Avrupa’nın Kara Talihiyle Yolları Kesişmiş Bir Yazarın Yaşam Öyküsü: Stefan Zweig

/ / EDEBİYAT

Bir yazarın hayat hikayesini anlamak, bilmek çoğumuzun da kitaplara olan bakış açısını değiştirebilir. Bu yazımda uzun zamandır çok severek okuduğum, ilgiyle okunulan ve herkes tarafından çok sevilen anlamlı ve derin bir hayat hikayesine sahip bir yazarı tanıtmak ve anlatmak istiyorum.

Dünya edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Stefan Zweig’ın kitapları daima “çok satanlar” listesinde hep üst sıralarda görülüyor, okuyucular tarafından tercih ediliyor ve oldukça beğeniliyor. Peki ya biz bu değerli yazarın zorluklarla geçen hayatının ne kadarını biliyoruz?

Stefan Zweig, çağının olumsuz kaderiyle harmanlanmış yaşamıyla, büyük savaş döneminin, katliamlarla dolu 20. yüzyılın önemli insanlarından biri. 28 Kasım 1881’de Viyana’da varlıklı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Dünya’ya gelen Stefan Zweig, pek çok yazarın aksine mutluluk ve varlık içinde büyüdü. Hatta öyle ki o yıllarda pek çok insanın  sahip olamadığı imkanlara sahipti. Stefan Zweig, “hayatımın dönüm noktası” diyeceği nefret ettiği savaş günleri başlayana dek keyifli bir hayat yaşadı. Pek çok ülkeyi gezdi; İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Yunanca ve Latince öğrendi.

Zweig henüz 20 yaşındayken şiirlerinden oluşan ilk kitabını bastırdı ve bu kitap, zamanının en çok okunan ve çevrilen kitaplarından biri haline geldi. Zweig’ın 19. yüzyılın sakin, güvenli Avrupa’sında konserlerle, tiyatro ve edebiyatla geçirdiği yılları onun yaşadığı yere, Avrupa’nın değerlerine duyduğu sevginin ana kaynağıdır. Peki bu kadar bolluk ve refah içinde gençlik yıllarının ardından yazarı ölüme sürükleyen neydi? Yazarın kendi tabiatı mı yoksa o zamanlar dünyanın içinden geçtiği korkunç savaş dönemleri mi? Gelin yazarın hayatından kesitlerle bu soruya cevap arayalım, aynı zamanda savaşın yazarlar üstündeki etkisini değerlendirelim.

Stefan Zweig’ın mutlu yaşamı 1. Dünya Savaşı’nı başlatan olaya Avusturya Arşidükü’nün öldürülmesine kadar sürer. 1. Dünya Savaşı’nın kıvılcımının ilk atıldığı Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürüldüğü saatlerde yazar, Viyana bir parkta huzur içinde müzik sesleri ve kahkahalar arasında oturmaktaydı. Ancak sonrasında müzik sesinin geldiği pavyonun önünde kalabalığın birikmeye başladığını görür. Yazar o tarafa doğru ilerlediğinde, pavyonun duvarına bir bildiriye rastlar: Avusturya Arşidükü Ferdinand, bir suikast sonucu öldürülmüştür. O an orada bulunan insanlar, bu haberin hayatlarını ne kadar değiştireceklerinden habersiz hayatlarına devam ederler. Ancak Stefan Zweig, hayatının dönüm noktası olduğunu ve dünyanın beş dakika öncesi kadar huzurlu olmayacağını fark eder. O zamana kadarki dönemin Avusturya ve Almanya’sını “Dünün Dünyası” adlı eserinde şöyle anlatır:

“Eskinin Viyana’sında yaşamak güzel, kolay ve tasasızdı ve kuzeydeki Almanlar, ‘disiplinli’ olmak ve katı bir düzen uygulamak yerine, yaşamın keyfini çıkaran, güzel yemekler yiyen, eğlencelerden, tiyatrolardan zevk alan ve çok daha güzel müzik yapan Tuna kıyısındaki biz komşularına aşağılayarak tepeden bakarlardı. Viyana’daki insanlar tüm halklara yaşamı zehreden, varlıklarına zarar veren ‘Alman disiplini’ ve herkesin önüne geçme hırsı yerine, ferah ve huzurlu bir ortamda bir araya gelip keyifli sohbetler yapmayı tercih ediyor; rahat, hatta gevşek bir uzlaştırılıcıkla en ufak bir haset duymaksızın herkesin hakkını vermeyi seviyordu. Viyana’nın en ünlü ilkesi ‘yaşamak ve yaşatmak’tı…”

O zamanlarda yaşadığı şehrin en ünlü ‘yaşamak ve yaşatmak’ ilkesini özümseyen yazar, yıllar sonra kendi ülkesinden çok uzaklarda bir yerlerde umutsuzluk ve mutsuzluk içinde intihar edecekti.

Başlarda Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıkmayan yazar, 1914-1917 arasında Viyana’da savaş arşivinde memur olarak çalışmaya başlayınca ve cephelere gidip orada yaşanan acılara bizzat şahit olunca savaşın gerçek yüzüyle tam anlamıyla tanışır. Savaşın anlamsızlığını fark eden yazar, bu dönemde savaşın karanlık yüzüyle ilgili makaleler yazar, savaş karşıtı bildirilere imza atar. Bu yüzden büyük tepkiler gören Stefan Zweig’ın en büyük amacı, savaş karşıtı yazarları örgütleyerek ortak eylemler yapmak, savaşın olumsuz yanlarını göstermeye çalışmaktı. Ancak Zweig’ın çabası sonuçsuz kalır. Yazarların pek çoğu çoktan taraf olmuştur, taraf olmayanlarsa savaş karşıtı olarak Stefan Zweig’ın yanında anılmak istemez.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Stefan Zweig, ülkesi Avusturya’ya döner ve  Salzburg’da satın aldığı tarihi malikanede en verimli yıllarını geçirir. En popüler yapıtlarını burada yazar. Yazarın verimli ve mutlu günleri ikinci bir savaş patlak verene kadar sürer. Üstelik bu savaşın onu ve onun Avrupa’sını ölüme sürükleyeceğinden habersizdir. Kader ağlarını örmüş; Avrupa’nın üstünde dolaşan kara bulutlar, Stefan Zweig’ın kendini yurtsuz ve kaybetmiş hissettiği günlerin başlangıcı olmuştur.

Almanya’da Hitler öncülüğünde nasyonal sosyalizm egemen olmaya başladığında Yahudi bir yazar olan Stefan Zweig’ın Nazilerin ideolojileriyle bağdaşmayan kitapları meydanlarda ateşe verilerek yazar kara listeye alındı.

Yazar, Dünün Dünyası adlı eserinde Adolf Hitler’in başa geçmesiyle Avusturya’da ortaya çıkan Adolf Hitler yanlısı faşist grupların ortamı ele geçirdiği dönemin kasvetli atmosferinden bahseder. 1933 yılında iktidara Adolf Hitler’in gelmesiyle kitaplarını milyonlarca kişinin okuduğu o dönemde dünyanın en saygın ve tanınan yazarlarından biri olan Zweig’ın eserleri kütüphanelerden ve kitapçılardan toplatılır.

Anlayacağınız şu an hepimizin çok severek okuduğu Stefan Zweig kitapları bir zamanlar suç teşkil eden ve bulunduğu an yok edilmesi gereken kitaplar içindeydi. Bütün bu olanlardan sonra Stefan Zweig’ın evi, korkutmak amacıyla basılır ve tüm evi aranır. Bu, yazar için son noktadır. Özgürlüğünün kısıtlandığı, onu istemeyen ülkesinde artık daha fazla kalmaya tahammülü yoktur, çok sevdiği vatanından 1935 yılında ayrılır. Ülkesini terk eden tek sanatçı Stefan Zweig değildir; pek çok bilim insanı, sanatçı ve yazar da ülkesini terk etmek zorunda kalır. Yazar İngiltere’ye doğru yolculuğa çıkar. Ne var ki çıktığı bu yolculuk onun çok sevdiği vatanına ve mutlu günlerine bir vedasıdır. Stefan Zweig bir daha asla Avusturya’yı göremeyecek, çok sevdiği Viyana’sına kavuşamayacaktır.

Stefan Zweig önce İngiltere’de yaşar, daha sonra Amerika’ya taşınır ve en sonunda Brezilya’ya yerleşir. Ancak tüm bunlar onun için sürgünden başka bir şey değildir. Yazar bir kitabında hiçbir  yere ait olamamanın, yersiz ve yurtsuz olmanın hislerini şu cümleleriyle anlatmıştı: ’’Yarım yüzyıl boyunca yüreğimi, bir dünya vatandaşının yüreği gibi atması için eğitmemin bir bana hiçbir yararı olmadı. Hayır, elli sekiz yaşında bir insan olarak pasaportumun elimden alındığı gün, insanın yurtsuz kaldığında etrafı çevrili bir vatandan çok daha fazla şeyini kaybettiğini anladım.”

Brezilya’ya alışan ve Avrupa’da ki kadar güzel günler geçirmese de hayatına devam eden Stefan Zweig için her şey yolunda olsa da Avrupa ve dünya için aynı şeyi söyleyemeyiz. Hitler’in ilerleyişi dur durak bilmemekte ve Almanya, Avrupa’nın ardından Süveyş Kanalı’nı işgale hazırlanmaktadır. Üstelik Stefan Zweig rahat günler geçirememeye başlamıştı, hatta isimsiz tehdit mesajları alıyordu. Nazi sempatizanları Brezilya’da dahi artmaya başlamıştı. Zweig artık Avrupa ve insanlığın geleceği konusundaki tüm umutlarını yitirmiş, eski hayatına ve eski Avrupa’ya bir daha kavuşamayacağının bilinci içinde kasvetle ve ümitsizlikle günlerini geçirmekteydi.

21 Şubat 1942’de Almanlar bütün Avrupa’yı karıştırmış, Japonlar ise Uzakdoğu’daki savaşlarına vahşice devam ediyorlardı. Stefan Zweig savaştan uzak Brezilya’da yaşamaktaydı. O günlerde Brezilya’da Rio Karnavalı yapılmaktaydı. Dünyanın aksine o gün Brezilya’daki insanlar mutluydular.

Stefan Zweig ise o gün karnavalı izledikten sonra arkadaşından ödünç aldığı Montaigne kitaplarını geri verir ancak arkadaşı buna şaşırır. Çünkü Zweig o sıralar Montaigne üzerine yazmayı planlamaktadır. Arkadaşıyla vedalaştıktan sonra evine giden Stefan Zweig, yurtsuzluğun üstüne çöken etkisinden ve dünyanın daha iyiye gideceğine inanmadığından aşırı doz veronal alarak intihar eder. Stefan Zweig’ın hemen ardından sevgilisi Lotte de aynı şekilde intihar eder. Stefan Zweig’dan geriye ölmeden önce yazdığı şu mektubu kalır:

“Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

Stefan Zweig’ın ölümü dünya tarihindeki trajik ölümlerden birisidir. Yazar umutsuzluk içinde olan dünyanın daha da umutsuz bir hal alacak yaşamına ortak olmamak için ölmeyi tercih eder. Stefan Zweig’da her ne kadar dünyanın yeniden barış içinde olacağına dair bir umut varsa da ağır basan duygu büyük bir yıkımın, dünyanın yıkımının umutsuzluğu ve kasvetidir. Her ne kadar Stefan Zweig intihar etmiş de olsa onları katleden aslında faşizm, nasyonal sosyalist Almanya ve savaş olmuştur.

Bu olaydan çok zaman geçmeden, üç yıl sonra, Naziler büyük bir yenilgiye uğrar. Adolf Hitler de Berlin’de eşiyle birlikte intihar eder. Stefan Zweig’ı ölüme götüren tarih tersine dönmüştür.

Yazımı sonlandırırken oldukça etkileyici bir alıntı bırakmak istiyorum buraya: “Dünyada hiçbir şey, insan üzerinde hiçlikten daha fazla baskı yapamaz.” demişti yazar Satranç adlı kitabında. Oysa yanıldığı bir nokta vardı: Hiçlik, insan üzerinde hiçbir zaman güneşin doğuşunun güzelliğine karşı galip gelmemişti. İntihar mektubunda da belirttiği gibi güneşin doğuşunu beklemeli, gökyüzünün kızıllaşmasını görmeliydi…

Metin Kaynakçası

1- Dünün Dünyası, Stefan Zweig, Can Yayınları

2- Günlükler, Stefan Zweig, Can Yayınları

3- https://www.biyografi.info/kisi/stefan-zweig

4- https://listelist.com/stefan-zweig-hayati/

5- https://dusunbil.com/zweigin-intihar-mektubu-internette/

Görsel Kaynakçası

1- https://www.artfulliving.com.tr/image_data/content/a114b551131003425bdf1513b2d54b0f.jpg

2- https://seyler.ekstat.com/img/max/800/U/UImkB55rmCh5a3g5-636942968768333618.jpg

3- https://seyler.ekstat.com/img/max/800/f/fWIRIkp2cCwqVkgH-637080516485877700.jpg

4- https://birparcatuhaftik.com/wp-content/uploads/stefannnn-1-1024×712.jpg

5- https://listelist.com/wp-content/uploads/2016/11/7-hitlerin-olumu-600×400.jpg

6- https://miro.medium.com/max/1408/1*6JSLndrnCsr-quwvRv56vQ.jpeg

Sena BOSTAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir