Poitiers Kontu ve Akitanya Dükü olan X. William’ın kızı Eleanor’un, 1122 yılında, döneminin meşhur şairlerine ev sahipliği yapan, aynı zamanda da incelikle ve zarafetle ün salan Poitiers’de doğduğu düşünülmektedir. Şövalyeler dünyasının romantik kraliçesi olarak tanınmasına rağmen Eleanor’un duygusal dünyası hakkında çok az bilgi vardır. Bunun yanı sıra, hakkında emin olduğumuz husus, yaptığı hiçbir şeyin olağan olmayışıdır. Bu yazımda kendi kaderini kendisinin tayin etme gücü olduğuna inanan bir Orta Çağ kadınını anlatacağım sizlere.
Eleanor, 1137 yılında babasının ölümü üzerine Akitanya Düşesi oldu ve aynı yıl içerisinde henüz çok küçük yaşta iken Fransa tahtının veliahdı Louis (daha sonra VII. Louis olarak anılacak) ile evlendirildi. Evliliklerinden kısa bir süre sonra kralın ölmesi ile Louis ve Eleanor, kutsanıp taç giydiler ve Fransa’nın yöneticileri oldular. Çocukluğu da zenginlik, gösteriş ve şaşaa içerisinde geçen Eleanor için saray hayatı yabancı değildi. Genç VII. Louis, Orta Çağ krallarından pek de beklemeyeceğimiz bir şekilde eşine (Kraliçe Eleanor) olan sadakati ve sevgisi ile kendisinden bahsettiriyordu. Çoğu tarihi kaynağa göre Eleanor’un, Louis üzerinde azımsanamayacak bir etkisi vardı. 12. yüzyılda, dünyaya sağlıklı bir varis getirmek bir kraliçenin en önemli görevi olarak görülüyordu ve kraliyet çiftinin ilk çocukları evliliklerinden sekiz yıl sonra doğdu. Bebek, kız olması dışında her yönden mükemmeldi. Tahtın geleceği henüz garanti altına alınmamışsa da prenseslerin de evlilik akitleri başta olmak üzere, ülkeye bir çok faydası olduğunu belirtelim.
31 Mart 1146’da toplanan Vezelay konseyinde Aziz Bernard de Clairvaux bir vaaz verdi. Mecliste bulunan Kral VII. Louis ve Kraliçe Eleanor da diğer asiller gibi haçlı seferine çıkacaklarına dair ant içtiler ve kendilerine kırmızı kumaştan istavrozlar takdim edildi. Böylece doğuya doğru yola çıktılar. Kral ile birlikte sefere çıkması Eleanor’un alışılmışın dışında bir kraliçe olacağının ilk ve en önemli işaretlerinden birisiydi. 1148 Mart’ında günümüzde ülkemiz sınırlarında bulunan Antakya’ya geldiler. O dönemde Antakya, Eleanor’un amcası, Poitiersli Raymond tarafından yönetiliyordu. Prens Raymond’ın özellikle en büyük tehditlerinden biri olan Halep’e karşı askeri güce ve desteğe, Louis’in ise genel bir zafere ihtiyacı vardı ve Eleanor’dan ise gerek akrabalık bağları gerekse dükalığının gücü ile arada bir köprü olması bekleniyordu. Oysa beklenenden daha farklı olaylar gelişti ve Raymond ile oldukça samimileşen ve fazla vakit geçiren kraliçenin adı skandallara karıştı ve Louis’in Antakya’dan ayrılma kararının üstüne Eleanor’un onunla gitmeyi reddetmesi spekülasyonları katladı.Tarihçi yazar Salisburyli John’a göre, kral ile aralarındaki gerilimi arttıran bir diğer hamle ise Eleanor’un eşine 4.dereceden aynı atayı paylaştıklarını hatırlatarak evliliklerinin geçersiz sayılabileceğini iddia etmesiydi. Kilisenin evlilikleri 7 dereceden ataya kadar yasaklaması sık ihlal edilen bir kuraldı ve krallar bunu ayrılmak istedikleri eşlerine karşı kullanıyordu. Bunu kullanmak isteyenin bu sefer bir kraliçe olması ise şaşırtıcı ve sansasyonel olmasının yanında zekiceydi ve aynı zamanda Eleanor’un güç söz konusu olduğunda gözünün kara olduğunun güçlü bir sinyaliydi. Ancak bu meydan okuma şimdilik sonuçsuz kalacaktı. Eleanor, Antakya’dan kralla birlikte ayrıldı.
1147 ve 1149 yılları arasında gerçekleşen 2. Haçlı Seferi Müslümanların kesin zaferi ile sonuçlandı ve ordularından geri kalanı ile Fransa’ya döndüler. 1150 yılında bir prenses daha dünyaya geldi. Ertesi yıl barış görüşmeleri için İngiltere’den içlerinde, tarihteki bir diğer güçlü kadın figürlerinden olan Matilda’nın oğlu Prens Henry’nin de olduğu heyet Paris’e geldi. Bu ziyaret aslında Eleanor için bir dönüm noktası niteliği taşıyacaktı. Çünkü bu ziyaret dolayısıyla Henry ve Eleanor tanıştılar. Aslında bu tanışma, yazıma verdiğim başlığın temelini oluşturuyor: Bir taç için diğerini bırakma cesareti gösteren Akitanyalı Eleanor’un hikâyesi.
İngiliz heyetinin ülkeden ayrılmasından birkaç ay sonra kraliyet çifti arasındaki sorunlar tekrardan gün yüzüne çıktı ve artık Louis kraliçesini yanında tutmak için çabalamıyordu. 1152 yılında psikoposlar Eleanor ve Louis’in evliliklerini iptal etti. Bunun üzerine Eleanor, Poitiers’e geri döndü. Boşanmalarından iki ay sonra Eleanor, artık İngiltere Kralı olan Henry ile evlendi. Bu evlilik, Avrupa’daki güç dengelerini de değiştirmiş oldu. Henry, Plantagenet ailesinden geldiği için kendisine zaten İngiltere toprakları dışında, Normandiya ve Anjou miras kalmıştı. Eleanor ile evlenince bunlara Akitanya’yı da ekleyerek sınırlarını genişletmiş oldu. Eleanor bu cesur seçim ile kendi geleceğini başkasının değil, kendisinin belirleyebileceğini göstermiş oldu. Louis üzerinde etkisi ve Fransız Kraliyetinde baskınlığı hissedilen Eleanor, Londra’da uzun yıllar otorite olamadı. Bunun sebepleri çeşitli olmakla birlikte en önemli sebeplerinin, orada bir yabancı olması ve sarayda kralın zaten tavsiyelerini aldığı bir baskın karakterin, annesi Matilda’nın olması diye yorumluyorum.
Evlilikleri sırasında Eleanor ve Henry’nin sekiz çocuğu dünyaya geldi ve Eleanor sevilen bir kraliçeydi. 1167’de Matilda’nın ölümünden sonra Eleanor yavaş yavaş politikaya girmeye başladı. Sınırları büyüyen imparatorluğun güney sınırında bulunan Akitanya, kral için kültürel ve politik anlamda yabancı, aynı zamanda da idaresi zor bir bölgeydi fakat Eleanor’un ise memleketiydi. 1168 yılında Kral Henry, Kraliçe Eleanor’u dükalığı kral adına yönetmesi için Akitanya’ya gönderdi. Burada geçirdiği yıllar hakkında belgelenmiş çok bilgi olmasa da, daha önce de değindiğim gibi burası zarafetin ve sanatın topraklarıydı ve Eleanor ile saray eşrafının da o yıllarda bazı masallara, kitaplara ve balladlara konu olduğu bilinmekte. Andreas Capellanus’un yazdığı De Amore adlı kitap bu duruma bir örnektir. Bir kraliçeyi romantik konulara dahil etmek, anlaşılan daha çok tercih edilen bir anlatım yolu. Ama Eleanor’un hayatına bir bakış attığımızda politikanın ve gücün onun planlarında daha öncelikli ve önemli olduğunu anlamak zor değil. Özellikle de oğulları büyüdükçe, devlet işlerinde daha etkin olduğu açık.
Orta Çağ’da erkek çocuklar, kralların en büyük güçlerindendi, ama aynı zamanda en büyük tehdit haline dönüşebilirlerdi. Eleanor’un dört oğlundan büyük olan üçü ( Henry,Richard,Geoffrey) genç ve hevesliydiler. Kendilerinin yönetebilecekleri topraklar talep ediyorlardı ve kraldan bunun vaadini almışlardı ancak vaatleri gerçekleştirilmiyordu. 1173 yılında anlaşmaların karşılığını alamayan en büyük oğul, Prens Henry, konakladıkları Chinon Kalesi’nden ayrıldı ve babası İngiltere Kralına karşı, Fransa Kralı’na, Eleanor’un eski eşi VII. Louis’e sığındı. Ancak Prens Henry bu başkaldırıda yalnız değildi, kardeşleri ve annesi Kraliçe Eleanor’da onunla birlikte Paris’e gitmişlerdi. Akitanya’da, Eleanor ve prensler talep ettikleri yetkiyi ve gücü, kendilerine vaat edilmesine rağmen alamadıkları için tehlikeli bir yoldan açıkça isyan ediyorlardı. Krala başkaldıran prenslerin örnekleri mevcuttu ancak daha önce krala başkaldıran bir kraliçe görülmemişti.
Eleanor, daha önce de bir taçtan diğerine geçerken beklenilmedik davranmıştı. Şimdi yine kimsenin ihtimal vermeyeceği bir tercihte bulunuyordu. Bu asilik, kraliyet otoritesi için oldukça endişe vericiydi. Bu eylemi üzerine Rouen Başpiskoposu, Eleanor’a halka açık bir mektup gönderdi. Mektupta kocasına dönmesini, kararlarına itaat etmesini öğütlüyor, aksi halde yaptığının toplum yapısına zarar verdiğini belirtiyordu. Görüldüğü üzere 12. yüzyıldaki görüşler yüzlerce yıl sonra da toplumun bazı kesimlerinde yaşamaya ve hayata bakılan bir çerçeve olmaya devam edebiliyor ki benzer düşünceleri hala duyuyoruz. Eleanor’un davranışları ve kararları tartışmalı da olsa bunların onun kararı oluşu, yaşadığı dönem ve rolü açısından bakıldığında çok değerli. Eleanor, mektubu istenilen tepkiyle karşılamadı ve boyun eğmek yerine baskıya direndi. Kendisine sadık olan Akitanya Lordlarını bir araya getirip destek oluşturmaya başladı. Başkaldırmaya hazırlanan oğullarına katılmak üzere kuzeye yani kanala doğru yola çıktı ancak onlarla buluşamadı. Kralın birlikleri tarafından önleri kesildi ve Eleanor İngiltere’ye tutsak olarak getirildi. Bu gelişme üzerine prensler isyanı bırakıp kraldan af dilediler. Henry, oğullarına karşı bağışlayıcı davranıp onları affetti. Eleanor ise ev hapsine mahkûm edilmişti.
Çocukların durumundan bahsetmek gerekirse, büyük prens Henry isyan sırasında taç giydi. Babasının saltanatı sırasında taç giyen tek İngiltere Kralı olarak bilinir ancak bu çok kısa bir süreydi ve yakalandığı bir hastalık sebebiyle babasından altı yıl önce hayatını kaybetti. Kral II. Henry saltanatını sürmeye devam etti. Büyük prens Henry,Genç Kral Henry olarak olarak adlandırılır. Hükümdar listesinde sayılmaz. III. Henry olarak anılacak olan kral, küçük kardeşleri Yurtsuz John’un oğludur. II. Henry, 1189 Temmuzunda Chinon Şatosu’nda (Fransa) öldü. Büyük oğullarının hastalık sebebiyle ölmesinden üç yıl sonra Prens Geoffrey de Paris’teki atlı şövalye oyunlarının oynandığı bir turnuvada geçirdiği kaza sebebiyle ölmüştü. Böylece Richard, I. Richard adıyla tahta geçti. 3. Haçlı Seferleri sebebiyle yakından tanıdığımız bu kral aynı zamanda Aslan Yürekli Richard olarak biliniyor. Kral olduktan sonra İngiltere’ye haber yollayıp annesi Eleanor’un artık özgür olduğunu söylemiştir. Richard, Fransa’da, Fransız dili ve kültürü etkisinde büyümüştür ve ne kadar İngilizce bildiğinin tartışmalı olduğu iddia edilir.
Plantagenet Hanedanının ilk kralları olan bu isimler Yurtsuz John ile İngiltere’ye kalıcı dönüş yapacak ve zamanla gerçekten İngiltere Kralları olarak halk tarafından daha çok kabul görmeye başlayacaklar. Eleanor 15 yıllık esaretten sonra, 65 yaşında artık özgürdü. Richard annesine çok geniş yetkiler tanımıştır. Özellikle Richard III. Haçlı Seferine katılmak için krallığından ayrıldığında Eleanor, İngiltere’yi yöneten kişiydi. Kaotik geçmişine rağmen, egemenliği sırasında sorunla karşılaşmadı ve kabul gördü. Yönetimini kabul ettirmek ve tanıtmak için, maiyetiyle beraber şehirden şehre yolculuk etti. Seferden dönen Richard, Almanlar tarafından yakalanıp tutsak edildi. Kralın yokluğunda ülkeyi yöneten Eleanor, gerekli fidyeyi toplayarak kralı esaretten de kurtardı. Ancak, Eleanor’un ‘‘altın oğlu’’ Richard nihayetinde 1199’da, Fransa’daki bir pusuda öldürüldü. Tahta, Eleanor’un en genç oğlu, John geçti. Onu da, tarihin ilk yazılı anayasası kabul edilen Magna Carta’yı imzalayan kral, Yurtsuz John olarak tanıyoruz. John’a destek toplamak için 75 yaşında Fransa’ya dönen Eleanor, yaşlılık sebebiyle 31 Mart 1204 yılında 80 yaşındayken öldü.
Eleanor, gücü ve bağımsızlığı tehdit edildiğinde herkese karşı gelebilecek bir hırsa ve inanca sahipti. Bu baskın karakteri hep birlikte yakından incelemek ve ülkemizde diğer tarihi kişiliklere kıyasla az duyulan bu ismi size tanıtmak istedim. İşte bu, Akitanyalı Eleanor’un hikâyesi!