
Ceza hukukunun en tartışılan yaptırımlarından biri olan idam cezası, bilhassa toplumu derinden sarsan suçların işlenmesinden sonra sıklıkla gündeme gelen bir konudur.
İdama Genel Bakış
İdam, hukuk terminolojisinde mahkeme tarafından ölüm cezasına mahkûm edilen kimseye uygulanan işleme verilen isimdir. İdam cezasının yaptırım olarak uygulanması çok eski tarihlere dayanmaktadır. İdamla ölüm cezası kastedilse de, ölüm cezasına mahkûm edilen kişinin, bu cezasının infazına idam denir. Tarihe baktığımız zaman toplumların inanç ve gelenekleri kapsamında, ölüm cezasının farklı infaz şekilleri de vardır. Bunlar: Diri diri yakma, gaz odalarında bekletme, elektrikli sandalyede elektrik verme, kurşuna dizme, iple asma, giyotin ile baş kesme, taşlanarak öldürülme vb. şeklinde sıralanabilir.
Eskiye oranla idam cezasının uygulayan devlet sayısı, büyük oranda azalmıştır. Günümüzde idam cezası, 58 ülkenin yasalarında yer alırken, 98 ülkede ise hukuk sistemlerinden tamamen kaldırılmıştır. 32 ülkenin yasalarında idam cezası olmasına rağmen fiili olarak uygulanmamaktadır. 6 ülkede ise sadece savaş suçları ya da askeri yasaların ihlal edilmesi gibi istisnai durumlarda ölüm cezası verilebilmektedir. Dolayısıyla 58 ülkede idam uygulanırken 140 ülkede uygulanmadığını görmekteyiz. Ölüm cezası ABD’nin bazı eyaletlerinde etkin bir şekilde kullanılsa da, infazlar yaygın şekilde (%90) Asya kıtasında gerçekleşmektedir. Buna karşılık Kara Avrupa’sındaki ülkelerden Beyaz Rusya ve Kazakistan harici tüm ülkeler hukuk sistemlerinden idam cezasını tamamen çıkarmışlardır.
İdam Cezasını Savunanların Argümanları Neler?
İnsanlık tarihinde akıllara dahi gelmeyecek korkunç suçlar işlenmiş ve işlenmeye devam etmektedir. Ülkemizde ve dünyada işlenen, özellikle Çocukların Cinsel İstismarı (TCK m.30), Türk Ceza Kanunun 6. Bölümünde düzenlenen Cinsel Dokunulmazlığın İhlali, Nitelikli Cinayet (TCK m.82) gibi vahşice işlenen suçlar, mağdurda ve toplumda derin yaralar açmakta ve idam cezasını gündeme getirmektedir. Ölüm cezasını savunanlar. ağır ve tehlikeli suç işleyen faillerin idam edilmesinin, suçların işlenmesini engelleyecek caydırıcı bir güç olduğunu düşünmektedirler. İdam taraftarları. failin yaşadığı sürece mağdurun, ailesinin ve toplumun adalet duygusunun tam anlamıyla karşılanamayacağını ve faillerin yaşamaya layık olmadığını savunurlar.
”Retribution Teorisi”, suç işleyenlerin cezalandırılması gerektiği ve cezanın ağırlığının işlenen suçla orantılı olması gerektiği inancına dayanan bir ceza teorisidir. Bu teori idam cezasının eşitlik esasına dayandığı için idam destekçileri tarafından da onay görmektedir. ”İnsanlar rasyonel düşünebilen varlıklardır ve yaptıklarının sorumluluklarını üstlenmelidirler” argümanı savunulur.
İdam Cezası Karşıtlarının Argümanları Neler?
Ceza hukukunun önemli ilkelerinden biri ”cezaların insanilik ilkesi”dir. İnsanilik ilkesine göre cezalar, uygulandığı devrin ahlaki değerlerine ve insan onuruna aykırı olamaz. Bu kapsamda ölüm cezasına karşı olanlar, idam cezasının insan onuruna aykırı olduğunu ve yaşam hakkını ihlal ettiğini savunurlar. Ayrıca idam cezasının caydırıcılığı olmadığını ve suçluyu ıslah etme amacından bir hayli uzak olduğunu da belirtirler. Bir diğer nokta ise idam cezasının geri dönülemez olmasıdır. Yargının yanılma payının her zaman olabileceğini savunan idam karşıtları, idam cezası gibi geri dönüşü olmayan cezaların, toplumda derin yaralar açacağını da ifade ederler.
İdam Cezası Caydırıcı Mı? Değil Mi?
İdam cezası destekçilerinin de içinde bulunduğu toplum genel itibari ile, ölüm cezasının caydırıcı bir etkiye sahip olduğuna inanmasına rağmen, yapılan araştırmalar ve istatistikler bu argümanın tersini ortaya koymaktadır. İstatistiksel olarak idam cezasını uygulayan ülkelerin suç oranının, uygulamayan ülkelere oranla daha düşük olmadığını görmekteyiz. Uluslararası Af Örgütü, yapmış olduğu araştırmalar neticesinde ağır ceza gerektiren vücut dokunulmazlığının ihlali ve kasten adam öldürme suçlarının en çok yaşandığı ülkelerin, idam cezasının uygulandığı ülkeler olduğunu ve aynı zamanda genel suç düzeyinin de idam cezasını uygulayan ülkelerde daha yüksek olduğunu gözlemlemiştir. Farklı bir araştırma da ölüm cezasını kaldıran ülkelerde. ağır cezalı suçlarda artış olmadığı noktasında olmuştur. İdam cezasını kaldıran ülkelere Kanada iyi bir örnektir. Kanada 1975 yılında idam cezasını kaldırmıştır. 1975 senesinden bugüne, Kanada’da işlenen cinayet oranlarında toplam %45’lik bir düşüş kaydedilmiştir.
Üzerinde durmamız gereken önemli örneklerden birisi de Amerika Birleşik Devletleri’dir. ABD’de ölüm cezası 31 eyalette yürürlükteyken, 19 eyaletin mevzuatında ise ölüm cezası yoktur. FBI suç raporuna da değinilen çalışmada, idam cezası uygulamakta olan eyaletlerde, uygulanmayan eyaletlere göre suç oranının daha fazla olduğu ve yıllar içinde arttığı görülmektedir. Washington merkezli İdam Cezası Bilgi Merkezi’nin 2017 tarihli raporunda, ülkenin önde gelen kriminologlarının%88’i, ölüm cezasının caydırıcı olduğu düşüncesini reddediyor. Bahsi geçen örneklerden hareketle idam cezasının caydırıcı etkisi olmadığını görmekteyiz.
İdamın Geri Dönülemez Olmasının Sonuçları Neler? George Junius Stinney’in Davasında Neler Yaşandı?
İdam karşıtlarının üzerinde durduğu en önemli argümanlardan biri idam cezasının geri dönülemez oluşudur. Çeşitli sebeplerle öldürülen suçsuz insanların, geri getirilemeyeceği gibi mahkûmların aileleri ve sevdiklerine yaşatılan acıların da telafisi olamayacaktır. İnsanların idam edildikten sonra suçsuz olduklarının ortaya çıkması, toplumların adalet kavramına olan inançlarını da ciddi oranda zarara uğratacaktır. Geçmişten günümüze idam cezalarına baktığımız zaman, idamı sonrasında, suçsuzluğu anlaşılan çok sayıda idam mahkûmu olduğunu görmekteyiz. Bu durumun en acı örneklerinden birisi de ABD tarihinin en küçük yaştaki idam mahkûmu olan 14 yaşındaki George Junius Stinney Jr.’un davasıdır.
1944 yılında ABD’nin Güney Carolina eyaletinde, 7 yaşındaki Mary Amma Thames ve 11 yaşındaki Betty June Binnicker çiçek toplamaya diye çıkıp bir daha eve dönmediler. Arama çalışmaları başlatıldıktan 1 gün sonra iki çocuğun cesetleri Güney Carolina’nın Alcolu şehrinde bulundu. Yapılan otopsi sonucunda, iki kızın sert bir cisim ile kafalarına vurulduğu, buna bağlı olarak da ölüm nedenlerinin kafa travması olduğu saptandı. Görgü tanığının ifadesinde, öldürülen iki kızı en son George Stinney ile konuştuklarını gördüğünü söylemesi üzerine polisler, George Stinney ve ağabeyi Johnny’i kızları öldürme şüphesiyle tutukladılar. İki kardeşin sorgulama esnasında ne avukatla ne de ailesiyle görüşmelerine izin vermediler. Daha sonrasında polisler Johnny’i serbest bıraktılar ancak George tutuklandı. George’u tutuklayan polis, George’un suçu işlediğini itiraf ettiğini ve cinayet silahının yerini söylediğine dair açıklama yaptı. Ancak George Stinney tarafından imzalanmış itiraf beyannamesi bulunmuyordu. Stinney daha sonra iki kızı öldürme suçundan mahkemeye çıkarıldı. 1940’lar ABD’sindeki ırkçılığın üst düzey olmasının da büyük etkisiyle Stinney’in hem ailesiyle görüşmesine hem de mahkemede savunma yapmasına izin verilmedi. Somut delillerin olmamasına aldırmayan jüri, 2 saat süren mahkeme sonucunda 14 yaşındaki George’u cinayetten suçlu bulup elektrikli sandalye ile infazına karar verdi. 16 Haziran 1944 tarihinde George Stinney Jr. yetişkinler için tasarlanmış sandalyeye boyu yetişmediği için altına İncil koyularak kafasına verilen 5380 volt elektrikle öldürüldü…
Stinney’in ölümünden tam 70 yıl sonra Stinney’in ailesi yeni dava açılmasını talep etti. 2014 yılında dava yeniden açıldı. 70 yıl önceki dava dosyasının içinden George’un, suçunu itiraf ettiğine dair hiçbir belge çıkmadı. Ayrıca iki kızın öldürüldüğü 20 kilogramdan daha ağır olan aletle, 14 yaşında ve 40 kilo olan bir çocuğun suç işlemesi imkânsızdı. 1 yıllık değerlendirmenin ardından, 17 Aralık 2014’te mahkeme hâkimi Carmen Mullen, Stinney’in adil olarak yargılanmadığı ve haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle 1944 yılında verilen hükmü bozdu. 70 yıl sonra adalet sağlansa da, bu karar, George’u öldürüldüğü elektrikli sandalyeden geri getiremediği gibi ailesinin yaşadığı acıları da telafi edemedi. Telafisi olmayan idam cezasının suçsuz insanlara uygulanma ihtimali her zaman vardır. İnsan hayatı ”kurunun yanında yaş da yanar” denilemeyecek kadar önemlidir.
ABD’nin Maryland Eyaletinde İdam Cezasının Kaldırılmasına Sebep Olan Davada Neler Yaşandı?
1984 yılında, ABD’nin Maryland Eyaletinin Doğu Kıyısı’nda ormanlık alanda Dawn Hamilton adlı bir kız çocuğu cinsel saldırıya uğramış ve kayayla öldürülmüş bir şekilde bulundu. Polise aynı gün, kurbanla birlikte Bloodsworth’un görüldüğünü söyleyen isimsiz bir arama geldi ve polis isimsiz tanığın yaptığı ihbar üzerine Bloodsworth’u tutukladı. Onun, suçla ilişkilendiren hiçbir fiziksel kanıtının olmamasına ve yapılan fail tanımına tam uymamasına rağmen polisler, başka bir şüpheli olabileceğine dair savunmaya bilgi dahi vermediler. Daha sonrasında Bloodsworth tecavüz ve cinayetten mahkûm edildi ve idam cezasına çarptırıldı. Bloodsworth, mahkûmiyetinden iki yıl sonra temyiz mahkemesi tarafından yeniden yargılandı bu kez idam cezası yerine iki kere ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 1990’ların başında Bloodsworth, DNA testi ve bunun masumiyetini kanıtlamak için sağlayabileceği fırsatları öğrendi. İddia makamı nihayet 1992’de Bloodsworth’un davası için DNA testi yaptı ve olay yerindeki örneklerin Bloodswort’un olmadığı kanıtlandı. Bunun sonucunda Bloodsworth 9 yıl hapis yattıktan sonra 1993 yılında özgürlüğüne kavuştu. Aynı zamanda Kirk Bloodsworth, ABD’de DNA testine göre ölüm cezasından aklanan ilk kişi olarak tarihe geçti. Bloodsworth, “Bana olduysa, herhangi birinin de başına gelebilir” düşüncesiyle kendisini ölüm cezasını kaldırmaya ve yanlış mahkûmiyetleri ele almaya adadı. Bloodsworth ilk önce etkinliklerde aktif bir gönüllü konuşmacıydı ve şimdi profesyonel bir savunucudur. Aynı zamanda eyaletlerin mahkûmiyetten sonra DNA kanıtlarını test etme maliyetlerini karşılamasına yardımcı olmak için Bloodsworth, “Mahkumiyet Sonrası DNA Testi Programını” kurdu. Maryland’ın, ABD’nin idam cezasını kaldıran ilk güney eyaleti olmasında Bloodsworth’un etkisi büyüktür.
Burada şahit olduğumuz üzere sonradan ortaya çıkabilecek ve davanın seyrini değiştirecek yeni delillerin ortaya çıkma olasılığı her zaman vardır. Şayet bu davada Bloodsworth infaz edilseydi dünyaya anıt mezarından başka bir şey bırakamayacaktı…
Yaşam hakkını ihlal eden idam cezasının, yapılan araştırmalar ve verilen örnekler sonucunda caydırıcı olmadığı görülmektedir. Her infazın insanları derin acılara gömdüğünü; kin, şiddet ve nefret duygularıyla doldurduğunu, bunun doğal sonucu olarak linç kavramını daha da derinleştirdiği yapılan araştırmalarla sabitlenmiştir. İdam edilen insanların suçsuzluğu ispatlansa dahi cezası infaz edilen kişinin hayata geri döndürülemeyeceği, yaşanılan acıların telafisi olmayacağı bir gerçektir. Kanaatimce idam cezası asla uygulanmamalıdır. Yapılması gereken adil yargılama, yargının tam bağımsız hale getirilmesi, nitelikli soruşturmalar yürütülüp yakalanan faillere kanunların ışığında hak ettikleri cezaların verilmesidir. ”Herkes yaşam hakkına sahiptir.” Suçsuz yere idam edilen her insanın anısına…
Kaynakça
1-GÖREN Zafer, “Yaşama Hakkı ve Ölüm cezası”, Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S:10 (2006), s.67-97.
2-DEMİREL Hakkı, “Ölüm Cezası”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:12, S:1 (1955), s.152-171.
3-DEMİRDAL M. Balkan, “Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Ölüm Cezasının Kaldırılması ve Türkiye’deki Süreç”, Politik Ekonomik Kuram, C:, S:1 (2018), 57-72.
4-AKBULUT İlhan, “Ölüm Cezası Geri Gelmeli Mi?”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S:131 (2017), s.11-30
5-Innocence Project, Kirk Bloodsworth, https://www.innocenceproject.org/cases/kirk-bloodsworth/