Giriş
Aklın pratik akıl ve teorik akıl olarak iki kısımda ele alınıp birbirlerinden net bir biçimde ayrılışı, daha Aristoteles’in terminolojisinde kendini gösterir.
Aklın teorik kullanımı, yalnız bilgi yetisinin nesneleriyle uğraşıyorken pratik kullanımıyla ilgili durum başkadır. Pratik kullanımda akıl, tasarımlara uygun nesneleri ortaya koyan ya da bu nesneleri ortaya koymak için belirleyen; daha doğrusu kendi nedenselliğini belirleyen yeti olan, istencin belirleme nedeniyle uğraşır.
Ahlak felsefesi tarihi boyunca, insanın eylemlerindeki pratik aklın anlamı mutlulukta; bireysel veya toplumsal anlamda mutluluğa ya da yarara ulaşmada görüldü. Buna göre insan hayatının anlamı, eudaimonizm veya utilitarizm kavramlarında aranıyordu. Aristoteles’in mutluluk ahlakında kendine yer bulan eudaimonizm ya da diğer adıyla mutçuluk/mutlulukçuluk, en üstün iyiyi mutluluk görerek insanın eylemlerinin mutluluk isteğiyle belirlendiğini savunan görüştür. Utilitarizm ise faydacı ahlak kuramıdır. Burada “Bir davranış, en yüksek sayıda insana en yüksek miktarda verdiği yararla ahlaki davranış olma özelliği kazanır.” anlayışı hakimdir.
Kant’ın yaşadığı dönemde de ahlak felsefesinde işte bu görüşler mevcuttu. Her insan mutluluğu ve yararı için çabalar; pratik akıl da mutluluğa ulaşmak için, olup bitenlerdeki bağlardan ve yasalardan yararlanarak, en doğru yolu bulma yetisi olarak görülürdü. Kant ise bu görüşe tamamen karşı çıkmıştı. Kant’a göre bu teorilerde pratik aklın özel ve derin anlamı göz ardı edilerek salt deneyim alanı esas alınıyordu. Bu şekilde türlü eğilimlerimizi doyurmanın hedef olarak belirlenmesi ona göre büyük bir yanılmaydı.
Teknik Pratik Akıl-Salt Pratik Akıl
Bu dogmatizmle savaşan Kant, öncelikle pratik akıl kavramını iki kısma ayırır: Teknik pratik akıl ve salt pratik akıl olmak üzere iki başlık belirler. Teknik pratik akıl; gerçek bilgiyi kullanan, gerçek bilgiden yararlanan akıldır. Gerçek bilgide, anlama yeteneği nedensel bağları kavradığı için insan bu bilgiye dayanarak amacı için çeşitli araçlar seçip belirleyebilir. Burada belirtilen amaca, kişiyi eğilimleri ve istekleri yöneltir. Dolayısıyla bu eğilimler ve isteklerin taşıyıcısı olan yukarıda da sözünü ettiğimiz mutlulukçuluk ve faydacılık, kişiyi sadece teknik akıl sahibi bir bireyden ibaret sayar.
Salt pratik akılda ise iradeyi yöneten eğilimlerimiz ya da isteklerimiz değil, aklın kendisidir. Akıl bu yönetmeyi a priori olan (önsel, geçerliliği genel ve zorunlu olan) yasalarla yapar. En nihayetinde istekleri ve eğilimleri bakımından her insanı mutlu edecek şeyler başkadır, bu noktada bir birlik sağlanamaz. Salt pratik akıl ise buna karşı sentetik a priori ilkeler koyar.
Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi kitabında: “Bütün ahlâk kavramlarının yeri ve kaynağı tamamen a priori olarak akılda bulunur; hem de en yüksek derecede kurgusal olan akılda olduğu kadar sıradan insan aklında da… Bu kavramlar deneysel, bundan dolayı da sırf rastlantısal olan bilgilerden çıkarılamaz; bizim için en yüksek ilkeler olmalarını sağlayan değerlilikleri, kaynaklarının tam bu saflığında bulunur. Bunlar iradenin kendi kendisini yöneten ilkelerdir. İnsanın ahlaklı eylemleri bize böyle bir aklın var olduğunu, insanın hayatını varlık yapısına uygun bir biçimde yönettiğini gösterir.” demiştir. Böylece mutlulukçuluk ve faydacılık görüşüne karşı insanın yaşam felsefesindeki ahlaklılığı vurgulamıştır. Salt pratik aklın alanını da ahlak bilgisinin alanı olarak değerlendirmiştir.
İyi Niyet (İyi İsteme)
İnsanın dilediği maddi hedeflere erişmesi, mutlu olması ve doğal gereksinimlerini karşılaması şüphesiz “iyi” bir şeydir. Fakat bizim kastettiğimiz “iyi” bu değildir. “İyi insan” ifademizdeki “iyi”, amacı yalnızca kendi mutluluğu olan ve bu amaç için uğraşan kişinin eriştiği refahın izahı olamaz.
Kant “iyi” olma bahsini yine ahlak üzerine yazdığı kitabında şöyle açıklar: “Dünyada… iyiyi istemekten başka kendi başına iyi olabilecek bir şey düşünmek olanaksızdır.”
Görüldüğü üzere iradenin iyiliği, iyilik istemenin kendisinin bir tarzıdır: Sadece irade, kendi başına iyidir.
Salt pratik aklın eleştirisinde Kant, önümüze bir niyet etiği sunar. Bu etiği açmak gerekirse iyi ve kötünün özü, eylemlerimizin niyetinde aranmalıdır. Bir irade, herhangi bir gereksinmeye, eğilime aldanmadan yalnızca pratik akıl ve onun ilkeleriyle yönetilirse işte bu, bir iyi niyet, “iyiyi isteme” olur. İyi isteme, etkilerinden ya da konan amaca ulaşıp ulaşmaması bakımından değil, yalnız isteme olarak, kendi başına iyidir.
Yani iyi niyet, uygulamada istediği sonuca ulaşamasa da aslolan zaten niyetin kendi başına “iyi”liğidir. Kısacası iyi niyete dayanan bir eylemimizin sonucunun kötü olması, niyetimizin iyilik derecesinden bir şey eksiltmez. En nihayetinde biz bu eylemi, ahlaklı eylemlerimizin kaynağı olan akıl ilkesinin bize buyurduğu “Yapmalısın!” gerekliliğiyle yaparız.
Hipotetik Buyruk-Kategorik Buyruk
Şimdi bu “Yapmalısın!” buyruğunun anlamını, insanın eylemlerinin temelindeki buyruk çeşitlerini inceleyerek bulmaya çalışalım. İlk olarak hipotetik buyruğu ele alalım. İnsanın arzu ve isteklerine bağlı olan ve insanı belirli bir amaç için hareket etmeye yönlendiren buyruklara hipotetik buyruk denir. Burada bir amaç hedeflendiği için eylemin sonucu da nazara alınır. Koşullu buyruk diye de adlandırabileceğimiz bu hipotetik buyruklarda bir “eğer” gizlidir. Eylemlerimizi gerçekleştirirken bu “eğer” kullanılmasa bile aslında buyruğun anlamında muhakkak bulunmaktadır. Örneğin “Dostlarına iyi davran!” buyruğunda bir çıkar söz konusu olur: Eğer dostlarına iyi davranırsan, onlarla iyi geçinirsen durumun sıkışık olduğunda sana maddi destek sağlarlar. Bu akıl, yukarıda değindiğimiz teknik pratik akıldır. İradeyi yöneten bu akıl, kişinin yalnızca yararına, çıkarına hizmet etmektedir. Kişi, eylemlerini tamamen kendi çıkarı için gerçekleştirmektedir.
Diğer bir buyruk olan koşulsuz buyruk ya da ahlak buyrukları da dediğimiz kategorik buyrukta ise durum tam tersidir. Arzu ve isteklere bağlı olunmayan ve salt pratik aklın kullanıldığı bu alanda artık gizli bir “eğer” yoktur. Örneğin “Yalan söylememelisin!” buyruğunda gizli bir “eğer” ifadesi bulunmaz. Bulunursa o buyruk ahlaksal değere sahip olmaktan çıkar. Kategorik buyruklar, kişinin çıkarı için yol gösterici değillerdir; sadece buyururlar ve kesindirler. Tüm insanlardan hangi koşullar altında olurlarsa olsunlar sadece buyurulanı yapmalarını isterler. “Hiçbir koşula bağlı olmama” prensibiyle kişi, aklını mutluluğu ya da yararı için bir araç olarak görmez. Ödevi yalnızca ödev olduğu için yapar.
Kant yine Ahlak Metafiziğinin Temellendirmesi kitabında bu konuya son noktayı koyar: “Ve böylece biz, ahlak buyruklarında pratik bir gereklilik kavrayamıyoruz; fakat onların kavranılmazlığını kavrıyoruz. Bu, insan aklının son sınırlarına varmaya çabalayan bir felsefeden beklenebilecek yeterli bir sonuçtur.”
Ödeve Dayanan Eylemler-Ödeve Uygun Eylemler
Kant ödev ve eğilimi birbirinin karşıtı olarak nitelendirir. Ödevle ilintili eylemleri ise iki kısma ayırır: Ödeve dayanan eylemler ve ödeve uygun eylemler.
Salt pratik aklın yönettiği istemelerden gelen eylemlere yani kısaca ahlaklı eylemlere, “ödeve dayanan” eylemler der. Burada eylem ödeve dayandırılarak, ödevden dolayı yapılır.
Ödeve uygun eylemler ise her zaman ahlaki olmayabilir. Burada, buyruğa uygunluk ile yarar ve çıkar birleşmiştir. Örneğin bir manavın alıcısı çoğalsın diye müşterilerine dürüstçe davranması (sebzeleri tartarken eksik tartmaması gibi) ödeve uygun bir davranıştır. Fakat burada manav, alıcısının çoğalmasını istemek gibi bir yarar güderek dürüstlük yapmaktadır. Oysa gerçek ahlaklılık, ödevin yalnızca ödev olduğu için yapılmasındadır. Kişinin, başkan olarak isminin yer alması, ona bir övünç kaynağı olacağından kimsesiz çocuklara yardım amaçlı bir vakıf kurmasında; oradaki birtakım faaliyetlerde çocuklara yardım edince içinde duyacağı tatminden, memnuniyetten ötürü yardımda bulunmasında da aynı şey geçerlidir. Yardım etmek eylemi ödeve uygunken bencil bir amaçla, kibir ve ego tatmini uğruna yapıldığı için bu eylem de ahlaksal içerikten yoksundur.
Kant: “Bizi içimizden iten, harekete geçiren biricik şey, ancak saygı duygusu olabilir.” diyerek diğer duyguları maddi isteklere bağlı gördüğünü açıkça belirtmiştir. Örneğin genellikle düşkün birine maddi bir destekte bulunurken duyduğumuz his olan acıma duygusuna da kuşkucu bir tavır takınır. “Yapılabildiği yerde iyilik yapmak ödevdir.” der evet. Fakat bu iyilik, duyguların esareti altında gerçekleşmemelidir. Çünkü duygularda bir dış etki söz konusudur. Eylemimiz dışarıdan bir etkiye maruz kalarak (bir çocuğu ağlarken görmek gibi) şekillenmiştir. Oysa ahlak alanında salt pratik aklın yönettiği irademizin bu noktada duyusal alandan etkilenmemesi gerekir. Saygı ise özel bir duygudur Kant’a göre. Saygının kaynağı akıldadır ve ahlak yasasına karşı duyulan saygı, ahlaklılığın sübjektif bir harekete geçiricisi olarak görülmelidir.
İnsanın eylemlerini ahlaklı kılan ölçüt, bu eylemlerin ödeve saygıdan dolayı yapılmalarıdır. Her insanın içinde ahlak yasası mevcut olduğundan herkes eylemlerinde, insanların kişiliğindeki insanlığa da saygı duymalıdır. Hiçbir insan, bir başkasının eylemleri için bir araç olarak görülmemeli; herkes en değerli saygı objesi olarak değerlendirilmelidir. Bu aynı zamanda kendimiz için de geçerlidir. Bir şey elde etmek uğruna kendimizi de araç olarak kullanmamalıyız. Kant bu hususu şu şekilde ifade eder: “Şeylerin fiyatı vardır; kişilerinse onuru. Çünkü kişiler aklın süjesidirler; ahlak kararlarının, bir amaç koymanın süjesidirler; yoksa sadece eğilimler ve istekler tarafından yönetilmezler. Her kişi kendi başına bir değerdir ve yine her kişi, objektif bir amaçtır.”
En Yüksek Ahlak Yasası
Kant işte ödeve dayanan eylemlerimizi bize pratik aklın buyruk vermesiyle yaptığımızı açıklarken ahlak yasası kavramını öne çıkarır.
Ahlak yasası, eylemin sonuçlarını bir kenara bırakıp istemenin belli bir formu olarak insana birtakım buyruklar verir. Kategorik buyruk, bizden herkes için geçerli olmasını isteyebileceğimiz bir yasaya göre davranmamızı ister.
Kant, ahlaklı eylemlerin ölçütü olması gayesiyle bütün buyrukların en yüksek bir buyrukta toplanabileceğine inanıyordu. Hipotetik buyrukların insanların çeşitli istekleri ve eğilimleri dolayısıyla çok sayıda olabilmesinden ötürü onu çoğul olarak değerlendirirken kategorik buyruğu tekil olarak kullanıyor, iyi niyetin bütün buyrukları kapsayabilecek bir tek a priori akıl formu olduğundan bahsediyordu.
Kant bu konuda notlarından da anlaşıldığı üzere, Newton’un çekim yasasını evrenbiliminin en yüksek doğa yasası olarak ortaya koymasına paralel şekilde ahlak alanında da tek bir ahlak yasası olduğunu belirtiyordu: Ahlak yasası “Yapmalısın!” buyruğu olup insanın iradesini yönetirken; doğa yasası ise olup biten bütün doğa olaylarının yasasıdır.”
Kant bu en yüksek kategorik buyruğu yani ahlak yasasını şu sözlerle açıklamıştır: “Öyle hareket et ki, senin iradenin maksimi her zaman, aynı zamanda genel bir yasanın ilkesi olarak geçebilsin.”
Burada geçen maksim kavramı, istemenin öznel ifadesidir; tek kişinin kendi istenç ve eylemlerini belirlemek üzere koyduğu ilkelerden her biridir. Fakat bir maksim pekala genelgeçer bir yasa haline de gelebilir. Kant’ın cümlesinde kastettiği mana da tam olarak budur.
Yine Ahlak Metafiziğinin Temellendirmesi kitabında da Kant: “Kendilerini aynı zamanda genel yasalar olarak nesne edinebilecek maksimlere göre eylemde bulun. Kayıtsız şartsız iyi bir istemenin formülü işte böyledir.” ifadelerini kullanmıştır.
Buradaki “Yapmalısın!” buyruğunu özgürlük sorunuyla bir arada ele almak gerekir. Kant felsefesinin en önemli ve en derin sorunlarından biri olan özgürlük, burada da kendine yer edinir. Kant’a göre insan, özgür olduğunu kendi deneyimleriyle bilemez. Çünkü bütün deneyimler nedensellik ilkesine bağlıdırlar. Fakat eğer insan özgür olduğunu kesin olarak biliyorsa bu bilginin kaynağı insanın içinde duyduğu buyruktur. İnsan bu buyruğa göre hareket etmese bile içinde onun olduğunu ve kendisinden de buyruğa uymasını beklediğini bilir. “Yapmalısın!” buyruğunu insanın kendi içinde duyması fenomeni, aklın temel olayıdır. Bu buyruğun olanağı, temelini nerede bulunur? hususunda Kant’ın vardığı sonuç şudur: Bu buyruk, temelini istemelerinde özgür olan ve “Yapmalısın!” buyruğuna göre hareket edebilen bir varlıkta bulur: Yapmalısın, çünkü yapabilirsin!
Bu sonuç bir postulattır, yani kanıtlanamayacak bir şeyi öylece kabul etmektir. Kant’ın pratik postulat diye ifade ettiği bu durum, insanın davranışı ve ahlakı için öne sürülmesi zorunlu olan şeylerdir.
Yine görülüyor ki yalnız ahlaki tercihler yapmamıza olanak sağlayan pratik aklımıza uymakla özgür bir iradeye sahip olabiliriz. Çünkü ahlak yasasına boyun eğdiğimizde kendi uyacağımız yasayı yine kendimiz ortaya koymuş oluyoruz.
Dolayısıyla özgürlük ve ahlak yasasına dair vardığımız temel bağ şudur: Ahlak yasası, insanın özgür olduğuna dair bilgisinin temelidir; özgürlük ise ahlak yasasının varlık nedenidir.
Immanuel Kant’ın Königsberg’deki mezarında ise belki de en ünlü diyebileceğimiz şu sözü yazılıdır: “Ne kadar sık ve uzun düşündüysem, şu iki şey hep yeni ve artan bir hayranlık ve huşuyla doldurdu ruhumu: Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası!”
Kaynakça
1-KANT, Immanuel, Pratik Usun Eleştirisi, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları, 2020.
2-KANT, Immanuel, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Çev. İoanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 2002.
3-HEIMSOETH, Heinz, Kant’ın Felsefesi, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Kasım 2019.
4-GAARDER, Jostein, Sofie’nin Dünyası, Çev: Sabir Yücesoy, Pan Yayıncılık, İstanbul, Mart 2014.