Babür’ün Ataları
Baba tarafından Timur, anne tarafından ise Cengiz Han’ın soyundan gelen Babür Şah’ın öyküsünü sizlere sunmadan önce daha Babür Şah doğmadan önce yaşanan bazı önemli gelişmelere değinmemiz gerek. Haydi başlayalım.
Tarihe birazcık ilgi duyup Timur adını duymayan yoktur. Timur; Cengiz, İskender, Hannibal gibi dünya tarihinin sayılı liderleri arasında anılmaktadır. Yaşamı savaş ve seferlerle geçmiş, ölümü de yine bir sefer sırasında vuku bulmuştur. Çin seferine çıkarken 1405 yılında, 69 yaşında iken hayata gözlerini yummuştur.
Timur, ölümünün ardından Anadolu’dan Hindistan topraklarına kadar uzanan geniş bir imparatorluk bıraktı. Lakin bu imparatorluğun bölünmesi ve çatışmaların yaşanması uzun sürmedi. Timur’un üçüncü oğlu olan Miran Şah’ın torunlarından olan Ömer Şeyh Mirza da devasa Timur imparatorluğunun parçalanmış kısımlarından biri olan Fergana’da (Günümüz Özbekistan’ına bağlı Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın kesiştiği bir konumda yer alan bölge) hüküm sürüyordu. Ömer Şeyh Mirza (Mirza; Derebeyi gibi, Bey gibi bir yönetim sahibi unvanıdır.) 1494 yılında bir kaza sonucu hayatını kaybedince yerine 12 yaşındaki oğlu Babür Mirza geçti. Babür Mirza’nın annesi olan Kutluğ Nigâr Hanım’ın kökenleri de Cengiz Han’ın soyuna dayanmaktaydı. Baba tarafından Timur, anne tarafından ise Cengiz’in soyundan gelen Babür Mirza’nın; hayatının mücadeleler, zaferler ve pek de olağan olmayan hadiselerle geçecek kısmı böylece başlamış oluyordu.
Babür’ün İlk Yılları
Babür Mirza’nın 12 yaşında tahtına oturduğu Fergana, küçük lakin verimli bir toprak parçasıydı. 12 yaşında olmasına rağmen iktidarı altındaki bölgeyi iyi tanıyan ve yöneten Babür, sınırında bulunan ve Orta Asya için oldukça önem taşıyan Semerkant’ı almak için faaliyetlere girişti. 1496 yılında daha 14 yaşındaki iken bu şehri kuşattı ve 1497 yılında hükümdar olan diğer kuzenlerinin de yardımıyla şehri ele geçirdi. Lakin Semerkant’ı almanın mutluluğu içerisinde olan Babür’ü üzücü bir sürpriz bekliyordu. Babür’ün ordusunun disiplinini kaybetmesini fırsat bilen ve Semerkant’taki otoritesinin sarsıldığını gören kardeşi Cihangir Mirza, Fergana’da tahta oturdu.
Babür Mirza, Semerkant’tan ayrılıp kardeşine karşı harekete geçmeye karar verdi. Lakin bu sefer de kuzeni Ali Mirza Semerkant’ı ele geçirdi. Babür, Semerkant ve Fergana’nın hükümdarı olmak isterken elindekini de yitirdi. Ama bu zaman dilimi çok da uzun sürmedi. 1498 yılında kardeşinin üzerine yürüyerek Fergana’yı tekrar ele geçirdi.
Orta Asya topraklarında Özbek bir Han olan Şeybani Han önderliğinde yeni bir göçebe gücü ortaya çıkmıştı. Şeybani Han, emri altındaki askerlerle Timur’un soyundan gelenlere ait toprakları teker teker ele geçiriyordu. Babür Mirza, Semerkant’ın Şeybani Han tarafından ele geçirilmesinin ardından buna karşılık vererek şehrin üzerine yürüdü ve hâkimiyeti altına aldı. Lakin 1501 yılında Şeybani Han’a mağlup olunca uzun aylar süren kuşatmanın ardından şehri terk edip kaçmak zorunda kaldı. Fergana’ya dönme imkânı da bulunmuyordu çünkü şehir isyancı bir komutan tarafından ele geçirilmişti. Böylece Babür Mirza, yine toprağı olmayan bir hükümran konumuna düşmüştü.
Bir dizi gelişmenin ardından 1504 yılında Kabil’de (günümüz kuzeydoğu Afganistan’ı) tahta geçti. Bu topraklar, eskiden Timurluların hâkimiyeti altındaydı. Durum böyle olunca hem Timur hem de Cengiz soyundan gelen Babür Mirza’nın, emri altında ordusu da bulununca Kabil üzerinde hak iddia etmesi pek de şaşırtıcı değildi.
Şah İsmail-Babür Şah İlişkileri
Orta Asya’da ne kadar Timurlu hükümdarı var ise hepsini mağlup eden Şeybani Han’ın sonu yaklaşıyordu. Bir Şii tarikat lideri olan Türkmen asıllı Şah İsmail, İran topraklarının hükümranlığını ele geçirmişti. Orta Asya’da büyük bir güç hâline gelen Şeybani Han ile sınır komşusu hâline gelen Şah İsmail’in, Şeybani Han ile çatışmalar yaşaması, bu çatışmaların iki lideri savaşa götürmesi kaçınılmazdı. Biri Şiilerin diğeri de Sünnilerin koruyuculuğunu üstlenen iki lider arasında 1510 yılında Merv (Günümüz güneydoğu Türkmenistan’ı) yakınlarında vuku bulan savaşta Şeybani Han yenildi. Şeybani Han’ın cesedi savaş alanında bulundu ve kafası bedeninden ayrılarak kimi kaynaklara göre o dönemin Osmanlı Sultanı II. Bayezid’e gönderildi. Şah İsmail, gücünü tüm Orta Asya’ya kanıtlarken Batı’daki komşusuna da mesaj vermeyi ihmal etmiyordu.
Orta Asya, yüzyıllardır Sünni geleneğin hâkim olduğu bir coğrafya idi. Şii olan Şah İsmail, bu geniş coğrafyayı Şiileştirmek istiyordu. Bu hedefi doğrultusunda yolları Babür Şah ile kesişti. Babür Şah, Şah’ın üstünlüğünü tanıdı ve ona itaat etti. Sünni mezhebini bırakıp Şii mezhebini benimsedi. Aslında Babür Şah için Sünni ya da Şiilik değil en faydalı olan tercih önemliydi. O dönem için de, tüm coğrafyayı hâkimiyeti altına alan Şah İsmail’in mezhebine itaat, kendisine mantıklı gelmişti. Safevi desteğini alarak Semerkant başta olmak üzere pek çok şehri ele geçirdi. İlk başlarda kendisini coşkuyla karşılayan halk, Şii mezhebinin kendilerine dayatılması sonucunda Babür Şah’a karşı isyana geçti.
1514 yılında Çaldıran’da Orta Asya coğrafyasının da kaderini etkileyecek bir muharebe gerçekleşti. Kimi anlatılara göre ‘‘Kabe’ye gitmene ne gerek var, Tebriz’de canlısı dururken’’ şeklinde cümleler kurulacak kadar kutsallaştırılan ve insanüstü, Tanrısal bir varlık gibi görülen Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim tarafından kesin bir mağlubiyete uğratıldı. Şah İsmail’in etkisi hem Batı’da hem de Doğu’da kırıldı. Ayrıca depresif bir ruh hâline bürünen Şah, 1524 yılında daha 36 yaşında iken ölene kadar içe kapanık bir yaşam sürdü.
Gelelim Çaldıran Savaşı’nın Babür Şah’ın yaşamına olan etkisine. Şii Safevileri destekleyerek mezhep değiştiren Babür Şah, Safevilerin yenilgisinin ardından Semerkant ve civarından çekilmek zorunda kaldı. Bunun sebebi ise Osmanlılar ile müttefik olan Özbeklerin, Osmanlı zaferinin ardından bölgede güç kazanması ve Sünni halkın Babür Şah’a olan tepkisiydi. Tüm bu sonuçların ardından Babür Şah, Kabil’deki topraklarına geri çekildi.
Zevk-ü Sefa ve Hazırlık Yılları
Babür Şah, 1514-1519 yıllarında Kabil, yani günümüz Afganistan topraklarında olan hâkimiyeti sağlamlaştıracak politikalar izledi. Yasalar yürürlüğe koydu, reformlar gerçekleştirdi. Osmanlıların Memlüklüler ve Safevileri mağlubiyete uğratırken ordularında büyük bir önem teşkil eden ateşli silahların etkisini gördü. Bu çerçevede kendi ordusuna da ateşli silahları entegre etti. Dönemin savaş taktiklerini öğrendi, Osmanlı payitahtı olan İstanbul’dan ateşli silah uzmanları getirtti.
Babür Şah sadece reformlar ve hükümranlıkla ilgilenmiyordu. Uzun geceler süren eğlenceler düzenliyordu. Bu eğlenceler sırasında hatta günlük hayatının bir parçası olarak sık sık şarap ve majun adı verilen bir uyuşturucu tüketiyordu. Pek çok kez tövbe edip bırakmayı denese de bunu başaramadı. Ölümünde Hint diyarlarının fethinin ardından bu diyarın aşırı sıcak ve nemli iklimine uyum sağlayamamasının yanında bir türlü bırakamadığı şarap ve majun bağımlılığının da büyük etkisi vardı.
Babür Şah sadece bir hükümdar değildi. Sanat faaliyetlerinde bulundu, şiirler yazdı, çeşitli ilim ve bilim dallarıyla ilgilendi. Onu diğer pek çok sultandan ayıran ise bu konularda gerçekten yetenekli olmasıydı. Yazdığı şiirlerden oluşan Divan’ı, ünlü Türk şair Ali Şir Nevai’nin eserleri kadar başarılı görüldü. Ayrıca seyahatname olarak değerlendirilebilecek Babürnâme adlı eseri, yüzyıllar geçmesine rağmen ardından gelen nesiller tarafından okunmaya devam etti.
Hint Diyarlarının Fethi
Hükümdarlığını sürdürdüğü Kabil’de işleri yerine koyan ve egemenliğini sağlamlaştıran Babür, İndus Nehir’inin karşısında bulunan egzotik Hint diyarının cazibesinden oldukça etkilemişti. Pek çok fatih gibi o da bu cazibeye karşı koyamadı ve İndus Nehir’inin ötesine gerçekleştireceği macera dolu seferlerinin ilk adımını 1519 yılında attı.
Uzun yıllar boyunca yağmalar ve kısa süreli seferlerle Hint toprakları üzerine akınlar gerçekleştirdi. Kuzey Hint toprakları bu yıllarda Memluk Türkü kökenli Delhi Sultanlığının egemenliği altındaydı. Uzun yüzyıllardır bu coğrafyayı yöneten Müslüman bir devletti. 1526 yılında Babür Delhi Sultanlığı üzerine ciddi bir sefere girişti. Bu sefer sırasında Delhi Sultanlığı unvanına İbrahim Ludî haizdi. Babür’ün ordusu sayıca az olmasına rağmen ateşli silahlarla donatılmış dinamik bir yapıya sahipti. Babür Şah’ın ordusuna nazaran geleneksel bir yapıda olan ve ateşli silahlardan mahrum İbrahim Ludî’nin ordusu Panipat Muharebesinden yenilgiyle ayrılırken Sultan İbrahim Ludî, savaş meydanında can verdi. Galibiyetin ardından Babür Şah Delhi’ye muzaffer bir komutan edasıyla giriş yaptı.
Babür Şah’ı zorlu bir mücadele bekliyordu. İbrahim Ludî’yi mağlup etmişti etmesine lakin Hint coğrafyasında hüküm sürmek savaş kazanmak kadar kolay değildi. Ayrıca pek çok mücadelede kendisine fayda sağlayan Timurlu ve Cengiz soyu, Hint topraklarında pek bir anlam ifade etmiyordu. Ama unutulmaması gereken bir şey var ki Babür kolay kolay pes etmeyen, oldukça zeki bir liderdi.
Babür Şah, oldukça pragmatik bir liderdi. Yeri geldiğinde siyasi strateji gereği Şii olmasını bildiği gibi Delhi Sultanlığının fethinin ardından egemenlik sağlayabilmek için kendine Gazneli Mahmud gibi bir ‘‘Mücahid’’ imajı verdi. Hinduları düşman görerek onlara karşı cihad seferleri düzenledi. Böylece kıvrak zekâsı sayesinde kısa süre içerisinde hükümdarlığını Hint topraklarında sağlamlaştırdı.
Babür Şah Kuzey Hint topraklarında hüküm sürerken Güney Hint topraklarında ise ‘‘Raca’’ adı verilen pek çok Hint prensi, hükümdarı egemenlik sürüyordu. Tam anlamıyla bir siyasi bütünlük sağlanamamıştı. Lakin Babür Şah’ın bu diyarlarda kalıcı olacağını sezen Raca Rana Sagna, bir ittifak oluşturarak Babür Şah’ın karşısına çıktı. 1527 yılında gerçekleşen Kanva Muharebesinden Babür Şah galip ayrıldı. Bu galibiyetin ardından Babür’ün Hint toprakları üzerinde egemenliği kesinleşti. Hindulara karşı büyük bir zafer kazanan Babür, Gazi unvanını alarak Müslüman dünyasında Gazneli Mahmud gibi oldukça büyük bir şöhret kazanmış oldu.
Ölümü ve Mirası
Babür Şah, artık oldukça şöhretli ve saygı duyulan bir lider hâline gelmişti. Gençlik yıllarında kimi vakit topraksız bir hükümran konumuna düştüğü zamanlar geride kalmıştı. Müslüman dünyasında ve geniş bir coğrafyada nam salan Babür’ün, tarih sahnesinden çekileceği zaman yaklaşıyordu.
Babür, bir türlü Hint topraklarının iklimine alışamamıştı. Ayrıca yukarıda da bahsettiğimiz gibi majun ve şarap bağımlılığını da bırakamamıştı. Tüm bunların neticesinde giderek zayıflayan bünyesi sebebiyle 1530 yılında hayata gözlerine yumdu. Vasiyeti üzerine naaşı Kabil’deki Babür Bahçelerine defnedildi. Vefatının ardından tahta oğlu Hümayun Şah geçti. Babür Devleti, 1858 yılında İngilizler tarafından son verilene kadar siyasi varlığını sürdürdü.
Babür Şah, ardında sadece bir devlet değil pek çok eser de bıraktı. Yazdığı Babürnâme birçok dile çevrildi, şiirleri yüzyıllar sonra bile hatırlanmaya devam etti. O sadece bir hükümdar değil, çok daha fazlasıydı.
Kaynakça
1-Michael H. Fisher, Babürlüler: Hindistan’da Bir Türk İmparatorluğu, Kronik Kitap, İstanbul 2020.
2-Beatrıce Forbes Manz, Timurlenk: Bozkırların Son Göçebe Fatihi, Kronik Kitap, İstanbul 2019.
3-Nicolae Iorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2017.
Kapak Görseli:”Babur”. 2020. En.Wikipedia.Org. https://en.wikipedia.org/wiki/Babur