İnadına

/ / EDEBİYAT

Karanlığın sessizliğini bozan uyumsuz topuk tıkırtıları arasında kesik kesik güldü Serpil. “Kız!” dedi Mehtap’ın koluna vurarak, “Neydi seninkinin o cilveleri son şarkıda? Yanıyor sana yavaş yavaş bak demedi deme.” Hiç üzerine alınmıyor gibi davrandı Mehtap, “Aman” diye savdı başından. “Sarhoş cilvesi işte, ne mektubu okunur sarhoşun ne cilvesine güvenilir. Sabaha hatırlamayacak yine hiçbirini, boşa heveslendirme beni.” Yine de gülümsemekten alıkoyamadı kendini, o gülümsemesini saklamaya çalışsa da çoktan görmüştü Behice.

O da imalı imalı gülecekti; arkadaşının bastırmaya çalıştığı hevesinden biraz daha şaka çıkaracaklardı, onun utanmasına biraz daha kıkırdayacaklardı ama evlerinin olduğu sokağa dönünce gördükleri hareketlilik aldı götürdü bu neşeyi. Onlara bu neşeyi getiren sevginin ezeli düşmanı nefretle karşılaştılar köşeyi döndüklerinde.

Bidonlarını yüklenip gelmiş bir grup erkek telaş içinde evlerinin önüne boşaltmaya çalışıyordu bidonları. Bir an için ne yapacaklarını bilemediler evlerinin önündeki telaşlı insanları görünce, hareket de edemediler dönüp birbirlerine bakabildiler yalnızca. Sonra anlaşmışlar gibi koşmaya başladılar onlara doğru, Mehtap koşarken yalpalayınca ayağından fırlattı yüksek topuklularını. Onun fırlayan ayakkabılarını görünce eğilip kendi ayakkabılarından birini “Ne yapıyorsunuz lan!” diye bağırarak evin önündekilere attı Serpil. “Göreceksiniz” dedi kalabalıktan bir ses, “Burayı öyle yakacağız ki siz cehennemde nasıl cayır cayır yanacağınızı göreceksiniz!” daha da sinirlendi Serpil. Onları kovacağını umarak küfürler savurmaya hazırlanıyordu ki Behice daldı konuşmaya sakince, “Gidin beyler.” dedi. “Gece gece kimsenin huzuru kaçmasın, bırakın evimizi gidin.” Hiç umursamadı nefret neferleri, “Peh!” dedi bir adam “Gidecekmişiz, siz gideceksiniz buradan siz. İstemiyoruz biz sizin gibileri bu mahallede!”

“Sizin gibiler” diye geçirdi içinden Mehtap, “Sizin gibiler, ne idüğü belirsizler, karı mı erkek mi belli değiller, travestiler” ne çok sıfat! Tek ortak noktası vardı bütün sıfatların: İçleri hep tiksinmeyle doluydu. Hep yüzü ekşirdi nefret neferlerinin bu sıfatları söylerken, yüzlerini ekşitmeyi seviyorlar olsa gerek hiç düşmezdi dillerinden bu sıfatlar. Hiç fark etmezdi ne yaptıkları, yolda başları yere eğik yürürken görseler, sabahın köründe evlerinden sessiz sedasız çıkıp gecenin köründe sessiz sedasız evlerine girdiklerini fark etseler, markette hızlı hızlı aldıklarını poşetlerken denk gelseler de onlara içlerinden söyleyiverirler bu sıfatlardan birini. Bazen de dışlarından fısıldayıverirler pis nefesleriyle ama yüzlerini ekşitmeye hiç utanmazlar, onu hep belli ederler.

“Sakin sakin konuşmaya çalışıyor seninle hala tüm terbiyesiyle, alın elinizdekileri de gidin buradan!” diye bir daha uyardı Serpil, cevap vermeye dahi tenezzül etmediler ve devam ettiler işlerine. Kâale alınmayan Serpil en başından beri yapmaları gerektiğine inandığı gibi onların dilinden konuşmaya karar verdi ve gidip bidonun birine vurdu. Hırsla boşaltılmaya çalışılan bidon, dibinde yere dökülemeyecek kadar az kalan benziniyle tangır tungur düştü yere. Serpil biraz daha kızamadan bidonun sahibi hızlı bir tokatla onu yere düşürdü. Bir curcuna başladı bununla beraber, içi çoktan boşalmış bidonlarını unutup üç kadını hırsla dövmeye koyuldu nefret neferleri. İkisini ne idüğü belirsiz olduğu birini bunlarla(!) arkadaşlık ettiği ve zaten de orospuluk yaptığı motivasyonuyla dövdüler.

Farklı seslerden benzer cümleler eşlik ediyordu inen yumruk ve tekmelere: “Sizin gibilerin burada yeri yok!”, “Yanacaksınız cehennemde cayır cayır yanacaksınız!”, “Gidin mahallemizden!”, “Ahlaksızlar!”…

Önce karşılık vermeye güçleri yetmiş ancak kalabalık olmalarına yenilmiş kadınlar farklı yerlerde farklı çemberler içinde aynı şekilde korunmaya çalışıyorlardı tekmelerden. Başlar ellerin arasında, dizler karna çekik… Rastgele yerlerine vuran tekmelerin, patlamış dudaklardan gelen kan tatlarının, asfalta değen etlerinin arasında buradan nasıl kurtulacaklarını mı yoksa bu nefrete duydukları yorgunluğu mu düşündüklerini kestiremiyorlardı. O denli büyüktü ki duydukları yorgunluk, o denli değişikti ki acısı bu yorgunluğun “Keşke o da şu tekmeler gibi acıtsa!” diye düşündüler.

Mehtap’ın yorgunluğu bir anda kocaman bir isyana dönüştü içinde, doruğu görülmeyen sisli bir dağ oldu bu isyan. Bu dönüşümle fark etti başına tutmaya çalıştığı çantasını, içindeki otuz sekiz numara silahı bu dönüşümle hatırladı. Alelacele hareketlerle başından indirdi, elini içine soktu ve aradı soğuk metali. Bulur bulmaz kolunu uzattı ve rastgele bastı tetiğe. Tok ses durdurdu herkesi, tok sesin ardından çok kısa süreyle duyulan gecenin karanlığını Mehtap’ın “Eh!” sesiyle fırlattığı feryadı böldü, bir tok ses daha takip etti feryadı. Bir araya toplanmaya başladı neferler, toplanmaları yeni bir hücum amacı taşımaktansa gecenin karanlığına saklanmayı amaçlıyor gibiydi.

Onlar birbirlerinin yanına sokulurken dizlerinin üstüne yükseldi Mehtap, içinde evrilen isyan önce omuzlarını düşürdü ağırlığıyla sonra dikleştirdi onu. Yerde cenin yatan arkadaşları ne olup bittiğini anlamaya doğrulurken Mehtap’ın isyanı kelimelerle somutlaştı:

“Yetti be! Yetti nefretiniz, yetti şiddetiniz! Kimsiniz siz kimi istemiyorsunuz bu mahallede, kimi kovuyorsunuz bu mahalleden, kimin yeri yok? Göçmüşsünüz gelmişsiniz iki ay önce ücra köylerinizden büyükşehir diye, bizi sokağında top oynayıp ip atladığımız mahallede istemiyorsunuz. Üç ay önce gelmiş kiracı bana dedemin mahallesini dar ediyor!

Cehennemde yanacakmışız öyle mi? Niye, beni yakacak Allah beni böyle yaratan Allah değil mi? Madem yakacak niye hapsetti beni bu bedene, bilmiyor muydu benim ruhumu? Hadi yakacak diyelim, sana ne size ne! Benim günahımın benim yanacak olmamın sana zararı ne? Aynı Allah değil mi bize anlatılan, senin Allah’ın mahallende yaşayanın günahını da mı sana yazdırıyor, ‘Beraber gideceksiniz cehenneme!’ mi diyor? Merak etmeyin biz yanacaksak da ateşler içinde sizi istemeyiz yanımızda, söyleriz bunlar gelmesin diye. Hem kim dedi size sizin yaktığınız ateş benzer cehennem ateşine diye de üşenmeden kalktınız geldiniz bu saatte evimizi yakmaya?”

Bir an durdu ve karanlığa saklanmaya çalışanların yüzlerine baktı teker teker, “Kendinize bile dürüst değilsiniz, istemiyorlarmış bizi burada. Öyle mi Bünyamin? Saklanma karanlığa gel öne doğru, bak Behice’nin yüzüne de söyle seni burada istemiyorum diye. Geçen gece sarhoş gelip ‘Uyut beni koynunda Behice başka bir şey istemiyorum senden sevgin bana yeter!’ diye yalvardığın, koynunda uyuduğun Behicenle konuş bakalım arkadaşlarının önünde. Utanma, arkadaşların da bilsin senin birini sevebildiğini belki sevginin nasıl bir duygu olduğunu merak ederler de gelip sorarlar sana. Şu yüzlere bak Bünyamin, hangisi sevmiştir sence daha önce birini tüm çirkinliğinden arınıp?

Gitmiyoruz ulan şerefsizler! Ev sahibi olmasak da burada, cehennemde çatır çatır yanacak olsak da, siz bizim evimizi yakıp kül etseniz de gitmiyoruz! Çok sıkıldık sizin sadece kendinize benzeyeni sevebilmenizden, sizden farklı olana nefretinizden çok sıkıldık. Buradayız biz, siz gözünüzü kapatsanız da yüzünüzü ekşitseniz de bize bu hayatı zindan etseniz de varız! İnanır mısınız hep de olacağız. Size inat çok güzel giyinecek, çok güzel süslenecek, topuklu ayakkabılarımızla tıkır tıkır yürüyecek ve size inat çok seveceğiz. Yaşamayı çok seveceğiz, aşık olduklarımızı çok seveceğiz, şarkılar söylemeyi çok seveceğiz. Belki bir gün sizi bile severiz, inadına da olsa severiz.

Şimdi gidin buradan, bir daha da gelmeye tenezzül bile etmeyin.”

Derin bir nefes aldı Mehtap, elleriyle saçlarını düzeltti. Onlar kendi vurduklarından daha çok acıtan bir şokla evlerinin yolunu tutmaya çalışırken yerde oturan arkadaşlarına doğru yürüdü, yol üzerinde Behice’nin peruğunu Serpil’in topuklu ayakkabısını topladı eline.

Arkadaşlarına uzattı eşyaları, derin bir nefes verdi. Serpil’e dönüp sordu “Sigaranız kaldı mı? Benim almaya fırsatım olmadı gelirken.”

Kapak Görseli: Armed Luminous/Jennifer Mehigan

Ayşe Nazlı KAYI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir