
GİRİŞ
İnsanlığın var olduğu ilk andan beri yegane gayesi kendisini ifade edebilmektir. Bunun için bazen ses bazen görsellik kullanılmıştır. Öte yandan; bu ifade biçimi temel iletişimin ötesine geçtiği an ortaya insana fizyolojiden de öte psikolojik – ruhani bir iletişim sağlamıştır. Günümüze değin ilk önce mağaralara sonra tabletlere ve kağıtlara değin uzanan resim sanatı, yazılı ve yazısız edebi eserler, heykeller, müzikler, fotoğraflar ve filmler gibi sayılamayacak kadar uzun bir sanat ağacı ortaya çıkmıştır. İlk insanlar sanatın önemine varamasalar da ileride sanat ve sanat eseri ifade edilmeye çalışılmış ve anlamlara sahip olmuştur. Teknolojik gelişmeler, matbaanın icadı da dahil, bu sanat eserlerinin nasıl tanımlanacağına dair tartışmalar ortaya konulmuştur. Bu yazımda; Walter Benjamin’in “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı eserini baz alarak, yapay zeka alanında yaşanan gelişmeleri de dikkate alarak 21. yüzyıl sanat anlayışına dair yorum yapacağım.
WALTER BENJAMIN “TEKNİĞİN OLANAKLARIYLA YENİDEN ÜRETİLEBİLDİĞİ ÇAĞDA SANAT YAPITI” ESER ÖZETİ
Walter Benjamin’in “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı makalesi, teknolojik ilerlemenin sanatın üretim, dağıtım ve tüketimini nasıl etkilediğini inceler. Benjamin, sanatın özgünlüğünün teknolojik çoğaltma yoluyla kaybedildiğine inanır ve bu fikrini makalesinde açıklar. Teknolojik çoğaltmanın, bir sanat eserinin benzersizliğini ve özgünlüğünü yok ettiği, özel bir atmosferi olan aura’sını da kaybettirdiği belirtilir. Bu durum, bir sanat eserinin tarihi ve kültürel değerini de kaybetmesine neden olur. Makale, teknolojinin sanat eserlerinin yeniden üretilebilirliği üzerindeki etkisini vurgularken, aynı zamanda sanatın toplumsal etkisine de değinir. Teknolojinin sanatın dağıtımı ve tüketimi üzerindeki etkileri de ele alınır. Makale, sanatın özgünlüğü, benzersizliği ve aura’sı gibi kavramlar üzerinde düşünmeye ve sanatın toplumsal etkisi hakkında daha geniş bir bakış açısı kazanmaya yardımcı olmaktadır.
DEĞERLENDİRME
Benjamin’in makale boyunca vurgu yaptığı noktalardan bana göre en önemlilerin eserin biricikliği ve sürekliliği; yeniden üretim ve kopyaların sanat eserlerine etkisidir.
I. Eserin Biricikliği ve Yapay Zeka
Yapay zeka üretimlerini, sanat öğrencilerinin resimleri hem çalışma hem kopya etme amacıyla çoğaltmalarından daha farklı bir statüde incelemek gerekir. Çünkü bu teknoloji ne fotoğraf gibi eserin biricikliğini zaman ve mekandan kopararak ne de sinema gibi insanları kullanarak üretim yapar. Yapay zeka, resim sanatına dair üretimleri aynı komutlar ile kolaylıklar pek çok defa yapabilir. Bu da yapay zekanın bir üretiminin biricik ve yegane olmasına açık bir engeldir. Bu konuda popüler olan ve kendisine komut veren insana ödüller dahi kazandıran bir yapay zeka “Midjourney” mevcuttur. Ancak DALL-E-2 ve Stability Diffusion gibi programlar da mevcuttur. Yapay zeka teknolojisinin bu denli çeşitli olması, tek bir sanat dalından öte tüm sanat dallarını tehdit etmektedir. Yüzlerce yıllık verileri kullanan ve henüz tam olarak gelişimini tamamlamamış bu uygulamaların eser üretim hızı, becerisi ve kopyalama gücü, gerçek sanat eserlerine bence zarar vermektedir. Bugün yeniden üretilebilecek veya benzeri üretilebilecek bir “The Birth of Venus” (Sandro Botticelli: 1482- 1486) ne aynı izlenimi ne de aynı biricikliği verebilir. Ucuz birer kopya, birer intihal eseri olmaktan öteye geçemeyecektir. Kaldı ki Benjamin de bu hususu “Şöyle denebilir genelleştirilmek istendiği takdirde: Yeniden-üretim tekniği, yeniden-üretilmiş olanı geleneğin alanından koparıp almaktadır. Bu yeniden-üretilmişi çoğaltarak, onun bir defaya özgü varlığının yerine, yine onun bu kez kitlesel varlığını geçirmektedir.” (Benjamin W. 2001:55) ifadesiyle açıklamış eserin yeniden-üretim ile biricikliğini kaybetmesinin beraberinde kamuya kitlesel olarak ifa edilmesine de değinmiştir. Bu ifa ve teşhir esnasında gelenekselliğin de etkisini göz önünde bulundurur.
II. Sanat Eserinin Sürekliliği
Eserlerin sürekliliğinden bahsettiğimiz durumda, eserlerin zaman içerisinde yaşadığı serüven, ortaya konduğu tarihten itibaren yaşadıkları değişimlerden bahsetmiş oluyoruz. Eserlerin varlıklarının korunması, geleceğe aktarılması ise büyük önem taşımaktadır. Geldiğimiz yapay zeka ve bunun da ötesindeki modern dünyanın dijitalliği bu süreklilik alışkanlıklarının değişmesine de neden olmuştur. Resim, müzik, sinema gibi başlıklar artık dijital dünyaya tamamen hapsolmuşken fiziksel olarak korunmalarına gerek kalmamış, bir yok olma tehlikesi yaşamamaktadırlar. Bu noktada ise sorulması gereken eserlerin dijital kopyalarının veya yapay zeka tarafından oluşturulmuş eserlerin, diğer sanat eserleri ile aynı süreklilik olgusuna sahip olup olmadığıdır.
Üretimin seri olduğu ve korunmasına gerek kalmayan durumda eserler de nesnelliklerini yitirmektedirler. Günümüze yakın bir değişim örneği vermek gerekirse, insanlar ilk önce plak ardından kaset ardından CD biriktirmeye, koleksiyon yapmaya başladı. Ardından bugün geldiğimiz nokta dijital dağıtım şirketleri ve uygulamaları. Bu sayede insanların önceden erişmek için yoğun bir çaba harcadığı, kıymetini biçtiği müzik eserleri ne eski senfonik değerini ne de plak, kaset arama biriktirme önemini koruyabilmiştir. Bu nedenle müzik içerikleri kolayca tüketilebilir ve gözden çıkarılabilir bir duruma evrilmiştir. Yahut, gelinen tüketim alışkanlıkları nedeniyle insanlar uzun uzadıya bir orkestra dinlemektense, parçaların ilk 30 saniyesi içerisinde karara varıyor ve tüketimi bırakıyorlar. (artists.spotify.com/tr/help/article/how-we-count-streams Erişim Tarihi: 24.04.2023) Tüketimde yaşanan bu değişim ve dönüşüm doğal olarak eserlere de yansımış ve sanatçılar eselerini bu duruma göre yeniden inşa etmek durumunda kalmışlardır.
Yapay zeka ile üretilen müzikler de bu algoritmaya dönük olacağından eser nesnelliğini ve sanat eseri olma özelliğini terk etmekle birlikte, Benjamin’in de bahsettiği ‘sanat sanat içindir’ tarzı tanrı bilimsel sav da terk edilmektedir. Çünkü bu üretim- tüketime, bu tüketim – ekonomiye, ekonomi – üretime ve en nihayetinde üretim, tüketim ve ekonomiden oluşan bir üçgene dönecektir. Eşsiz katedraller veya heykeller için benzer bir son pek mümkündür. Günümüz mimarisine, dünyanın önemli şehirlerini baz alarak baktığımızda (Londra, Dubai, NY) benzer yapıları görmek mümkündür. Hatta öyle ki, bu yapılardan tamamının belli olmadığı bir örnek alırsak, hangi eser hangi dönem, hangi şehir gibi verilere asla erişemeyiz. Öte yandan, kendi bağlamında, sürekliliğini koruyan Notre Dame ise küçük bir bölümü baz alındığında tanınabilecek bir eserdir.
Sonuç olarak yapay zeka tarafından üretilen bir sanat eseri süreklilik olgusu bağlamında sorun yaşamayacak ve korunmaya muhtaç olmayacak olsa da eser olarak değerlendirilmesi hususunda her zaman eksik kalacaktır. Çünkü bir eserin sanat eseri olabilmesi için, aynı zamanda biricikliğini de kendi düzleminde koruması gereklidir. Tekrar edilebilen bir film bu yönden muaf olsa da resim, fotoğraf, müzik heykel gibi dallar için bir muafiyet söz konusu olmayacaktır.
III. Yeniden Üretim – Kopya Eserler
Benjamin’in en çok değindiği husus bence yeniden üretim konusudur. Teknolojik gelişmelerin başı olan tabletler ile resimlerin tekrarlanabilir olması ve dahası günümüzde eserleri fotoğraf, video, baskı vb. kopyalanması ve yeniden üretilmesi eserin sahip olduğu özgünlüğü kaybettirmektedir. Ayrıca bulunduğu bağlamdan çıkarılan eserlerin yekpare olarak da anlamlarının ve vermek istedikleri mesajların eksik kalması nedeniyle tam bir eser olma özelliklerini kaybedeceklerdir. Benjamin, “İnsan, ilk kez olarak – sinemanın doğurduğu sonuç, budur – canlı kişiliğinin tümüyle, ama bu kişiliğin kendine özgü atmosferinden (Aura) vazgeçerek etkin olmak zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Çünkü söz konusu atmosfer, insanın şimdi ve buradalığına bağlıdır. Bu atmosferin bir kopyasının olabilmesi söz konusu değildir.” (Benjamin W. 2001:64) şeklinde ifade etmiştir. Burada açıkça görmekteyiz ki fotoğrafı çekilen bir eser veya taratılan bir resim artık bir sanat eseri olmaktan çıkmıştır. Bu noktada eser, ekonomik kaygıların getirdiği bir sergide, tezgah ürünü olmaktan öteye geçemeyecektir. Günümüzde ise en yaygın örnek Mona Lisa, ülkemizde ise en yaygın örnek Kaplumbağa Terbiyecisi tablolarıdır. Binlerce kopyası bulunan bu eserler, orijinallerinin sahip olduğu unvana haiz ancak öneme sahip değildir., kolayca gözden çıkarılabilir.
IV. Sinemanın Sahip Olduğu Muafiyet
Sinema, 18. yüzyılın sonunda ‘sanatsallık’ tartışmalarının içine doğmuştur. Sinema eleştirmenleri, bu tartışmalarda aceleci bir tavırla yanıt vermeye ve sinemanın sanatsallığını kanıtlamaya çalışmıştır. Benjamin ise bu tartışmaların yersizliğine değinmektedir. Çünkü sinema bir sanat eserinin sahip olduğu pek çok özelliği farklı şekilde yansıtır. Sahnelerin yaratılması, kurgunun oluşması, oyuncuların mimikleri tekrar gözlemlenebilecek ve izlenebilecek olsa dahi filmler yapısı itibariyle anı hapsetmekte ve biricikliğe bu şekilde sahip olmaktadır. Öte yandan sinemanın üretim aşamasının doğal bir sonucu olarak bağlamı ve doğallığı yalnızca izin verildiği kadarlık bir kadrajda, objektifte görünmektedir. Benjamin özgünlük ve biriciklik konusuna, “Bir filmin, özellikle de bir sesli filmin çekimi, daha önce hiçbir yerde ve hiçbir zaman düşünülmemiş bir görünüm sergiler. Bu süreç içerisinde, kamera, ışıklandırma mekanizması, asistanlar vb. gibi filme doğrudan girmeyen ögelerin izleyicinin bakış alanına girmeyeceği tek bir bakış açısının bile varlığı söz konusu değildir.” (Benjamin W. 2001:68) ifadesiyle açıklık getirmiş.
Sinema ve fotoğrafın bir diğer büyüsü ise insanların yüzünün ve birkaç milisaniyelik anının bir kareye hapsedilmesidir. Fotoğrafın icadından hemen sonra büründüğü insanları ölümsüzleştiren ve ölüleri dahi canlı gösteren yapısı nedeniyle ‘sanat olup olmadığı’ konusundaki tartışmalar minimuma inmiştir.
Sinemanın iktisadi, siyasi, kültürel boyutları ise tartışılmaz bir seviyededir. En ücra noktadaki insanların dahi ilgisini çeken sinema, hem propaganda hem kolay gelir mottosuyla sürekli desteklenmiş, belli amaca hizmet etmeyen filmlerin ise yok edilmesine varan periyotlardan geçmiştir. Tüm bu etkilerin olduğu noktada, henüz sıfırdan yapay zeka tarafından üretilen bir film olmamasına rağmen, yapay zekanın film üretim ve kurgu süreçlerine getirdiği yenilik ve kolaylık yadsınamamaktadır.
SONUÇ
Benjamin’in vurguladığı hususların günümüzde faal olmasını ve geçerliliği yapay zeka ile tekrardan gündeme gelen tekrarlanan eserlerin niteliğini tartıştık. Benjamin, teknoloji replikasyonunun bir sanat eserinin orijinalliğini ve farklılığını tehlikeye atabileceğine dikkat çekmekteydi. Bir sanat eseri özgünlüğünü, bireyselliğini sürekliliği, biricikliğini koruduğu kadar sanar eseridir. Bu özellikler bir sanat eserinin değerinin bence en önemli belirleyicileridir. Sanat eseri aurasını bu yeniden üretim ve yapay zeka kaynaklı üretim ile kaybeder ve tarihsel – kültürel önemi yok olur. Sonuç olarak sanat eserlerinin, yeniden üretim süreçlerinde orijinallerinin korunması ve replika eserin bir eser olmadığının kabul edilmesi çok önemlidir.
Sanat endüstrisi, yapay zeka teknolojileri nedeniyle büyük bir değişikliğe tanık oldu. Yapay zeka kullanılarak yapılan üretimler, sanat öğrencilerinin fotoğraf taklit etmek için kullandıkları araçlarla yapılanlardan farklı, birebir kopyalar olmuştur. Sanat eserleri, yapay zeka tarafından basit bir şekilde kopyalanabilmekte ve aynı komutlar ile birden çok eser üretilebilmektedir. Bu, yapay zeka üretimlerinin yaratıcılığını ve ayırt ediciliğini engeller. Resim ve diğer tüm sanat türleri yapay zeka teknolojisinin tehdidi altındadır. Yapay zeka sistemleri, müzik, heykel ve diğer sanat eserleri gibi alanlarda yüzlerce yıllık veriyi kullanarak eserler yaratabilir.
Sonuç olarak, yaratıcı dünyada teknik gelişmeler memnuniyetle karşılanmalıdır. Ancak bu yenilikler, sanatsal yaratıların farklılığını ve özgünlüğünü azaltmamalıdır. Sanat eserlerinin atmosferi ve tarihsel önemi, özgünlükleri ve ayırt edicilikleri ile yakından ilişkilidir.