Batı Avrupa Merkezli Cadılık Tarihi

/ / MİTOLOJİ
Giriş

Cadı, cadılık birtakım gizil kuvvetlerin, doğaüstü varlıklar ve güçlerden miras yoluyla elde edildiği inancına dayanan pratiklere ilişkin bir kavramlaştırmadır. (Emiroğlu ve Aydın, 2003:174) Cadılara herkes aşinadır; masallarda, filmlerde vb. her dönem ayakta tutulmuş evrensel bir figürdür. Ancak kültürlere, dillere yerleşmesi çok kısa bir süreç değildir.

İlk Cadılar 

“Cadı”nın tanımı Avrupa’da 14. yüzyılda başlayan yasaklar ve cadı avları ile oluşturulmuştur. Bu dönemden öncesi hakkında net bir cadı profili yoktur ve birçok doğaüstü varlıkla ortak özellikler taşır. Dolayısıyla “cadı” kelimesinin kimi tasvir ettiği net değildir. Bu bakımdan ortaya çıkışı hakkındaki tahminler de farklıdır. Bu nedenle başlangıç çeşitli olasılıklar değerlendirilmelidir.

Kimi tarihçilere göre cadılık Lilith kültü ile başlamıştır. Lilith, sanılanın aksine Tevrat ile ortaya çıkan bir kadın figürü değildir. Kökeni Sümerlere ve Mezopotamya’ya dayandırılır. Sümerce “rüzgâr, meltem” ve “rüya ruhu” anlamındaki “lîl” kökünden türeyen Lilith isminin Babilce “Lilîtu”, Asurca “Līlātu”, Habeşçe “Lelīt”, İbranice “Laylâ”, Arapça “Leylâ”, Aramice “Leylā”, Süryanice “Leyla” olarak diğer dillere geçmiştir. Başlangıç olarak Gılgamış Destanı’nda geçtiği görülür.

“…

“İnanna erkek kardeşi Gılgamış’ı çağırdı ve şöyle söyledi:

“Ey Gılgamış, kaderlere karar verildiği günlerde,

Bolluk ülkeyi sardığında Gök Tanrısı gökleri, Yer Tanrısı da yerleri taşıdığında

Ereşkigal Büyük Yeraltı’nı kendi hükümdarlık alanı ilan ettiğinde

O zaman Bilgelik Tanrısı Baba Enki, yeraltına indi

Yeraltı ona karşı ayaklandı ve ona saldırdı… Bu zamanlarda bir ağaç, tek bir ağaç, bir huluppu-ağacı

Fırat’ın kıyılarına kök saldı.

Güney rüzgarları köklerini ve dallarını çekiştirdi;

Ta ki Fırat’ın suları onu uzaklara götürene dek.

Ağacı nehirden dışarı çektim; Onu kutsal bahçeme götürdüm.

Parlayan yatağımı ve tahtımı beklerken ağaç ile ilgilendim.

O zaman evcilleşmeyen bir yılan Ağacın köklerine yuvasını kurdu.

Ağacın dallarında Anzu-Kuş kuluçkaya yattı. Ve gövdesinde karanlık bakire Lilith evini inşa etti.

Ağladım. Ah nasıl ağladım! (Ama hiçbiri ağacı terk etmek istemedi.)”

Gılgamış, cesur savaşçı Gılgamış, Uruk kahramanı, İnanna’nın yanında yer aldı.

Gılgamış, elli mina ağırlığında bir zırh geçirdi göğsüne·

Bu elli mina’nın ağırlığı ona elli tüy gibi geliyordu. O yolların baltasını, bronz baltasını savurdu. Yedi yeteneği ve yedi mina’nın ağırlığı omuzlarında

İnanna’nın kutsal bahçesine girdi.

Gılgamış eğitilemeyen yılanı öldürdü. Anzu-Kuş yavrularıyla dağlara uçtu. Ve Lilith evini yıkarak vahşi, ıssız yerlere kaçtı. O zaman Gılgamış huluppu-ağacının köklerini gevşetti.

Ve ona eşlik eden şehrin oğulları, dallarını kestiler.

Ağacın gövdesinden bir taht oydu kutsal kız kardeşi için.

Ağacın gövdesinden bir yatak oydu İnanna için. Ağacın köklerinden bir pukku yaptı erkek kardeşi için. Ağacın taçlarından, bir mikku yaptı Uruk kahramanı Gılgamış için.”

Bu anlatıya göre güney rüzgârının çok şiddetli estiği bir gün, Fırat Nehri kenarında bulunan Huluppu ağacı yerinden kopmuştur. Nehre düşen ağacı gören Tanrıça İnanna ağaca hayran olup Uruk Kenti’ndeki bahçesine ekmek için götürmüştür. İnanna bu ağaca yıllarca özenle bakmıştır. Ağacı kesip kendisine sedir yapmak istediğinde ağacın tepesinde bir Anzu kuşu yuva yapmıştır; ağacın dibinde yılan bulunmaktadır ve dallarında da Lilitu (Lilith) vardır. Tanrıça çok sevdiği ağacından faydalanamayacağını düşündüğünde bu durum karşısında ağlamaya başlamış ve bu ağlamaları duyan Gılgamış, yılanı öldürmüştür. Yılan öldürülünce Anzu kuşu yavrularını da alıp uçmuş; Lilith ise kaçmıştır. Lilith bu efsanede dişi, kötü bir cin olarak tasvir edilmiştir. Pagan dönemde Lilith karakterinin bazı belirgin özellikleri bulunmaktadır:

Bunlardan ilki cinselliğe olan düşkünlüğüdür. O, erkekleri kendisiyle birlikte olmaya zorlar. Bu inanış pagan dönemlerin anaerkil inanç yapısı ile ilişkilendirilebilir. Lilith “Ana Tanrıça” kültünden doğan dişiliğin doğurganlık ve koruyuculuk özellikleri etkisinde yeni varlıklar doğurmalıdır. Ancak başka dönem ve coğrafyalarda da dinmeyen cinsel arzusu ve silah amaçlı kullandığı taze cinsel çekiciliği nedeniyle şeytani bir ruh/cin olarak da yorumlanır. Eski anlatılara göre erkekleri tuzaklarına düşürmek için etraflarında dolanır, pencerelerinden bir rüzgar gibi sızarak geceleri evlerine girerlerdi. Bu düşünce şekli ise ataerkil ve tek tanrı anlayışının kabulü ile şekillenmiştir. Dişi varlıklar, baştan çıkarmak suretiyle bir “yılan” figürü haline gelmiştir.

Bu figür en net Yahudi mitlerindeki Lilith karakterinde görülür. Lilith, Adem’in ilk eşidir. Tanrı ikisini de topraktan ve birbirine benzer yarattı. Eşit olduklarını bilen Lilith, Adem’in altında sevişmeyi bile reddetti ve üstte olmak istedi. Bu üstünlük tartışması Tanrı’nın Adem’in tarafında olması üzerine daha da büyüdü ve Lilith, Tanrı’nın yasaklı ismini söyleyerek göğe yükseldi. Adem’in şikayetleri üzerine Tanrı, onun geri getirilmesi için üç tane melek gönderdi. Tanrı şu emri de verdi: eğer geri dönmek isterse dönebilir; ancak reddettiği takdirde her gün yüz oğlunun ölümüne şahit olacaktı.

Lilith, Kızıldeniz kıyısında bulundu. Melekler Tanrı’nın emrini iletti; ancak Lilith geri dönmeyi ısrarla reddetti. Çocuklarının ölüm haberini aldığında, erkek çocuklarını doğumlarından sekizinci günlerine; kız çocuklarını ise doğumdan yirminci günlerine kadar koruyacağına söz verdi. Meleklerin isimlerini (Senoi, Sansenoi ve Semangelof) ve suretlerini muskalarında taşıyan bebeklere dokunmayacağına yemin etti.

Lilith kimilerine göre cadıdır, ancak çoğunlukça dişi bir “demon” olduğu ifade edilir. Görüş farklılıkları nedeniyle, tarihi dönemde kendisinden bahsetmenin doğru, tarihi ondan başlatmanın yanlış olduğu kanaatindeyim. Lakin belirtmek gerekir ki Lilith inancı, Orta Çağ’da gördüğümüz “kadınların cadılığa yatkınlığı” meselesinde kimi Hristiyanlar tarafından ortaya atılan kadınların ilk günah sorumluluğu görüşünün de temelinde yatmaktadır. Cadı avlarının meşrulaştırılması sürecindeki merkezi konumu nedeniyle yazıda işlenmemesi eksiklik olurdu. Çoğu kaynakta ise ilk cadı örneği, I. Samuel kitabında yer alan Endor Cadısıdır. -Cadı olduğu hususu tartışmalı olsa da ismi “Endor Cadısı” olarak yayıldığından yazıda da bu şekilde kullanılacaktır.-

Peygamber ve kral olan Samuel’in ölümüyle birlikte İsrail’in ilk kralı olan Saul hükümdar olur. Samuel ölmeden önce onun peygamberliğinden ve Tanrı’nın sözlerinden fayda sağlayan ve bu direktiflerle harekete geçen Saul, Tanrı’nın sözünden hiç çıkmamış hatta tüm falcı/kâhin ve cadıları ortadan kaldırmasıyla ün salmıştır. Bu faaliyetleri krallığında yasaklar. Ancak Samuel’in ölümü üzerine rehbersiz kalan ve rüyalarında ne peygamberlerle ne de Tanrı’yla iletişime geçemeyen Kral, karşısında savaşacağı Filistin ordusunu görünce büyük bir korkuya kapılmıştır. Bunun üzerine bir kâhin bulunmasını emreder.

3Samuel ölmüş, bütün İsrail halkı onun için yas tutmuştu. Onu kendi kenti Rama’da gömmüşlerdi. Saul da cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovmuştu.

4Filistliler toplanıp Şunem’e gittiler ve orada ordugah kurdular. Saul da bütün İsrailliler’i toplayıp Gilboa Dağı’nda ordugah kurdu.

5Saul Filist ordusunu görünce korkup büyük dehşete kapıldı. 6RAB’be danıştıysa da RAB ona ne düşlerle ne Urim, ne de peygamberler aracılığıyla yanıt verdi. 7Bunun üzerine Saul görevlilerine, “Bana bir cinci kadın bulun da varıp ona danışayım” diye buyruk verdi.

Görevliler, “Eyn-Dor’da bir cinci kadın var” dediler.” (1.Samuel, 28:3-7)

Farklı dillere farklı çevirilerde, bu kadın “medium”, “necromancer” olarak da nitelendirilmiştir ki orijinal dil ve anlama (אוֹב) en yakın olanın “necromancer” olduğu söylenebilir. Nekromansi, ölmüş kişilerin ruhlarıyla, çeşitli nedenlerden dolayı iletişime geçilmesidir. Genellikle geleceği tahmin etmek amacıyla uygulanır. Bu bakımdan falcı olması cadı olmasından daha yüksek bir ihtimaldir. İsminin “cadı” olarak yayılmasının insanların sınırlı sayıda çeviriye ulaşabilmesi ve bunların da cadı avı dönemi eseri olmasından kaynaklandığına dair görüş bulunur. Ancak Kutsal Kitap’ta kadının hangi yöntemlerle iletişimi sağladığı söylenmemektedir.

8Böylece Saul başka giysilere bürünüp kılığını değiştirdi. Geceleyin yanına iki kişi alıp kadının yaşadığı yere gitti. Kadına, “Lütfen benim için ruhlara danış ve sana söyleyeceğim kişiyi çağır” dedi.

9Ama kadın ona şu karşılığı verdi: “Saul’un neler yaptığını, cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovduğunu biliyorsun. Öyleyse neden beni öldürmek için tuzak kuruyorsun?” 

10Saul, “Yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bundan sana bir kötülük gelmeyecek” diye ant içti. 

11Bunun üzerine kadın, “Sana kimi çağırayım?” diye sordu. 

Saul, “Bana Samuel’i çağır” dedi. 

12Kadın, Samuel’i görünce çığlık atarak, “Sen Saul’sun! Neden beni kandırdın?” dedi. 

13Kral ona, “Korkma!” dedi, “Ne görüyorsun?” 

Kadın, “Yerin altından çıkan bir ilah görüyorum” diye karşılık verdi. 

14Saul, “Neye benziyor?” diye sordu. 

Kadın, “Cüppe giymiş yaşlı bir adam yukarıya çıkıyor” dedi. O zaman Saul onun Samuel olduğunu anladı; eğilip yüzüstü yere kapandı.” (1. Samuel, 28:8-14)

15Samuel Saul’a, “Neden beni çağırtıp rahatsız ettin?” dedi.

Saul, “Büyük sıkıntı içindeyim” diye yanıtladı, “Filistliler bana karşı savaşıyor ve Tanrı da beni terk etti. Artık bana ne peygamberler aracılığıyla, ne de düşlerle yanıt veriyor. Bu yüzden, ne yapmam gerektiğini bana bildirmen için seni çağırttım.”

16Samuel, “RAB seni terk edip sana düşman olduğuna göre, neden bana danışıyorsun?” dedi, 17“RAB benim aracılığımla söylediğini yaptı, krallığı senden alıp soydaşın Davut’a verdi. 18Çünkü sen RAB’bin buyruğuna uymadın, O’nun alevlenen öfkesini Amalekliler’e uygulamadın. RAB bugün bunları bu yüzden başına getirdi. 19RAB seni de, İsrail halkını da Filistliler’in eline teslim edecek. Yarın sen ve oğulların bana katılacaksınız. RAB İsrail ordusunu da Filistliler’in eline teslim edecek.” (1. Samuel, 28:15-19)

20Saul birden boylu boyunca yere düştü. Samuel’in sözlerinden ötürü büyük korkuya kapıldı. Gücü de kalmamıştı; çünkü bütün gün, bütün gece yemek yememişti. 21Kadın Saul’a yaklaştı. Onun büyük şaşkınlık içinde olduğunu görünce, “Bak, kölen sözünü dinledi” dedi, “Canımı tehlikeye atarak benden istediğini yaptım. 22Şimdi lütfen kölenin söyleyeceğini dinle. İzin ver de, önüne biraz yemek koyayım. Yoluna devam edecek gücün olması için yemek yemelisin.”

23Ama Saul, “Yemem” diyerek reddetti. Ancak hizmetkârlarıyla kadın zorlayınca, onların dediğini yaptı. Yerden kalkıp yatağın üzerine oturdu. 24Kadının evinde besili bir dana vardı. Kadın onu hemen kesti. Un alıp yoğurdu ve mayasız ekmek pişirdi. 25Sonra Saul’la görevlilerinin önüne koydu. Onlar da yediler. Sonra o gece kalkıp gittiler.” (1. Samuel, 28:20-25)

Endor Cadısı, “Cadı Avı” için kritik bir konum içermekte. Lilith gibi bazı eylemlerin ve düşüncelerin meşrulaştırılması ve kanıtlanması amacıyla kullanılmış bir karakterdir. Endor Cadısı’nın gerçek ve cadı olduğu inancı doğarsa, birçok cadının daha varlığını ispatlanabilir ve algı kolayca yönlendirilebilirdi. Bu nedenle bahsedildiği gibi yaygın isminin “cadı” olarak kalması o dönemin düşünsel durumundan doğmuştur. Ancak kendisine cadı demek ispatsızdır zira olay gelişimi ve karakter yapısı göz önüne alındığında, yansıtılan cadı kimliğinin bir parçası olduğunu söylenememektedir. Bu da ya Orta Çağ Hristiyanları tarafından oluşturulan cadı kimliğinin tutarsızlığına ya da cadıların olmadığına yorumlanabilmektedir.

Cadı Kimliği

İlk kabul edilen cadılardan bu yana cadı figürü birçok yerde ve birçok şekilde hayatın içinde yer almış durumdadır. Kültürlere entegre olmuş ve folklorun bir parçası haline gelmiştir. Masallarda, halk hikayelerinde ve efsanelerde geniş kitlelerin uzunca bir süre parçası olmuştur. Zamanla sanat, edebiyat ve medya gibi insanlara ulaşan kanallarda da sıkça karşılaşılan bir simge haline gelmiştir. Tüm bunların sonucu olarak da zihinlerde beliren cadı kimlikleri ortaya çıkmıştır. Bu kimliklerin 15.yy öncesi “geleneksel cadı” profili ve 15.yy engizisyon dönemi ile oluşan “modern cadı” profili olarak ayrılması mümkündür.

Geleneksel cadı stereotipi masallarda, halk hikayelerinde, efsanelerde, folklorda yaşayan cadılardır. Genellikle yaşlı, iri burunlu, çocukların korktuğu, ormanlarda yaşayan süpürgeli masal cadısı veya kötü rol üstlenen üvey anne tipi geleneksel cadı imajına örnek gösterilebilir.

Modern cadı ise bir üst kavram niteliği görür. Modern cadı tam bir profile sahip değildir. Bu nedenle geleneksel cadı ve doğaüstü güçlere sahip büyücü/kâhin vb. kategorilerin hepsini kapsar. Ancak özellikle Orta Çağ’da cadı avı çağı ile yaratılan cadı imajını içermesinden dolayı 15.yüzyıldan sonrasını ifade eder. Bundan sonraki bölümlerde “cadı” ifadesi ile modern cadılar anlatılacaktır.

Orta Çağ

Orta Çağ genel hatlarıyla, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden (476) İstanbul’un fethine (1453) veya Amerika kıtasının keşfine (1492) kadar süren çağ olarak tanımlanır. Bu tanım doğru olsa bile dönem, Doğu ve Batı coğrafyasının ev sahipliği yaptığı durumlar nedeniyle oldukça geniş bir içeriğe sahiptir. Özellikle de Batı ülkeleri ile özdeşleştirildiği görülmektedir. Bu durumun bir nedeni, yaşanan çarpıcı olaylardır.

Orta Çağ Avrupası, dönem itibariyle ruhani otorite olan Papalık yani Kilise ve merkezileşme sürecini tamamlayamamış bir siyasal otorite altındadır. Papalık otoritesini tanımakla birlikte kendi otoritesini ilan eden küçük yapılar, feodal devletler, bulunmaktadır. Ancak coğrafya, “Respublica Christiana” birliği altında varlığını sürdürmüştür. Bu durumun nedenleri dinin, hükümdarlar tarafından kılıç zoruyla yayılması ve dinin, Papalık Hristiyanlığı ile sınırlandırılmasıdır. Yerel bağlılık, dinsel bağlılığa dönüşmüştür. Bu dönüşüm sosyal yapıyı da Papalık hakimiyetine sokup toplumu din ekseninde şekillendirmiştir. Dini değerler ve pratikler günlük hayat ile karışmıştır. Ancak cadı avı süreci Kilise’nin mutlak otoritesinden de önce, resmen Hristiyan Roma’nın başlamasıyla birlikte başlamaktadır. Pagan kültürüne, tanrıça kültlerine, şifacı, bilge vb. kadınlara karşı savaş açılmış; üst bir cadı kimliği oluşturulmuştur. Lakin Reform dönemindeki cadılık kavramı ögeleri pagan kültürü ile değil; akıl ve ruh sağlığı (psikopatoloji) ile alakalı gözükmektedir.

“İnsanlar harabeye dönmüş kentlerde ve kırlarda heretik diye, büyücü diye, Müslüman diye, Yahudi diye canlı canlı yakılmaları günlük olağan işler arasına girmiş; işkence ile sorgulama tüm Avrupa için alışılmış bir hukuk kuralı olmuştur” (Tuğcu, 2000: 223). Toplum baskılanmış, özgür düşünce ve bilim durma noktasına gelmiş; Avrupa, Aydınlanma Çağı gelene kadar karanlık yüzyıllar geçirmiştir.

Orta Çağ Cadısı

Cadı kavramı birden fazla anlama sahiptir ve zaman zaman farklı kelimelerle tabir edilmiştir. Ancak bilinen en eski kelime anlamı Eski Yüksek Almanca (“Althochdeutsch”) “hagazussa” kelimesinden gelmektedir. En yakın kelimeler “tunripa”, “zunrite” ve “waliderse”dır; bu sözcükler farklı bölgelerde “çit üzerine binen/ çıkan” anlamına gelir. Hagazussa, kuzey Almanya’da sopaya binen anlamında “walriderske”ye dönüşürken, kuzey mitolojisindeki Túnridr (Çit/Çalı Binicisi) ile benzeştiğini görülmektedir. Bu karakter aynı zamanda çocuk öldüren, insan eti yiyen ve geceleri gezintiye çıkan dişi bir hayalettir. Dolayısıyla büyü ve sihir daha sonraki zamanlarda atfedilmiştir. Bu durum ortaya yeni kavramlar ve yeni isim arayışları çıkarmıştır.

“Maleficium Latince bir terim olarak, “Zarara veya yaralamaya neden olma niyetiyle gerçekleştirilen bir büyücülük eylemi; sonuçta ortaya çıkan zarar.” Genel olarak terim, insanlara veya mülke zarar verme veya ölüme neden olmayı amaçlayan herhangi bir büyülü eylem için geçerlidir.” Modern cadılık da şeytanla yaptığı sözleşme ile kara büyü yeteneği elde eden “gerçek” bir “insansı” varlıktır. Cadılığın bu yöne evrilmesiyle yeni tabirler aranmaya başlanmıştır. Bunlardan bazıları, “haeretici fascinarii”, “Valdenses idolatrae, “strigimagae”, “sobaces” veya benimsenen eski basit isimlerdir: “Lamia”, “Empusa”, “Striga” veya eş anlamlısı “Unholde”.

Modern cadı stereotipinin kilit noktası şeytanla “sözleşme”dir. “Bu sözleşme kavramı, cadılığı heretiklerle ilişkilendirmek ve basit büyücülük işleri yapanları yeni efendileri Şeytan’a tapınmak için İsa’yı kötüleyen tehlikeli heretiklere dönüştürmek için kullanılmıştır.” (Martin; 2009) Kilise tarafından ortaya atılmış ve zamanla genel kabul görmüştür. Büyü şeytana özgü bir marifettir ve büyücülüğü o yönetir. Bu görüş nedeniyle Orta Çağ’da büyünün iyi niyetlisi olmayacağı kabul edilir. Şeytan ise karşılıksız hiçbir şey yapmaz. “Sözleşme”nin temeli de burada yatmaktadır.

Bu sözleşmeler birkaç şekilde yapılabilmektedir. Siyahlar giymiş biri, katılmak isteyen kişiye konuk olur ve yazılı antlaşma yapılırdı. Bu siyahlar içindeki kişi Şeytan’ın vekilidir. Bu anlaşma bazen kavşaklarda yapılmalıdır. Bu anlaşmaya göre şeytan kişiye istediğini (başarı, intikam, mutluluk vb.) verecek; kişi ise vaftizini reddedecek, Sonsuz Kurtuluş amacını reddedecek ve ölünce ruhunu cehenneme teslim edecektir. Bu antlaşmalar yedi veya dokuz yıl süre için yapılmaktadır, bu süre sonunda kurban ölecek veya anlaşma yenilenecektir.

Cadılar, Sabbat denilen gece ayinlerinde Şeytan’a ibadet ederler ve sadakat yemini ederler. Bu gece ayinlerine de süpürgelerle “gece uçuşu” adıyla bilinen yöntemle gidilir. Sabbat ayinleri, cadı avı el kitabı olan “Malleus Maleficarum”da yer alana kadar varlığı konusunda kesin bir inanç yoktur. Ancak eserde Sabbat ayinlerinden bahsedilmesi mevzuyu tartışmaya açmıştır. Bu ayinlerde çocukları kurban etme, yamyamlık ve orji görülürdü. Ancak dönemin mahkemeleri ve ruhban sınıfı bu törenlerin gerçek mi yoksa hezeyan mı olduğu üzerine uzun süre tartışmıştır. Bu tartışmanın nedeni, kadınların Sabbat törenlerine katılmak için hazırladıkları “cadı/uçuş kremi”dir. “Cadılarla ilgili bir başka yaygın inanç da, onların kendilerine Şeytan’la yapmış oldukları sözleşme karşılığında verilen özel bir merhem yardımıyla uçtuklarıdır.”

16. yüzyılın sonlarına doğru bu kremlerin içeriğinin uyuşturucu ve halüsinasyon yaratıcı etkisi olması nedeniyle kişilere bir yerden bir yere uçma ve mekân değiştirme algısı yarattığı, aslında gece süpürgeyle uçma eyleminin gerçek olmadığı iddiası ortaya atılmış ve tartışma doğurmuştur. Bu iddia törenlere katıldıkları gece kocalarının yanında uyudukları ve bu nedenle de fiziksel olarak gitmelerinin imkânsız olduğunu söyleyen cadılar tarafından da desteklenmiştir.

“Yahudi Abraham, 1458’de yayımlanmış Büyücü Abramelin’in Kutsal Büyü Kitabı’nda bir cadı ve onun uçuş merhemiyle yaşanan bir deneyimi aktarır. Abraham cadıyla, onun kendisine atardamar noktalarına sürmesi için bir çeşit merhem verdiği Avusturya, Linz’de karşılaştı. Dediğini yaptıktan sonra, havada süzüldüğünü ve gitmek istediği yere vardığını hissetti. İlk deneyimin ardından, Abraham cadıdan kendi arkadaşlarından birini ziyaret etmesini ve dönüşte gördüklerini anlatmasını istedi. Kadın, merhemi bileklerine ve ayaklarına sürdü, ama Abraham’ın umduğu gibi uçacağına, ölü vaziyette yere yığıldı ve orada saatlerce hareketsiz kaldı. Sonunda kendine geldiğinde, yaptığı yolculuğu anlattı. Ancak anlattıkları, arkadaşına yapılacak gerçek bir yolculukla hiçbir şekilde örtüşmüyordu. Abraham, merhemin gerçek uçuşlar değil, fantastik hayali uçuşlar sağladığı sonucuna vardı.” (Martin,2009)

Modern cadı kimliğinin bir diğer unsuru da cadıların hayvana dönüşebildiğine dair olan inançtır. Bu inanışın temeli birçok kültürde yer alan kurt kültüdür. Kırmızı Başlıklı Kız örneğinde de görüldüğü gibi kurt adama dönüşme becerisinin Orta Çağ’da cadılarda var kanaati vardır. Hayvana dönüşme durumuna “likantrofi” denir.

“Likantrofiyi açıklamaya çalışan birkaç kuram vardır:

1. Kötü amaçlan olan cadılar, erkek büyücüler ve diğer kişiler, yaptıklan kötülükleri gizlemek için hayvan kılığına girerler.

2. Büyülenmiş kişiler kendilerini ve diğer insanlar da onların bir hayvana dönüştüğünü düşlerdi ve bu onların davranışlarına yansırdı. Bazen, işin içinde toplu hipnoz varmış gibi görünür. Ata dönüşen bir kadının büyüsünü bo zan Aziz Macarius, bir başka olayda, kocası ve izleyicilerin bir kakuma dö nüştüğüne inandıkları bir kadınla tanışır. Azizin, hâlâ bir kadm olduğunu ve kandırıldıklarını söyleyerek, kadını böyle görenlerin üzerindeki örtüyü kaldır dığı söylenir.

3. Vahşi hayvanın başka bir yerde kötülüklerini sürdürdüğü görülürken, hayvana can veren kişinin uyuduğunu aktaran bazı kesin olaylar vardır.” (Crow, 2006)

Cadılık Kadına mı Mahsus?

Orta Çağdaki Kadın Algısı Hakkında Kısa Bir Kısım  

“Sen bir Havva olduğunu bilmiyor musun? Tanrı’nın hükmü bu çağda devam ediyor, dolayısıyla senin suçunun da zorunlu olarak devam etmesi gerek. Sen şeytanın kapısısın, sen o ağacın meyvesini koparansın, tanrısal yasayı ilk çiğneyen sensin, şeytanın saldırmaya cesaret edemediği erkeği ikna eden sensin. Sen Tanrı’nın sureti olan erkeği kolayca mahvettin. Senin suçun yüzünden Tanrı’nın Oğlu bile ölmek zorunda kaldı.”

Tertullianus

Cadılığın kadınlarla özdeştirilmesi Orta Çağ düşüncesi ile sınırlı değildir. Hristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren Kutsal Kitap merkezli olarak kadının ne olduğunu ve konumunu belirleyen çok sayıda kilise babası ve teolog vardır. Orta Çağ döneminde ise bu görüşler her daim taze tutulmaya çalışılmış ve yapılan katliamlar için meşru zemin oluşturmak için kullanılmıştır. Bu konuda bazı örnekler verilebilir:

“Büyücü kadını yaşatmayacaksınız. (Mısır’dan Çıkış, 22:18)

“RAB Tanrı kadına,

“Çocuk doğururken sana

Çok acı çektireceğim” dedi,

“Ağrı çekerek doğum yapacaksın.

Kocana istek duyacaksın,

Seni o yönetecek.” “(Yaratılış, 3:16)

“Erken dönem Hristiyanlıkta kadın karşıtı söylem henüz bütünüyle büyücülük/cadılık ile irtibatlandırılmamıştır. Bu dönemde söz konusu olan kadın düşmanlığı daha genel, sınırları net olarak çizilmemiş, hala ‘ilk günah’dan izler taşıyan yapıdadır.” (Akın, 2002) Kilise ’ye göre ilk günahın sorumlusu Havva’dır. Milanolu Ambrosius, “Kadın, erkeğin günaha düşüşünün failiydi, erkek kadının değil.” cümlesiyle; Tertullianus ise “Havva olduğunu bilmiyor musun? Tanrının hükmü̈ bugün de bütün cinsin için geçerlidir, dolayısıyla senin günahın da devam etmeli. Sen, Şeytan’ın kapısısın; onun ağacından yemeye razı oldun ve sen, Tanrının kanununu çiğneyen ilk kişiydin.” cümleleriyle bu görüşü savunmuştur.

“Orta Çağ Avrupası için kadın, inandıkları dinin peygamberi Hz. İsa’nın annesi Meryem söz konusu olduğunda el üstünde tutulacak kadar kutsal, ilk günahı işleyerek tüm insanlığı günah içinde doğmaya mahkûm ettiği, çekilen acıların sebebi olduğu için Havva söz konusu olduğunda bir o kadar sıradan ve hatta denetim altında bulundurulması gereken bir varlıktır.” (Genç, 2011)

12. yüzyıl papazlarından Lavardinli Hildebert için ise kadın erkeğin baş düşmanıdır. “Kadın kırılgan bir şeydir, suç̧ dışında hiçbir şeye sadık değildir ve her zaman zarar verir. Kadın, zarar vermenin mümkün her yolunu öğrenen ve öğreten obur bir alevdir, son derece budaladır, erkeğin yakın düşmanıdır. Kadın aşağılık bir forum’dur, kamusal bir şeydir, aldatmak için doğmuştur ve onun için başarı, suç işleme yeteneğidir. Rezillikte her şeyi tüketen kadın, her şey tarafından tüketilir. Erkek avcısı olan kadın, sonra erkeklerin avı haline gelir.” (aktaran Dalarun, 2005)

Dolayısıyla Orta Çağı kasıp kavuran veba, ekonomik kriz, ekolojik problemler (cadıların mevsimler ve doğa olayları üzerinde çok büyük etkisi olduğuna inanılmaktaydı.) gibi her alandaki olumsuzluk cadılara bağlanmış ve gün sonunda bunlara kadınların sebep olduğu üzerinde mutabık olunmuştur.

“Kadınlar uğursuzluğun kaynağı, ters giden olaylara sebep, mevsimsel felaketleri tetikleyen, sebepsiz hayvan ölümleri getiren kişi olarak görülür ve cadı olarak damgalanırlardı. Mevsimsel felaketlerle birlikte gelişen kıtlık ve buna paralel olarak ortaya çıkan açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalınması cadı avcılığının en hararetli dönemlerine rastlar, ne zaman felaketler için günah keçisi aransa kadınlar yakılırdı.” (Aksan, 2013)

Çoğunluk kadın olsa da okültizmin, büyücülüğün ve cadılığın başlangıcından beri erkekler ve çocuklar da özne olarak yer almıştır. “Warlock” ismi Orta Çağ’da engizisyon tarafından erkek cadıları ve büyücüleri tarif etmek için kullanılmıştır.

Sonuç

Günümüzde özellikle gençler arasında “witchcraft” yani cadılık popülerliğini günden güne arttırmaktadır. Ancak Orta Çağ cadılığı ile alakası yoktur ve ritüeller, büyüler ve inançlar o zamanlardan bu yana değişerek günümüze gelmiştir.

20. yüzyıl itibariyle cadılıktan farklı olarak “Wicca” terimi kullanılmaya başlanmıştır. Cadılıktan farklı olarak bir din olarak vardır, o dönem ritüel ve inanışlarının ahlaki kurallar ve geleneklerle çerçevelenerek yeniden oluşturulmasıdır. Doğa kutsalı üzerinde şekillenen bir pagan dinidir. Cadılar bahsedildiği gibi pagan, Hristiyan yani her dinden var olmuştur. Hatta Lilith’in de cadı olduğu iddiası cadılığı din öncesine taşımaktadır. Vika, organize bir inanış değildir ve bir lider yoktur. Ancak “Cadı halkası” olarak adlandırılan “covan”lar vardır. Kişi bir kovana girebilir ve yalnız olarak ritüellerini gerçekleştirebilir. Eski dönem cadılığından farklı olarak ise “kara büyü” yasaktır. Kişi birine zarar verdiği zaman o büyü üç katı ile kendisine geri dönecektir. Kara büyünün yasak olması Şeytan inancının olmaması ve kişinin becerilerinden ve sonuçlarından kendisinin sorumlu olması demektir. Wicca dininin cadılığın modern yorumu olarak adlandırılması kanaatimce yanlış olmayacaktır. Örneğin Sabbatlar (ritüeller farklı olsa da) hala varlığını sürdürmektedir. Cadı ritüelleri sembolleri wicca ritüellerinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Ancak cadılığın var olduğunu söylemek zorlama olacaktır. Zihniyetlerin ve yaşananların etkisi ise özellikle din ve kadın hakları bağlamında her dönem önemini sürdürmüş ve sürdürecektir. Her yeni nesil cadı hikayeleri ve medyada her alan cadı figürleriyle büyümekte ve yerleşmiş kelime öbeklerinde “cadı” gündelik hayatta yaşamaktadır. Cadılık kalmasa da cadı algısı kısa sürede bitmeyecek gibi duruyor.

 

Kaynakça 

1-AKIN, Haydar. Orta Çağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı. Ankara: Dost Kitabevi, 2001.

2-AKSAN, Yücel, “1450-1750 Yılları Arasında Avrupa’da Cadılık”. Tarih İncelemeleri Dergisi, 26:2 (2013)

3-ÇINAR, Aynur. “Lilith: Yahudi Mitolojisinde Ana Tanrıça’nın Düşüş ve Şeytana Dönüşüm Serüveni”. Bilimname Düşünce Platformu, 35 (2018)

4-DEMİR, Baykar. “Endor Cadısı İkonografisi”. Sanat Tarihi Yıllığı. 28 (2019)

5-EMİROĞLU, Kudret ve AYDIN, Suavi. Antropoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2003.

6-GENÇ, Özlem. “Ortaçağda Kadın”. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitütüsü

7-KARAKÜÇÜK ARSLAN, Suna. ““Korkunun Kadınları”: Cadılar ve Cadıcılık”. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 13:2 (2010 Güz)

8-MARTIN, Lois. Cadılığın Tarihi. İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2009.

9-ÜLGEN, Pınar. Kadınlar ve Cadılar. İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2018.

10-ZINGSEM, Vera. Lilith. Çev. Devrim Doğan Yüzer. İzmir: İlya İzmir Yayınevi, 2007.

 

-Berfin GÜLER 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir