İntihar Eden Edebiyatçılar: Virginia Woolf

/ / EDEBİYAT

“Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.”

İnsanların yaşam ve ölüm arasındaki çizgisi kimi zaman derin kimi zamansa kopmaya yakındır. Sanatçılarda ise bu derinlik ve kopma arasındaki gidip gelmenin yoğunluğuna tarih boyunca şahit olmuşuzdur. Bu yüzdendir ki edebiyatçılar, yaşamla ölüm arasında kaldıklarını hem yaşamlarına hem de eserlerine yansıtırlar. Diyebiliriz ki yaşama ve insana dokunmak, bir gözlem yeteneğinin yanında yazarın belirli bir hassaslığa ulaşmasını da gerektirir. Bu hassaslık ve incelik de kimi zaman edebiyatçıların kendilerini veya yarattıkları roman karakterini büyük bir karanlık içinde ölüme sürükler. Bu seride, intihar eden roman kahramanlarına ve yazarlara, onların yaşam öykülerine ışık tutmaya çalışacağım.

Virginia Woolf henüz küçük yaşlarda yazar olmakta karar kılmış ve yazarın öyküleri o daha 13 yaşındayken çeşitli mecralarda yayınlanmaya başlamıştı. Bu, o zamanlar için olağanüstü bir durumdu çünkü 1900’lerin başında tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de ataerkil bir düşünce yapısı hakimdi. Küçük yaşlarda yazar olmaya karar veren ve entelektüel bir ailede yetişen Virginia Woolf, her ne kadar okulda eğitim alamasa da babasının kütüphanesindeki kitapları okuyarak ve kız kardeşiyle beraber evde eğitim alarak kendini geliştirdi. Hatta kendisi yazarlık yolunu seçerken kız kardeşi Vanessa Bell, ressam olmaya karar vermişti. Babası Stephen Woolf editör olduğu için Virginia, Viktorya dönemi edebiyat toplumunun etkisine sahip bir ortamda büyüdü.

Virginia Woolf’ta 13 yaşında annesini ve ablasını kaybettikten sonra psikolojik rahatsızlıklar baş gösterdi. Hemen ardından babasını da kaybedince yazarın yıllar boyu süren, kendi deyimiyle ‘’delilik halleri’’ başlamış oldu. Hatta bu hallerini, ailesini kaybettikten sonra duyduğu boşluğu, yazar şöyle anlatır: Parçalanmış kozanın içinde kanatlarım yapışık, titrek ve buruş buruş kaldım…

Virginia Woolf ailesinden şöyle bahseder: “Ne kadar güzeldiler onlar, o yaşlı insanlar… Yani babamla annem demek istiyorum. Öyle sade, öyle açık seçik, tedirginlikten öyle uzaktılar ki… Eski mektupların ve babamın anılarının şurasını burasını okudum. Annemi seviyordu. Ah, öyle saf, öyle aklı başında, öyle saydamdı ki! Onların yaşamı ne kadar huzurlu, hattâ ne kadar sevinçli görünüyor bana: Çamur yok, girdaplar yok. Ve öyle insanca ki!”

Babasının ölümünden sonra Bloomsbury’e taşınan Virginia Woolf’un yazarlık macerası, özgürlükçü bir edebiyat grubu olan Bloomsbury grubuna girmesiyle başladı. Burada bir parantez açarak Bloomsbury grubundan bahsetmek istiyorum. Londra’nın kuzeyinde, birçok bahçe ve meydandan oluşan semtte yaşamış ve çalışmış olan bu sanatçı grubu, estetik ve felsefi sorunları ele alıyor ve kendi aralarında tartışıyorlardı. Bu grubun içinde pek çok ünlü isim yer almaktaydı. Yazar Virginia Woolf, kız kardeşi ressam Vanessa Bell, John Maynard Keynes, yazar E.M. Forster, Virginia Woolf’un eşi Leonard Woolf, Bertrand Russell, T.S. Eliot, D.H Lawrence, Lady Ottoline Morrell gibi aristokrat, sanatçı ve düşünürler grubun üyesiydi. Bu grup, Virginia Woolf’un yazarlık hayatının dönüm noktası oldu.

Woolf, 1905 yılında bir dergiye eleştiri yazıları yazarak ünlenmeye başlamasından 1 yıl sonra ağabeyini kaybetti. Bir süre sonra yayınevi sahibi Leonard Woolf ile evlenen yazarın hem erkeklere hem de kadınlara ilgi duyduğu bilinse de yazar, Leonard Woolf’u başına gelen en iyi şey olarak tanımlar.

Yazarın bundan sonra ruhsal bunalımlarını yansıttığı, çelişkilerini ve kadınlara yapılan ayrımcılığı anlattığı pek çok kitabı yayınlandı. “Kendine Ait Bir Oda” adlı kitabında yazar bu durumu şöyle ele alır:

“Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte ise hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır. Tarih kadından hemen hemen hiç söz etmez.”

Yaşamının neredeyse her döneminde psikolojik sıkıntılar yaşayan Virginia Woolf’un en değerli eserlerini de ruhsal hezeyanları zamanında yazdığı söylenir. Yazar, ilk ruhsal bunalımını annesinin ölmesi üzerine çocukken geçirmekle birlikte ilerleyen yıllarda, eleştiri yazıları yayınlanmadan 1 yıl önce, 1904 yılında, intihar etmeye kalkıştı. Leonard Woolf ile evlendikten sonra bir şişe uyku hapı yutarak kendini öldürmeye çalıştı. Bu olaydan sonra Virginia Woolf’u özel bir kliniğe kapatmak zorunda kaldılar. Yazar yaşadığı ruhsal sıkıntılarını yazdığı bir kitabında bunu şöyle anlatmıştır:

“Gene bayıldım… Geçen Perşembe gecesi Leonard ile taraçada otururken, dört nala giden atlar azdı kafamda… Yüreğim zıpladı ve durdu; sonra yeniden zıpladı… Nabzım kafama fırladı ve vurdu, vurdu; gittikçe daha vahşice, daha hızlı… Bu böyle devam ederse, kafamda bir şey patlayacak sandım. Sonra, çok sevecen bir ana gibi davranıp, parçalanmış, kıymık kıymık olmuş bedenime egemen olmaya çalışarak, yattım.”

“Yaşam neden bu denli trajik? Neden bir uçurumun üstündeki küçük bir kaldırım şeridine benziyor? Aşağıya bakıyorum, başım dönüyor. Sonuna dek nasıl yürüyebileceğim diye merak ediyorum… Bir tarlanın ortasına konulan bir fener gibi, ışığım karanlığa boğuluyor… Mutsuzluk her yerde; tam kapının arkasında; ya da mutsuzluktan beter olan ahmaklık.”

Virginia Woolf’un diğer bir şaşırtıcı ve üzücü fikirlerinden birisi de Yahudilere karşı beslediği ırkçı tutumudur. Burada şaşırtıcı olan noktalardan birisi ise kocası Leonard Woolf’un da Yahudi olmasıdır.
Fakat daha sonra Hitler’in iktidara gelişiyle yazarın düşünceleri değişmiş ve Nazi Karşıtı makaleler yayınlamaya başlamıştır. Bu yüzden de Naziler tarafından kara listeye alınmıştır.

Tüm yaşamı boyunca değişken bir ruh hali yaşayan yazar, 28 Mart 1941’de eteklerine taş doldurup kendisini Ouse Nehri’nin sularına bırakarak yaşamına son verdi. Ondan geriye ölmeden önce kocasına yazdığı intihar mektubu kaldı:

‘’ “Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Yaşadığım o korkunç anlara geri dönemem artık. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.”

Kaynakça

1-https://www.britannica.com/biography/Virginia-Woolf

2-https://www.biography.com/writer/virginia-woolf

3-https://www.thoughtco.com/virginia-woolf-biography-735844

4-https://www.thefamouspeople.com/profiles/virginia-woolf-30.php

Görsel Kaynakçası: https://www.tarihikadim.com/kadinlar-ve-kurmaca-yazin-virginia-woolf/

-Sena BOSTAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir