Bir Kayserin Doğuşu

/ / TARİH

Herkese Merhabalar,

Tarih öğrenirken genellikle kahramanlara ve büyük liderlere odaklanma eğilimi içerisindeyiz.  Klasik öğretinin ve toplumun genel eğiliminin bahsi geçen büyük şahsiyetlerin başarılarına odaklandıklarını da rahat bir biçimde söyleyebiliriz. Ancak tarih, bundan çok daha fazlası olduğu gerçeğiyle karşımızda duruyor. Popüler anlatıların yoğunlaştığı konuların aksine unutmamak gerekir ki hayat kazananların ve kaybedenlerin beraber bulunduğu bir sahnedir. Kimi zaman ise kaybedenlerin kazanmayı öğrendiği bir süreci teşkil eder.

Bugün ben de büyük bir şahsiyete odaklanmaktan vazgeçemeyeceğim. Bununla birlikte özellikle son dönemde popülaritesi iyice artmış olan Sultan 2. Mehmet’in başarılarının gölgesindeki (genellikle gözden kaçırılan) ilk saltanatının siyasi başarısızlığa güzel bir örnek teşkil ettiğine inanıyorum. Fatih Sultan Mehmet başka yazılarımda da incelemeyi istediğim önemli bir tarihi figür. Bu yazıyla birlikte hem sultanı sosyal medyada yer alan başarı timsali rolünden alarak gerçekçi bir kişiliğe büründürmeyi hem de Halil İnalcık’ın deyimiyle “Osmanlı İmparatorluğunun gerçek kurucusunun” iki yıllık kısa saltanatı sonucunda geldiği noktayı açıklığa kavuşturarak neden önemli bir sultan olduğunu vurgulamayı hedefliyorum. Şimdi 12 yaşındaki bir çocuğun Osmanlı bürokrasisi ve siyaseti içerisindeki macerasını izleyeceğiz. Fakat önce sahneyi betimleyelim, bu sayede durumu daha iyi anlarız.

Osmanlının Üstündeki Kara Bulutlar

Takvimler 1440 yılını gösterdiğinde Osmanlı Devleti Ankara Savaşı’nın (1402) etkilerinden hâlâ tam olarak çıkamamıştı. Nitekim tahtta bulunan Sultan 2. Murat’ta tıpkı babası gibi iktidarının ilk yıllarını taht mücadelesi ile geçirmişti. Taht mücadelelerini kazanan sultan Anadolu’da daha mutedil bir politika izlemek zorunda kalsa da durum Balkanlar için daha farklıydı. 1430 yılında Selanik’in fethedilmesi sayesinde Balkanlarda etkin bir politika izlemiş, akıncı beylerinin de etkisiyle Balkanlarda ciddi bir hegemonya kurmuş, Macar etkisini çok büyük oranda kırmıştı. Zaten 1440 yılındaki Belgrad kuşatması da 1437 yılında başlayan Balkan seferinin son aşaması niteliğindeydi. Belgrad’ın alınmasıyla Balkanlarda Macar hakimiyeti son bulacaktı. Ancak 4 yıllık süreç Osmanlı’yı daha farklı bir duruma soktu.

1440 yılında Belgrad’da başarılı bir savunma yürüten Macar kumandan Hünyadi Yanoş ve taht karışıklıkları yaşayan Macaristan’ın başına geçen genç kral 3. Vladislav’ın etkisi ile Macarlar Osmanlıları kademe kademe püskürtmeye başladı. 1441 ve 1442 yıllarında Osmanlı ordusu Hünyadi Yanoş karşısında büyük hezimetlere uğradı. Avrupa devletlerinde zafer rüzgarları esiyordu. Bu zaferleri pekiştirmek isteyen Papalık, Macaristan’ın başı çektiği bir Haçlı ordusu hazırlamaya başladı. Diğer tarafta Balkanlardaki mağlubiyetleri duyan Karamanoğlu Beyliği, Osmanlı’nın zayıflığını fırsat bilerek Anadolu’da sorunlar çıkardı. Amasya sancağında görevli veliaht Şehzade Alâeddin’in de katıldığı bir Anadolu seferinde Karamanoğluna diz çöktürtülüp eski anlaşmalar yinelense de Macarların Balkanlardaki ilerleyişi sebebiyle sorun nihayete erdirilemedi. Zira 1443 yılında Macarlar Hünyadi Yanoş önderliğinde Osmanlı ordularını yenerek önce Sırbistan’ı özgürleştirmiş, ardından da boşaltılmış olan Sofya kentini ele geçirmişti. Daha üç yıl önce Eflak, Sırbistan, Bosna’yı kontrol altında tutan ve hatta Macaristan’ın iç bölgelerine akınlar düzenleyen Osmanlılar şimdi başkentlerine doğru gelen bir Haçlı ordusu ile karşı karşıyalardı. Savaş mevsiminin bitmesine rağmen Hünyadi Yanoş Osmanlı payitahtına ilerleme kararı aldı.

Başarısızlığı yönetmek zordur. Osmanlılar 1440 yılından itibaren hakimiyet kurdukları Balkanlardan çıkartılmışlardı. Üstelik takvim 1443 yılının kışını gösterdiğinde durum çok daha vahimdi. Sultan durumu kontrol edemez hale gelmiş, akıncı beyleri ile vezirler arasındaki anlaşmazlıklar büyümüş, düşman başkente 300 kilometre kadar yaklaşmıştı. Macar kuvvetleri önlerindeki son engel olan İzladi geçidini geçerlerse Edirne’ye kadar olan coğrafya onlara zorluk çıkartmayacaktı. Anadolu’da Osmanlı’nın zayıf düşmesini bekleyen beylikler sürekli sorun çıkarıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi Osmanlının önemli ve başarılı generallerinden İskender Bey vatanı Arnavutluk’a geri dönmüş, tekrardan Hristiyan olduğunu duyurmuş, bölgede bir isyan ateşi başlatmıştı.

Sultan 2. Murat’ın yönetiminden memnun olmayanların sayısı fazlasıyla artmıştı ve bu grup başarısızlıkların sebebini padişaha bağlıyorlardı. Bütün bunlar içinde bir olay sultanı duygusal olarak çökertecekti. Amasya’da sancağa çıkmış olan, sultan olma ihtimalinin yüksek olduğuna inanılan ve Osmanlı kayıtları sayesinde 2. Murat tarafından çok sevildiğini bildiğimiz Şehzade Alaeddin, Macarların Edirne yürüyüşü öncesinde vefat etti. Bu duruma oldukça üzülen sultan aynı zamanda başka bir tehlike ile de karşı karşıya kalmıştı. Kendi saltanatı yeterince zor durumdayken tahta geçmesi beklenen şehzadesi vefat etmiş ve veliaht şehzadelik 12 yaşındaki çok fazla tanınmayan Manisa’daki bir çocuğa geçmişti. Bu durum Fetret Devri kabusunu hatırlatan bir senaryo çiziyordu. Zira küçük şehzade başka bir taht adayına karşı devlette karşılık bulamayabilirdi. Bu tanınmayan şehzade de tıpkı babası 2. Murat ve dedesi 1. Mehmet gibi iç savaşlarla mücadele etmek zorunda kalabilirdi. İşte Osmanlı ordusu ve 2. Murat bu şartlar altında, kışın çetin atmosferinde Macar ordusunun önündeki tek engel olan İzladi geçitlerini savunmaya gitti.

İzladi muharebesini iki taraf içinde bir zafer ya da mağlubiyet olarak adlandırmak zor. Savaş sonunda iki orduda ağır kayıplar vermiş ancak Macarların Edirne yürüyüşü son bulmuştu. Bununla beraber zaten Haçlı ordusu o güne Osmanlı’ya karşı görülmemiş başarılar elde etmişti. Balkanlardaki Osmanlı karşıtı taraflar mutluydu. Fakat aynı durum Osmanlılar için geçerli değildi. Sultan 2.Murat ciddi oranda güç ve moral kaybetmişti. Devletin veziriazamı Çandarlı Halil Paşa düşman devletler ile tavizler vererek anlaşmaktan başka bir yol görmüyordu. Önemli bir akıncı olan Turahan Bey’in Macar ilerleyişinden sorumlu tutulup sürgüne gönderilmesi ile sultana muhalif olan kanatla ilişkiler kopma noktasına geldi. Sultan 2. Murat Macarlarla görüşmeden önce Manisa’daki yeni veliahdını Edirne’ye çağırdı ve Tuna nehrini sınır kabul eden 10 yıllık bir barış antlaşmasını Macarlarla imzaladı. Genç şehzade payitahta ulaştıktan sonra Anadolu’ya geçen Sultan Murat ordusu ile Karamanoğlunu yenilgiye uğratıp onunla da eski antlaşmaları yenileyerek boyun eğdirdi. Kendince Doğu’da ve Batı’da güvenliği sağlayan sultan vezirlerini ve yönetici kadroyu hayretler içinde bırakan bir hamle ile 1444 yazının ortalarında tahttan küçük şehzadesi lehine feragat ettiğini duyurdu. Bütün ısrarlara rağmen de bu kararının kesin olduğunu bildirdi. Sonrasında Fatih olarak adlandıracağımız 2. Mehmet’in Osmanlı tahtındaki serüveni bu şekilde başlamış oldu.

Çocuk Sultan

Sultan Mehmet’in içerisinde bulunduğu çetrefilli siyasi şartların farkında olmadığı kolayca tahmin edilebilir. Çünkü sultan sadece 12 yaşındaydı. Üstelik babası hâlâ hayatta idi. Bununla birlikte 1443 yılında abisinin vefatına kadar tahta geçmesi dahi beklenmiyordu. İlk yöneticilik tecrübesini tattığı Manisa sancağına da gideli henüz 2 yıl olmuştu ve yeterli bir tecrübe edinebildiği şüpheliydi. Babası 2. Murat devleti her ne kadar barış içerisinde bıraksa da (ya da en azından öyle görünse de) vezirler ve uç beyleri arasındaki gerilim Osmanlı yöneticileri arasında farklı kanatlar oluşmasına neden olmuştu. 2. Murat iktidarda iken ona muhalif olanlar, eski güçlü devlet adamlarının yerine geçmek isteyen hırslı yöneticiler genç sultana kendilerini daha yakın görüyor ve onu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek istiyorlardı. Diğer tarafta ise Çandarlı Halil’in başı çektiği eski devlet adamları vardı. Bu ekip temelinde Sultan 2. Murat’a da yönetimden çekilmemesi için ısrar eden ekipti. Zaten devlette güçlü konumda bulunan bu paşalar Osmanlı’nın tehlikeli konumlara düşmesini istemiyor, çocuk sultanı 2. Murat’ın dayatmasıyla dinliyorlardı. Doğu’da ve Batı’da barış antlaşmaları imzalanmış olsa da Osmanlı sınırlarında da sorunlar olacağı aşikardı.

Genç Sultan’ın bu sorunların bir kısmını başlangıçta tam olarak kavrayamadığı ve babasının hakimiyetini bir anlamda kabul ettiği tahmin edilebilir. Bu durumu tahta çıktığındaki vezir kadrosu ile net bir biçimde görebiliyoruz. Veziriazam olarak yerini koruyan Çandarlı Halil Paşa, ikinci vezir olarak görev alan Saruca Paşa 2. Murat’a sadık paşalardı. Bununla beraber genç Sultanın daha mütecaviz politikalar uygulamak isteyen kanattan da etkilendiğini 3. veziri olarak Şehabbeddin Paşa’yı rica etmesine bakarak söyleyebiliriz. Sultan 2. Mehmet’in iki yıllık kısa iktidarı sırasında yaşanan olaylar doğrultusunda babası 2. Murat döneminde doğmuş olan hizipleşmeler sürekli kendisini hissettirecek ve genç şehzadeyi bu iki taraf arasında seçimlere zorlayacaktı. İlk büyük kriz ise hiç gecikmeden kendini gösterdi.

Sultan 2. Murat’ın tahtan feragat etmesinin sebeplerinden biri oğlunun tahttaki yerini sağlamlaştırmak ve devlet içinde tanınmasını sağlamaktı. Her ne kadar bunun tek sebep olmadığını vurgulamış olsak da önemli bir etken olduğu şüphesiz. Nitekim çocuk sultana karşı ilk girişim belki de şaşırtıcı olmayarak Doğu Roma İmparatorluğu’ndan geldi.

Bizans elinde tuttuğu şehzade Orhan’ı serbest bırakarak tahta geçmesi için desteklediğini açıkladı. Osmanlı topraklarına giren Şehzade Orhan kendine halktan destek aramaya başladı. Yaşanan bu olay Edirne’de bir panik havası yarattı. Devletin taht mücadelesi ile parçalanacağı korkusu Fetret Devrinde Osmanlıların kafasına kazınmıştı. İlk problemle de birlikte hizipler kendilerini belli ettiler. Arkasında muhtemelen Halil Paşa’nın olduğu bir ekip 2. Murat’a mektup yollanıp payitahta davet edilmesi gerektiğini savunuyordu. Genç sultan ilk baskı anında babasına haber vermeyi kabul etti. Bununla birlikte Şehabeddin Paşa’nın başını çektiği ekip genç sultanın bu sorunu kendi başına çözmesinin onun iktidarını güçlendireceğine inanıyordu. Dikkat edilmesi gereken nokta ise Sultan 2. Mehmet’in en sonunda problemi çözmesi için Şehabeddin Paşa’yı Şehzade Orhan’ın üstüne göndermesidir. Aslında genç Mehmet en sonunda tercihini agresif politikaları destekleyen ve bu politikaları kendi saltanatı üzerinden uygulamak isteyen ekipten yana kullanmıştı. Durum hızlı bir şekilde kontrol altına alındı ve endişelerin boşuna olduğu kanıtlandı. Şehzade Orhan’ın geçeceği yolları kapattıran ve onu köşeye sıkıştıran Şehabeddin Paşa birlikleri ile üstüne yürüdü. Orhan’ın İstanbul’a geri çekilmesi ile sonuçlanan olay yeni politikalar isteyen grup arasında zafer olarak telakki edildi. Ancak bu hava sonrasında yaşananlarla kısa sürede dağıldı.

Macar Taarruzu ve İki Yıllık Bir İktidar

Resmi olarak tahta 1444 yazında geçen Mehmet tahtının ilk günlerinde Şehzade Orhan tehdidi ile karşılaşmıştı. Bu sorunun üstesinden çabucak gelinse de Macarların eylül ayının sonlarında antlaşmaya aykırı hareket ederek Tuna’yı geçmesi ile sorunlar başka bir boyut kazandı. Edirne’nin düşmesi ihtimali karşısında Osmanlı devletindeki fikir ayrılıkları kısa süreliğine son buldu ve bütün hizipler Edirne müdafaası için çalışmaya başladı. Macarların Vidin bölgesine indiğini haber aldığı anda ise genç sultan babasına haber verilmesini ve düşman karşısında birlikte hareket edilmesi emrini verdi. Ancak burada bir noktanın üzerinde durmak istiyorum. Aslında 2. Mehmet babasını İstanbul’a davet ederken Macar ordusunun üstüne kimin gideceği konusunu muğlak bırakmış ve temelinde yaşı itibariyle ordunun başına geçmesine izin verilmeyeceğini bildiği halde bu hamleyi yaparak kendi meşruiyetini vurgulamıştır. Bu anlamda toplumda yer alan “Eğer sen padişah isen gel ordunun başına geç, yok eğer ben padişahsam gel bu ordunun başına geç” veya bu cümlenin türevlerinin tarihsel bir altyapısı bulunmamaktadır.

Sultan 2. Murat’ın hakkının teslim edilmesi gereken nokta ise hem Varna öncesi Edirne’ye geldiğinde hem de Varna zaferi sonrası başkente döndüğünde takındığı tavırdır. Oğlunu ezmemek, oğlunun saltanatını zora düşürmemek, devlet içerisinde problem yaratmamak için politik ve doğru bir yola başvurmuştur. Oğlunun isteği ile Edirne’ye geldiğinde saraya girmemiş, şehrin dışında otağını kurmuştu. Ancak genç sultanın hamlesi pek de ortamı yatıştırmaya yönelik değildi. Zaten savaşa kimin gideceği konusunu muğlak bırakan genç sultan babasının geldiği gün Halil Paşa’yı yanına çağırdı. Kendisine savaşta orduya kumandanlık etmek istediğini ve bu durumu babasına iletmesini emretti. Halil Paşa bunu Sultan Murat’a söyleyemeyeceğini belirtti ve aslında bu zamana kadar net olarak tarafını belli etmese de en sonunda son kararın Sultan Murat’a ait olduğunu vurguladı. Genç Sultan bunun üzerine babasının karşısına çıkıp orduyu yönetmek istediğin bildirdi. Sultan Murat’ın bu isteğe şaşırdığı tahmin edilebilir. Hatta Osmanlı kaynakları bu sözleri Halil Paşa’nın söylettiğine inandığı için Halil Paşa’yı yanına çağırdığını yazar.

Bununla birlikte muhtemelen Sultan Mehmet orduya liderlik etmesine izin verilemeyeceğini biliyordu. Ancak nasıl ki babasını payitahta davet ederken kimin savaşa gideceğini net bir biçimde belirtmeyerek kendi sultanlığını ön plana çıkarmışsa bu hamlesiyle de bir otorite ve bir çocuk olmadığının altını çizmeye çalışıyordu. Nitekim Halil Paşa ve 2. Murat arasındaki diyalogda bu durum ortaya çıkmıştı. Halil Paşa Mehmet’in kendisine bunu ilettiğini ancak Sultan 2. Murat’ın karşısına çıktığından bihaber olduğunu belirtmiş ve en sonunda da genç sultanın kötü bir niyeti olmadığını söyleyerek “Amma padişahım zarar etmez delikanlıdır, bilmez yoksa gayrı muradı yoktur.” ifadesini eklemiştir. Bu cümle bile devlet adamlarının Sultan Mehmet’e karşı olan bakış açısını özetler niteliktedir. Ancak Genç Sultanın yaptığı hamlelerinde hem devlet adamlarını hem de Sultan Murat’ı şaşırttığı tahmin edilebilir. 12 yaşındaki küçük çocuk imajının dışında Mehmet’in sert bir mizacı olduğunu fark edilmesini sağlamış olabilir.

Osmanlı ordusunun Macarlarla karşılaşmak için Edirne’den ayrılmasının ardından başkentte kalan Sultan Mehmet ve Çandarlı Halil için yapılacak tek şey stresli bir bekleyişti. Ancak 10 Kasım’da kazanılan Varna zaferinin ardından Edirne’de ve sarayda bir bayram havası estiğini söylemek mümkün. Diğer bir yandan Varna gibi büyük bir zaferin ardından babasının Mehmet’i tahtta tutup tutmayacağı ve bu durumun genç sultanı endişe içine soktuğunu da tahmin edebiliriz. Ancak 2. Murat bütün bu endişelerin yersiz olduğunu gösterecek ve oğlunun tahtında gözü olmadığını herkese gösterecekti. Adet olarak zaferi bildirmek için diğer İslam devletlerine gönderilen mektuplarda dahi Mehmet’in adı geçiyordu. Bu durum babasının onun meşru iktidarını tanıdığını ve orada sadece süreci yönetmek için bulunduğunun bir kanıtıydı. Zaten sonrasında da Manisa’ya çekilerek genç sultanı ve onu destekleyen ekibi fazlasıyla mutlu etmişti. Hiç mutlu olmadığını bildiğimiz kişi ise Çandarlı Halil ve ona güvenen ekipti. Veziriazam, Sultan Murat’ı ikna etmek için çabalamış ancak başarılı olamamıştı. Varna öncesinde de net bir şekilde tarafını belli eden Çandarlı ile Mehmet’in arası artık net bir biçimde açıktı.

Açıkçası Sultan Mehmet tehlikelerin savuşturulmasından ve tahtın ona tam manasıyla kalmasının ardından rahat bir yönetim sergileyebilirdi. Diğer bir yandan Çandarlı Halil Paşa’nın etkisi hâlâ hissedilir biçimde güçlüydü ve Sultan Mehmet’in hamlelerini daraltıyordu. Ancak babası hayattayken veziriazam değişikliği kadar büyük bir değişiklik yapacak gücü de bulunmamaktaydı. Bununla birlikte Genç Sultan ve ekibinin bu iki yılı ne kadar iyi yürütebildikleri şüphelidir. Babası 2. Murat’ın da hayatta olmasının etkisi sonucunda Osmanlı’da doğan ikilik Edirne’nin elini zayıflatıyordu. Bu bakımdan bu dönemde Mehmet’in iktidarını sağlamlaştırmak için bir fetih yapma ve bu fethinde şüphesiz bir biçimde İstanbul olması gerektiği fikrinin doğmuş olması muhtemeldir. Ancak bunun şimdilik yüzeysel bir fikirden fazlası olmadığının altını çizelim. Diğer yandan agresif politikalar uygulamak isteyen ekip gerek Balkanlarda gerekse Anadolu’da bulunan devletlere karşı duruşu dolayısıyla Çandarlı Halil ile ters düşüyor, Çandarlı Halil’de hemen bu durumu Manisa’daki Sultan Murat’ a bildiriyordu. Çandarlı Halil’in politikalarını daha iyi kurguladığı ve süreci daha iyi yönettiği sonrasında yaşananlara bakarak söylenebilir. Bununla birlikte Sultan Mehmet için çok zorlayıcı bir süreç olduğu da aşikâr.

Bu iki yıllık süreç Mehmet’in devlet ve devletin işleyişi hakkında derin tecrübeler edinmesini sağladı. Osmanlı’nın çevredeki devletler üzerindeki yerinin ve imajının farkına vardı. Diğer bir taraftan bu dönemde sık sık ilmi sohbetlere katıldığı ve alimlerle vakit geçirdiği bilinmektedir. Bu, sultanın meraklı bir kişilik olduğunun kanıtı niteliğindendir. Ancak bu iki yıllık iktidarının en büyük derslerinden birini bu iki yılın sonunda aldığı şüphesizdir.

Tahttan İndirilişi ve Bu Hikâyenin Sonu

Çandarlı Halil’in Varna’dan itibaren Sultan 2. Murat’tan yana bir politika güttüğünü, Mehmet ve ekibi ile net bir rekabet içerisinde olduğu aşikâr. Bununla birlikte Manisa’daki Sultan Murat belki oğlunu ezmek istemediği için belki de halinden mutlu olduğu için Çandarlı Halil’in sürekli çağrılarına rağmen tahta geçme konusunda şüphelere sahipti. Çandarlı Halil ise bu sorunu çözmek için uygun anı bekleyecek ve süreci yavaş yavaş inşa edecekti. 1446 yılına gelindiğinde Genç Sultanın uyguladığı ya da uygulamaya çalıştığı agresif politikalar çevre devletlerde sorunlar yaratmış ve Osmanlı’nın dış politika da elini daraltmıştı. Çandarlı Halil ve ekibinin en güçlü argümanı da buydu. Nitekim Varna Savaşı’nda da Sultanı Edirne’ye getiren faktör dış problemlerdi ve aynı şartlar kısmen mevcut görünüyordu. Sultan Murat ile sürekli iletişimde olan Çandarlı Halil, Manisa’ya Edirne’de yeniçerilerin bir isyan çıkaracağını iletmiş ve sultanın payitahta dönmesini istemişti. Sultan yanındaki adamları ile Edirne’ye doğru hareket etmiş ancak sonrasında yönünü değiştirerek Bursa’ya geçmişti. Pek de şaşırtıcı olmayarak Sultan Murat Bursa’da iken Edirne’de bir yeniçeri isyanı patlak verdi.

Tarihe Buçuktepe isyanı olarak geçen bu yeniçeri ayaklanması Sultan Mehmet’i tahtından eden temel olay niteliğindedir. Buçuktepe mevkinde toplanan yeniçeriler Edirne’de terör estirmiş ve manidar bir şekilde Çandarlı’nın rakibi olarak görülen Şehabeddin Paşa’nın evini basmışlardı. Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan’ın Çandarlı Halil Paşa ile olan iyi ilişkileri düşünüldüğünde bunun planlı bir eylem olduğu fikri güç kazanıyordu. Genel itibariyle Sultan Mehmet’i destekleyen ekibi zor durumda bırakan bu isyan aslında dolaylı olarak Genç Sultanı da zora sokmuştu. Ancak bununla yetinmeyen Çandarlı Halil isyanın yatıştırılmasından sonra Sultan Mehmet’i uzun sürecek bir ava çıkardı. Mehmet avdan döndüğünde babasını payitahtta buldu ve bu oldu bitti karşısında yapılacak bir şey kalmamıştı. Mehmet’e bağlı olan ekibin bu dönemde tehdit edildiği veya Çandarlı ile anlaşmak zorunda bırakıldıkları tahmin edilebilir. Zaten çıkan isyanda onların dikkatlerini dağıtan Çandarlı Halil muhtemelen Sultan Murad’ın gelişini de saklamak için elinden geleni yapmıştı. Akabinde dönen pazarlıklar sonucunda Mehmet’in kendi rızasıyla tahttan çekilmekten başka şansı kalmamıştı. Babası ile görüşen genç sultan tahttan çekildiğini açıkladı ve ekibi dört bir yana dağıtıldı. Artık 15 yaşına basmak üzere olan “Eski Sultan” ise yenilmiş bir biçimde Manisa’ya doğru yola çıktı .

Açıkçası tahta çıkmadan önceki 5 yılını, İstanbul fetih hazırlıkları ve fetih ile ele almak istiyorum. Bu yazımda Fatih Sultan Mehmet için önemli olan bir dönemi açıklığa kavuşturmaya çalıştım. Diğer yandansa hikâyeye yeni başladığımızın altını çizmek isterim. Hür kalın, hoşça kalın.

Kaynakça

1-Feridun M. Emecen Fetih ve Kıyamet 1453

2-Halil İnalcık Osmanlı İmparatorluğu ve Klasik Çağ 1300- 1600

3-John Freely Büyük Türk

4-https://islamansiklopedisi.org.tr/ MEHMED II ve MURAD II  maddeleri

Son olarak, döneme bir bakış açısı kazanmak açısından Flu Tv’de ”Olmaz Öyle Saçma Tarih” programının 6. (İstanbul’un Fethi) ve 32. (Fatih) bölümü izlenebilir.

Akın Giray ÇAKAL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir