![alegoridergi – Eric Rohmer](https://www.alegoridergi.com/wp-content/uploads/2022/01/alegoridergi-Eric-Rohmer-420x280_c.jpg)
Eric Rohmer, ‘’French New Wave’’ denilen unsurun kendisi çıkarılınca geriye çok az şey kaldığını düşündüğüm utangaç bir sinemacı olarak geçenlerde hayatıma girdi. Kendi aşkın hayal gücü ve insanın kolektif bilinci hakkında realist bir çığırtkan kendisi. Filmlerine ve yarattığı natürel ve kendini çabucak sevdiren sinemasına bakıldığında edebiyat unsuru, karakterizasyon, ahlaküstü olgular Yeni Dalga’nın tamamına tesir etse de Rohmer’in başka bir kamera kullanımı ve orta-üst sınıf gevezelik anlayışı onun konumunu bu aykırı janradan biraz daha ayrı tutuyor. İnsan güdülerinin gerektirdikleri, kararsız nüktedan diyalogları, ikili ilişki ve arzu çıkmazlarını bütün unsurlarıyla saçan gerçekçi ve bilinen bir romansa ve erotizmaya sürükleniyoruz. Rohmer bu sürüklenmeyi kendisi de yaşıyor bir nevi aslında. Çünkü o sıralar dönemin Fransa’sı kültür ve siyaset bazında kendi doruğunu keşfetme eğilimindeydi. Cumhuriyetçi liderleri De Gaulle’den ve genel olarak sistemik çoğulculuk ve endüstriyel sömürüden şikâyet hat safhadaydı. Öğrenci hareketleri ile başlayan protest tavır, işçilerin onlara eşlik etmesi ve siyasi, kültürel ve sistemik değişimlerin görülmesi bunları takip etti. Bireye eğilen bakış ve feminist tavır kendini sokaklarda buldu. Gelenekçi kurallar önemini büyük bir oranda yitirdi. Kitlelerin kendi seslerini çabucak bulması ve birlik olması değişimi Fransa’ya resmen getirdi ve onların bir çeşit izdüşümü olan sanatına tesir etti.
Tam bu sıralarda ve biraz öncesinde Chabrol, Godard, Truffaut, Rohmer ve daha nice sinemacının kendi sanatlarındaki teknik ve entelektüel bakış bazlı progresif tavrı kendini inanılmaz derecede hissettiriyordu. 50’ler başında çeşitli sinematekler ve dergilerin öncülük ettiği bir arkadaşlık ve bunun yarattığı derinlikli ve bütüncül sohbetler yeni bir çığırın açılacağını duyuruyordu. Bu yazıda bu çığırın benim açımdan nüvesi sayılan Eric Rohmer’i inceleyeceğim.
Eric Rohmer aslında Jean-Marie Maurice Scherer 4 Nisan 1920’de Fransa’nın Tulle kentinde doğdu. Eric Rohmer takma adını ise Erich von Stroheim ve ucuz romancı Sax Rohmer’den ilham aldı. Gençliğinde sinema dışında birçok şeye ilgi duyan Rohme (özellikle de edebiyata, hatta hayatı boyunca edebiyatı daha üstte tuttu), yetenekli bir öğrenci olmasının da etkisiyle akademik bir kariyer planladı ancak sözlü sınavlardaki tuhaf utangaçlığını yenememesi üzerine başka bir yol aradı ve kendini İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Paris’te buldu. Kendini çok yakında önemli bir film eleştirmeni ve yapımcısı olacak olan Alexandre Astruc ile tanıştırdı. Bu tanışlık Rohmer’e sinema ilgisini kazandırdı. Sayıları gittikçe artan film kulüplerine ve sinefilinin merkezi sayılan “Cinémathèque”e sık gider oldu. O dönemlerin prestijli film kulübü “Objectif 49” ve yine bu kulübün öğrencilerinden birinin kurduğu Latin Mahallesi “Ciné-Club” kulüplerindeki faaliyetleri ona Godard, Truffaut, Chabrol ve Rivette gibi kozasındaki sinemacıların desteğini kazandırdı. Bu sıralarda Rohmer’in çevresi buhran toplumunun aykırı gençleriyle, aktris olan veya olmayan arkadaşları ile dolmaya başladı ve çok çok düşük filmler ve yarı belgeseller yapmaya başladı. Rohmer kendi özel hayatına bağlılığı ve sanat hayatına olan bağımlılığını harman ederek sanatı dışında kalan hayatını sanatı adına kullanmaya adadı. Hakkındaki biyografilerde yazılanlara göre son derece kuralcı ve disiplinli olduğu bilinen Claire’ Knee (1970) filminde baş karakterin gül verdiği sahnedeki güllerin bir sene önceden gidip ekimini yapmış ve açacağı tarihi çalışma defterine yazmıştır. Kendini filmlerinin çekim günü platolarına adamış. Havanın o günkü durumuna göre sahneyi değiştirmiş, filminin kendi kendini yaratmasına müsaade etmiştir. Bunların hepsinin dışında kimliğini hep gizlemiş doğum yeri ve tarihi hakkında farklı beyanatlar vermiş, koyu Katolik annesinin kendisinin sinemacı kimliğini öğrenmeden gitmesini sağlamıştır. Sırasıyla Altı Ahlak Hikayesi, Komediler ve Atasözleri altılısı ve Dört Mevsim Masalları gibi 1963-1998 yılları arasında üç önemli seri yaptı. Hayatının ve kariyerinin son döneminde de uyarlamalar ve dönem işleri yaparak kendi stilize ve özgün avantürünü sürdürdü. Şimdi bu muhteşem kariyerin zihnimde benim için ayrı bir kutuda olan filmlerinden bahsedeceğim:
Aslan Burcu (1959)
Eric Rohmer’in aynı zamanda ilk uzun metrajı olan aslan burcu oldukça ilginç bir çıkış noktasına sahip. Bir film düşünün ki aslan burcunu temsil eden bir karakter tasarımı ile o burca mensup kişileri içine alsın. Benim bu duygunun muzdaripliğiyle daldığım filmin ilk aktı, baş karakterin burca özgü tavırlarıyla birlikte halasının ölümünden kalan büyük mirasın haberini arkadaşlarına söylemesi ve büyük bir parti organize etmesiyle başlar. Partiye eş dost tanıdık herkes davet edilir. Baş karakterin bu coşkusal tavrı, lider katılımcılığı, borç para düşkünlüğü ve para hesabı bilmemesi partide, tabi ki de kendinden bahsederken, kendini gösterir. Filmin ilk aktı da bunun ardından mirasın karakterin kuzenine bırakıldığı haberinin öğrenilmesi ve Wesselrin’in kayıplara karışmasıyla kapanır. Bundan sonrası çoğu yönetmenin ortak tavrı olan karakterin üstüne basmak ve karakterin çaresizliğini, arayışını göstermek olur. Wesselrin bütün dostlarının tatile çıktığı bir dönemde bir otel odasız ve meteliksiz kalmıştır. Telefonlara atılan jetonların geri dönütü hep olumsuzdur. Bedbaht bir halde karakterin Paris caddelerindeki başıboşluğu umut arayışı o kadar sonuçsuzdur ki bir noktada o da pes eder. Karakter yaratımı konusundaki başarısı sonraki filmleriyle olağanın dışı bir sinemasal etki yaratacak olan Rohmer inanılmaz bir yazar bilinciyle doğrudan karakterin onun kendisi olmasının sonuçlarını hep üstlenmesini ister. Bu filmde inanılmaz felsefi ve derin nitelikte alışılmış Rohmer diyalogları görmesek de ilk film için çarpıcı bir sıra dışılık ve sıradanlık söz konusudur.
Maud’daki Gecem (1969)
Eric Rohmer’in dünyaya tanınmasını sağlayan bir film olarak kendisine altın palmiye, en iyi özgün senaryo ve en iyi yabancı dilde film Oscar adaylıkları getirmiştir. Büyük otoritelerce yönetmenin açısından hem gişe hem kaşe açısından bir mihenk taşı gibi görünür. Bu film ve bu tarihten sonra bu stilize filmografi, tasdik ve takdir kazanmış ve perdede izleyicisini, kuramcıların yazılarında da sesini bulmuştur. Rohmer açılış sahnesini bir kilise dua sahnesinde başlatır. Kamera rahip, kadın ve erkek üzerinde gezinir 6-7 dakika boyunca. Kariyeri boyunca yakın planlardan kaçındığını kadraja hep büyük masaları ve o masalarda büyük sohbetler eden insanları sığdırmış, yarı belgesel kamerasına ısrarla sürdürmüştür. Bu kilise sahnesinde de durum farklı değildir asla. O sessizlikte ve vaaz dinletisinde dahi birbirine kaçak bakan bu iki insanın ruhunu bir orta planla bize dökmüştür. Bu sahneden sonra da baş karakterimiz Jean Louise ismini sonradan öğreneceğimiz Françoise’nin peşine hem eylemsel hem de ruhsal olarak düşer. Karakterde asılı kalan bu romantik arayış buradan sonra bambaşka bir sekansiyel diziyle kendini gösterir.
Kanada’da görev yapmış ardından Clermont gibi küçük bir Güney Fransa kentine gelmiş bir entelektüel Fransız’ın yaşayacağı çoğu sıkıntıyı yaşamıyor Jean Louise. Pazar günü gittiği kilisesi, evi ve işyeri arasındaki dokuduğu mekikten mutlu, olmayan sosyal hayatından da memnun bir insan. Tüm bu karakter dökümü bize yapılmışken karakter epey süredir görmediği arkadaşını görür ve birden bir tartışma içinde ve gündelik sohbet içinde buluruz kendimizi. Sohbet daha da derinleşir, katmanlaşır ve katlanır. Birden biz de bu karakterlerin bütün intelekt birikimine daldırırız kendimizi. Daha sonraki buluşmalarında Jean Louise Maud ile tanıştırılır arkadaşı tarafından. Evlerine giderler ve gece başlar. Bu sefer bir evin içinde başka bir masada bu üç kişi tarafından devam eder sohbet. Gizli Maud aşığı Vidal, bu koyu ritmi sürekli değişen sohbeti bırakır ve bizi Maud ve Jean Louise ile baş başa bırakır kameramız.
Adam çok gönüllü olmasa da Maud ile baş başa bırakıldıktan sonra kilisedeki sarışın Katolik konusundan kendileri hakkında çeşitli çıkarımlarla bir gece geçer. Maud adamın çekingen ve muhafazakar tavrını açar. Kendine dikte ettiği hayat ile Maud arasındaki çekişmeyi ilki kazanır. Bundan sonrası filmin tahmin edilesi devamı ile birlikte spontan bir gecenin bir geçmiş olarak kalması arkalar. Karakterin kilisede gördüğü Katolik sarışın kadınla ilişkisini ilerletmesi ve yapılan karartma ile geçen 5 senelik zaman ve Jean Louise’nin evliliği olarak görünür. Filmin finali bu aksın üzerinde 5-6 dakikalık bir bölümle, plajda Maud ile bu ailenin karşılaşması olarak biter. Altı Ahlak Hikayesi’nin dinamosu sayılabilecek Maud’daki Gecem bize dünyevi ve ikircikli duyguları prensipli bir inananın gözünden anlattıran, bunu çeşitli ve ustaca işlenmiş yan karakterler ve diyaloglarla bezeyen bir Rohmer sinematik evreni parçası olarak çarpar gözümüze. Sahiden yaşanılan bir gece bütün bir bilinci uyandırabilir mi?
Claire’ın Dizi (1970)
Altın küre gibi popülist bir kurumdan en iyi yabancı dilde film adaylığı kapmış Annecy gölü etrafında geçen bir tatil filmidir aslında. Rohmer’in karakterlerini önemli bir boşlukta; bir tatil, bir mola veya bir yer değişikliğinde tanıma ve yoğurma çabası onun çok güçlü bir mührüdür. Çoğu zaman yeni sinema geleneğinin de getirdiği etkiyle bunu karakterlerine dahi söyletir. Tatillerin herkesin bir yerlere kaçtığı, dönemsel yalnızlığın tatil denilen kurumsal bir izinle kendini bulduğunu söyletir hep. Burada bu gölün çevresindeki mülk sahiplerinin, onların çeşitli misafirlerinin hayatlarına bir dağ eteğinden panorama tutar. Bizi gölün bir karşısına bir bu tarafına getirir. Uzaktaki uzun ilişkisiyle evlenme planları yapan bir eski evlilik karşıtı adamın yazar kadın bir arkadaşıyla olan sıkı ve muzip ilişkisi filmde yaşanan her şeyi kompanse eder. Yazar arkadaşına yeteri kadar ilginç gelmeyen baş karakter Jerome onunla tuhaf ve saplantısal bir oyuna tutuşur ve bir evin genç kızlarıyla olan tuhaf ve sakıncalı ilişkileri üzerine tuhaf fanteziler üretirler. Rohmer bu sakıncalı kanallara girmenin bilinçli farkındalığını “Ben gösteririm, söylemem” diyerek onun karakter yaratma çabasıyla ilgisi olmadığı, tarafsız bir gösterim olarak karakterlerin vuku bulduğunu anlatır. İnsanın bilinçdışı arzularını sürekli eşeleyici tavrı sinemada orta-üst sınıf Fransızların örtülü eylemlerini sergiler bir bakıma. Asla karakterden yana olmaz. Önce evin bir kızı Laura’dan dinlediği aşk tanımları, gençlik endişeleri ve duygulanım ; sonrasında Laura’nın kasabaya sonradan gelen kardeşi Claire’e duyduğu fiziksel tutku bir yazara verilecek olan ilham fantezisinden ileri gelir aslında. Filmde de Jerome’un kendi arzularıyla yarattığı oyundaki karakterin arzularını zaman zaman karıştırması onu zaman zaman şüpheye düşürse de kendini bir evlilik yapacak adam olgusuna ikna eder zamanla yaz biter ve herkes hayatına bir şekilde devam eder.
Eric Rohmer’in iki farklı neslin duygu ve arzularındaki makro farklılıkları da çarpıştırdığı film, ahlaki muğlaklık ve görececilik olgusunun altını kamerasıyla ve diyaloglarıyla çizer. Orta yaşlı erkekler ve genç, kendini bilen kadınlarla ilgili filmleri de elbette ki bununla son bulmayacaktır.
Öğleden Sonra Aşk (1972)
Altı ahlak hikayesinin bu son filmi, ilişkiler ve evliliğin rutini ve olağan akışının banalliği hakkında inanılmaz bir potpuri yaratarak seriyi bitiriyor. Film bir süredir evli ve birbirlerinin özgürlüklerine saygı duyan bireyci bir evliliği, onun getirilerini ve götürülerini gösteriyor. Filmin başlarındaki bir pasajda Frederic’in bir öğleden sonrada Paris caddelerinde yaptığı kısa yürüyüşte iç sesinin kadınları incelerkenki düşüncelerini duyarız . Kadınların inanılmaz cazibesini tariflerken kendi karısına duyduğu sevginin yansımasını ve başka kadınlara duyduğu bilinçli isteğin bu sevgi paralelliğiyle tezahür olduğunu hissettirir. Ardından bir kafeye oturur ve bir çocukluk okuması ona boynundaki arzu özgürleştirici bir kolyeyle varsayımsal bir hayalin içine dalar. Bu hayal önlerinden geçen farklı vücut dillerindeki kadınların hepsine sahiplik ile ilgili bir ortaya çıkıştır. Karasız, endişeli, aceleci… kafenin önünden geçen her kadınla ilgili farazi bir flörtleşme kurar ve bunu kafasının içinde uygular. Bunlar absürt ve komik görünse de adeta bir bilinçaltı patlamadır sanki.
Ardından uzun süredir görmediği bir arkadaşı bir gün birden adamın ofisine gelir. Chloe. Biraz eskilerden ilişkilerinden konuşmaya başlayan ikili Chloe’nin sık gelip gidişiyle birbirlerine daha çok şey anlatmaya Chloe’nin kendiyle alakalı endişelerinden, aldığı yeni kararlarla ilgili konuşmaya başlarlar. Derken Frederic’in Chloe’ye olan istemsiz bağımlılığı baş gösterir. Sadece öğleden sonraları buluşmaları Frederic’in ikili bir hayat sürdürmesine öncü olur böylece. Chloe’nin bulunduğu koşullardaki sıkışmışlığı, Frederic’in monotonluğuyla birleşir. Zaman zaman kaçıp gitseler de bu kurlaşma ve sezgisel flört hep aralarında asılı konumdadır. Frederic’in bu sıralarda eylem ve etik ikilemlerine şahit oluruz ve Chloe’nin Frederic’ten olan seksüel isteğini karısına karşı duyduğu sorumluluk ve kendi vicdanı hükmünde gerçekleştirmemesiyle film biter.
Rohmer’in kadınlar ve içgüdülere dair getirdiği kültürel yorumu bu filmde kafelerde sokaklarda ve zihinlerde gezinir sanki. Frederic’in sıkışmışlığını da anlarız, karısına duyduğu sevgi ve sorumluluğu da benimseriz. Chloe’ye hayat veren Zouzou’nun karşı koyulmaz cazibesiyle birlikte endişelerini ve isteklerini de anlarız. Evliliğin doğasıyla ilgili çözülmez mevhumlar modern dünyadan 1972’ye bakınca bile eskimiş gözükmez hatta tam tersi süregelir. Öğleden Sonra Aşk ikili ilişkilerin ve yaşanılan açmazları anlatması bakımından hala bir Rohmer incisidir benim gözümde.
Eric Rohmer yarattığı bütün bu estetik ve yaratıcı kişisel motifleri filmini yöneten bir kişi değil, filmlerinin yönettiği bir kişi olarak hayatı boyunca tasarısına yedirdi. 50’ler başından 67 yılında Koleksiyoncu Kız’ı yapan kadar kendi kitlesini bulmakta zorlandı. Richard Brody adlı New Yorker yazarı onun hakkındaki bir yazısında küçük ama gelişen bir işletme olarak bahsediyor erken dönemi için. Ben bu yazıda kariyerinin devamı için sayısız adaylık ve başarı sağlayan filmlerinden 4 tanesi üzerine eğildim. Komediler Ve Atasözlerinden ve son dönem sarkastik, yenilikçi uyarlamalarından ve dönem filmlerinden bahsedemesem de Rohmer hakkında net bir fikir oluşturmaya gayret gösterdim. Rohmer’in kendi kariyeri dışında yeni dalganın öncüsü olması Godard, Rivette gibi o dönemler için algısı açık yönetmenleri fikirleriyle daha da yukarıya taşıması onu bütün bu seriler ve yaratımın dışında da Yeni dalganın yani koca beri sanatsal dönemecin yumuşak karnını oluşturuyor.
Kaynakça
1- https://film-grab.com/category/eric-rohmer/
2- https://www.bagimsizsinema.com/bastan-cikarmanin-estetigi-ma-nuit-chez-maud.html
3- https://mubi.com
4- https://www.britannica.com/biography/Eric-Rohmer
5- https://www2.bfi.org.uk/news-opinion/news-bfi/features/eric-rohmer-beginners
6- https://www.newyorker.com/culture/richard-brody/eric-rohmers-elusive-life-revealed-in-a-new-biography