Hangi Hükümet Sistemi?

/ / HUKUK

Türkiye siyasi tarihine baktığımızda her zaman için hükümet sisteminde köklü değişimlerin, tartışmaların olduğunu görürüz. Nitekim bizim neslimizde yakın bir tarihte yönetim biçiminin kökten değişimlere uğradığına bizzat şahit oldu. Toplumun ne kadarı bu sistemi benimseyebildi veyahut ayak uydurdu bilinmez ancak değişiklikle beraber hayatımıza ve tarihimize baktığımızda kısır bir döngüye girdiğimiz şüphesizdir.

Bugün yaşadığımız bu döngü içerisinde hangi noktadayız, nereye evriliyoruz gelin birlikte bir bakalım. 6 asırlık bir imparatorluk geçmişine sahip bir toplumuz. Bu da demek oluyor ki feodal iktidarların uzunca bir süre bu toplumu yönettiği. Her ne kadar Osmanlı’nın son dönemlerine baktığımızda Kanun-ı Esasi, meşrutiyet dönemleri gibi egemenliğin kaynağında değişimler yaratılmaya çalışıldığı sanılsa da bunların o dönemin koşullarındaki yabancı devletlere yaranma, baskılarına boyun eğme amacıyla yapılan icraatler olduğunu anlamak çok zor değildir. Atatürk İzmir İktisat Kongresinde bundan şöyle bahsetmişti. ‘’Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı içindeki Türk milleti tamamen tutsak bir duruma gelmişti.’’ Bu konuşmanın parçasından da anlaşılıyor ki reform gibi gözümüze iliştirilen bu durumlar aslında milletin egemenliğine dair bir gelişme hiçbir zaman olmamıştır.

Hükümet sistemleri anayasalara bakılarak anlaşılır. Türkiye’nin anayasal sürecine baktığımızda Osmanlı ülkesinin ilk ve son anayasası sayılan Kanun-ı Esasi ile başlamak doğru olacaktır. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi bu anayasanın yapım süreci, varılmak istenen nokta egemenliğin padişahtan halka geçişini amaçlamıyordu. Gazi 1 Aralık 1921 tarihinde TBMM konuşmasında şöyle demekteydi ‘’ Bir paşanın tahtı risayetinde (başkanlığında) üçü Hristiyan olmak üzere onaltımemur, on ulema ve iki askerden oluşan bir heyet Babıali’de toplandı ve bu kitabı yazdı.’’ Heyetin mensuplarından da görüleceği üzere ne halkın egemenliği ne de ülkenin faydası için yapılmıştı bu anayasa. Yalnızca ve yalnızca düşmanlarımızın mutluluğu gözetilmişti o dönem. Hatta Gazi konuşmasının son bölümlerinde bir paçavradır efendiler demek suretiyle bu anayasanın mahiyetini de etkili bir şekilde mecliste aktarmıştır. Gelelim bundan sonraki dönemin anayasal gelişmelerine. Osmanlı ülkesinin akıbetinden sonra devrimlerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti ilk anayasasına 1921 tarihinde sahip olmuştu. Egemenliğin kaynağı asırlar sonra Türk Milletinin gayretleri ve muvaffak olmasıyla millete geçmiştir.

Hükümet sistemini belirlerken karşımıza çıkan iki büyük ayrım vardır. Kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler birliği. Bu ayrımlara göre aslına bakılırsa şekillenir sistemin ne olacağı. Teşkilat-ı Esasiye Kanunuyla kuvvetler birliği benimsenmiş ve meclis hükümeti sistemine geçilmiştir. Peki bu milletin temsili nasıl etkiliyordu?  İmparatorluk altında yaşamış halkın bu köklü değişime cevabı nasıl olmuştur? Milletin egemenliği bu sistemle sağlanabilmiş midir? Bu ve türetebileceğimiz daha birçok soru akla geliyor elbette. Ancak biz bakış açımızı biraz daha geniş tutarak bu sorulara da cevap vermek kaydıyla kendimizi belli kalıplara sokmadan devam etmeye çalışalım. Meclis hükümeti sistemiyle doğrudan demokrasi değil temsili demokrasi benimsenmişti.  Burada önemli bir soru karşımıza çıkmakta. Neden doğrudan demokrasi değilde temsili demokrasi tercih edildi? Egemenlik kaynağının millet olmasına bu kadar önem verilirken bu da bir burjuvazinin eline bırakılıyor intibası yaratmaz mı? Ancak bu sorunun elbette ki bir cevabı var. Asırlar boyu bir hanedanlığın hakimiyetinde yaşamını sürdüren halkın siyasi bilince ne kadar yeterli, halktan birebir gelecek girişimlerin tutucu olacağı çok açık değil midir? Yapılan devrimlerin, böyle büyük bir tarihi geçiş sürecinin sarsılması gayet tabii mümkündür. Gazi’nin de düşüncesi tam olarak böyleydi. Egemenlik yetkisinin doğrudan halk yerine halkın seçtiği ‘’seçkinler’’ üzerinden yürümesi daha uygun olacaktı. Ancak elbette ki bu durum hep böyle devam etmeyecekti. Cumhuriyetin ilanına kadar durum böyleyken ilerleyen süreçte bizzat Gazi’nin müdahaleleriyle çok partili hayata geçişin sağlanması, batı medeniyetin de olduğu gibi birden fazla partiyle birlikte parlamenter sistemin ele alınması amaçlanacaktı. Bu amaçlara giderken de bu devrimin temel taşı ve değil yıkılması yıpranmasının bile göze alınamayacağı bir laiklik ilkesi vardı. Gazi bu değişimleri yaparken aynı zamanda laikliği korumayı ön planda tutuyordu ki geçiş denemeleri de bu yüzden sekteye uğramış ve durdurulmuştu. Ancak nihayet Türkiye siyaseti çok partili hayata geçişini sağladı ve parlamenter sistemle yönetilmeye başladı.

Türkiye siyasi tarihinin büyük bölümünü parlamenter sistemle devam ettirmiştir. Bu 2017 referandumuyla beraber sonlanmıştır. 2017 referandumuyla Türkiye dünyada benzeri görülmemiş, başkanlık sistemine benzetilen ancak onun da tam olarak olmadığı ‘’ Türk tipi başkanlık sistemi’’ de bazıları tarafından dendiği bir sisteme geçmiştir. Karar organlarının artık tek bir kişiye bağlı kaldığı bu sistemde yürütmenin gücü yükseltilmiş halkın temsiliyetinin tam anlamıyla gösterildiği meclisin yetkileri sınırlandırılmıştır. Bu büyük değişimin ardından ise değişmeyen tek şey sistem tartışmalarının varlığı olmuştur. Türkiye’de tarihi boyunca sistemler inşa edilmiş, yıkılmış, düzenlenmiş olsa da tartışmaların ve kutuplaşmaların varlığı devam etmiştir. Görülen o ki sistem değişikliği bir çözüm yolu değildir. Kanaatimce ilk önce yapılması gereken halkın gerek siyasi gerekse demokrasi bilincini üst seviyelere çıkarmanın amaçlanması gerekmektedir. Bunun yolu da birçok farklı yöntemle yapılabilir. Elbette akla gelen ilk yöntem eğitim olacaktır. Ancak eğitim okul öncesi ahlak ve etik kavramlarının bu topluma aşılanmasında ilk adım olması gerektiğidir. Ahlakı ve etiği gözardı eden hiçbir eğitimli ne demokrasiyi içselleştirebilir ne de ulaşılmak istenirken gidilen yolun önemini kavrayabilir.

Kaynakça
1. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Kültür A.Ş.
2. D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi
3. B.Tanör, Anayasal Gelişme Tezleri, Yapı Kredi Yayınları
4. Tanör-Yüzbaşıoğlu, Türk Anayasa Hukuku, Beta

-Ender DÖNMEZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir