dokunulamayan bir şeydi bu.

Filmdeki ağız, folklorik ögeler, görünürde basit ama etkili senaryo ve kullanılan müzikler birleşince ortaya hem başarılı hem de keyifli bir iş çıktı. Film festivalden festivale koştu, aylarca konuşuldu. Uluçay hayatı boyunca hayalini kurduğu noktadaydı artık. Bir film yapmıştı ve milyonlarca insan bunu izleyecekti. Onlarca ödül kazandı, çeşitli ülkelerden davetler aldı. Sanki bir rüyadaydı Uluçay. Evet bu bir rüya değildi belki ama yine de uzun sürmedi, süremedi. Uluçay tüm mücadelesine rağmen direnemedi ölüme.

Filmler konuşulur, incelenir, analizleri yapılır fakat arka planda gerçekleşenler bazen çok daha büyüleyicidir. Uluçay hiçbir zaman zorluklara göğüs gerdiği için, imkansızlıklardan geldiği için, çok zor şartlar altında sinema yaptığı için anılmak istemedi. Gerçekten de iyi bir sinemacı, bir sinema adamı olduğu için anılmak ve konuşulmak istedi. Tüm bu zorlu geçmiş ona bir şey bahşetmedi, avantaj sağlamadı. Zaten inanıyordu, yapacağını biliyordu. Fakat işte bu aşk, bu inanç, bu azim konuşulmaya değerdi. Uluçay yarım kalan filmini tamamlayamadan göçtü gitti. Ardından belgeselleri yapıldı, senaryoları ve günlükleri basıldı, filmleri üzerine neler neleryazıldı. Belki erken gitti ama arkasında çok güzel bir yaşanmışlık bırakıp öyle gitti. Var olsun, anısı yaşasın.

Görsel Kaynakçası

https://www.bagimsizsinema.com/ahmet-ulucay.html

-Eren AKKOÇ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir