Zihin ve Ruh Üzerine

/ / FELSEFE

İnsan düşündüğünde düşüncesine varır. Bu, onun belki de en büyük karşılaşmasıdır. Duyumsadığı gerçeklikten başka bir gerçeklik önüne serilmiştir. Boyut kavramı onda farklı bir şekilde ilk defa canlanmıştır. Zihin dediği kendisine ait alanı ve içindekileri fark eder. Nesne sadece fiziksel olmaktan çıkar. Zihinde yer alan nesnelerin gerçekliği kavranır. Bu kavram, yaşamak gerçekleştikçe farkında olunmadan muhatap olunan ve tanınan zihnin aslında ne kadar az bilindiğinin farkına vardırır.  Farklı olanın, bilmediğinin insanı korkutması burada da kendisini gösterecektir. Korkunun kendisi dahi bu sefer bizzat bir düşünce olarak insanın karşısında yer alabilecektir. Herhangi bir şeyin korkusu olmayan saf korkunun ta kendisidir bu.

Gerçek karşısında ikircikli bir hâl almadan yaşayamaz insan. Daha fazla merak farz olur. Sorular ardı ardına sıralanır. Sıralananlar öyle akar, birikir ki insan o soru denizinde boğulur. Nefes almak yaşamak değildir artık. Bilmeden yaşamayı kabul etmek de kolay değildir. Yaşamak düşünce düşünceye, hayatın anlamını aramaktan öte gider amaç. Çünkü anlamın kendisini anlamlandırma çabası içinde anlam kaybolur. Tüm ilimler sessizleşir. Fizikselin ötesine geçilmiştir artık. Yeni bir evrende bulunulur. İşin komik tarafı, bu evren, insanın içinde yer alır. İnsan kendine dâhil olanı bilmez. Kendinden uzaklaşır. Kendini en iyi tanıdığını iddia eden hiçbir kimse kendisine dâhil olan ya da kendisi olan (deriz belki de) zihni bilemez. Kendimizdeki yabancıdır zihnimiz. İçindeki her varlık tanıdık gelir ama asla bilinenle tamamen aynı değildir. İyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin gibi onlarca açıklanmaya çalışılan zıtlık hep bir arada zihinde yer alır. Hepsinin arasındaki konumsal benzerliktir zihin. İnsan, zihnin sınırına dayandığında, gidebileceği en uç noktada kendisini düşünür. Zihin bizim kendimiz midir?

Beden sayesinde duyularla algılanan bilgi, zihinde mi canlanır? Karmaşık fiziksel bir nesne olan beden miyizdir yoksa beden sadece zihne ev sahipliği mi yapar? Zihindeki nesneler fiziksel formda değilse zihnin kendisinin formu nedir? Yaşamak için anlamaya kendini mecbur hisseden insanlar bu sorulara cevap arayacaktır. İnsanlığın zihni açıklamaya dair sunduğu ilk öncüllerden biri ruhtur. En köklü dinler, mitler, hikayeler ruhun varlığından bahseder. Ruh fiziksel bir nesne, madde değildir. Ruh, ilk başlarda zihinle eş değer tutulmuştur. İnsan varlığının maddi olmayan tarafı veya özü olarak tanımlanan ruhun yine maddi olmayan zihin ile eş değer tutulması tesadüf değildir. “Zihin bizim kendimiz midir?” sorusu bizi aslında gerçek kendiliği sorgulamaya götürürken ruha götürür. Beden, ruhun taşıyıcısı olarak görülürken öz olan ruh, zihin ile bağdaşır. Ruhun gerçekten var olup olmadığı konusu zihin felsefesi açısından bu yüzden önemlidir. Descartes’ın felsefesiyle ruhun zihin ile neden bağdaştığı sorusunun cevabı daha net bir şekilde anlaşılır: Descartes önce bedenin farkına varır. Beden ona göre etten ve kemikten oluşmuş bir makine gibidir. Bunun haricinde beslendiğinden, duyumsadığından, düşündüğünden bahseder ve bu gibi fiilleri ruh ile ilişkilendirir.

Descartes direkt kanıtsız bir ruh ve beden düalizmini mi kabul etmiştir? Bu sorunun cevabını hayır olarak alacağımız yer, onun felsefesinin temel taşı olan “Düşünüyorum, öyleyse varım.” önermesidir. Düşünmesi hariç her şeyden şüphe duyabileceğini söyleyen Descartes’ a göre fiziksel olan her şeyden şüphe duyulabilir. Bedenin kendisi de fiziksel bir varlık olduğuna göre bedenin olmadığından, olmayabileceğinden şüphe duyulabilir. Düşünüldüğü sürece var olunduğundan emin olunabiliyorsa ancak aynı zamanda bedenin kendisinden şüphe duymak mümkünse kişinin özünün bedenden ayrı, düşünen bir şey olması gerekir. Bu şey, fiziksel bir nesne olamaz çünkü fiziksel nesnelerin varlığından şüphe etmek mümkündür. Fiziksel olmayan bu şeyin varlığından ise o şey düşündüğü sürece emin olunabilir.

“Bundan sonra ne olduğumu dikkatle irdeleyerek, hiçbir bedenim olmadığını ve içinde olabileceğim hiçbir dünyanın ve hiçbir yerin olmadığını tasarlayabileceğimi, ama yine de tüm bunlara karşın kendimin olmadığını tasarlayamayacağımı gördüm. Tam tersine, başka şeylerin gerçekliğinden kuşku duymayı düşünmem olgusunun kendisinden çok açık ve çok pekin olarak var olduğum sonucunun çıktığını anladım. Öte yandan, eğer düşünmeye bir kez son vermiş olsaydım, imgelemiş olduklarımın tüm geri kalanı gerçekten var olmuş olsalardı bile, kendimin var olduğuna inanmak için hiçbir nedenim kalmazdı.” (Descartes, 2013:35)

Fiziksel ve zihinsel olmak üzere iki tür töz olduğunu söyleyen Descartes’ a göre zihin veya ruh, zihinsel bir tözdür çünkü töz olmanın gereği olan belirli özelliklere sahip olmak ama kendisinin bir özellik veya hususiyet olmaması olan niteliği taşır. Eğer bir şey, kendi varoluşu için kendisinden başka hiçbir şeyin varlığı ile kayıtlı bulunmuyorsa, yani bu şey bağımsızca var olabiliyorsa bu şey tözdür (Priest, 2018: 44). Kişi varlığından düşündüğü sürece şüphe duyamadığı ve fiziksel bir töz olmadığına göre zihinsel bir töz olan ruhtur.

Descartes’ın ruh ve zihin konusunda öne sürdüğü ve buradan çıkan diğer nokta ise farklı türden tözlerin birbirinden ayrı şekilde var olabileceğidir. Descartes, ruhun beden olmadan da var olabileceğini söyler. Bir şeyin başka bir şey karşısında ayrı olduğundan emin olabilmem için birini öteki olmaksızın açık ve seçik olarak anlayabilmem gerekir (Descartes, 2013: 245). Birbirinden ayrı, farklı olan iki tözden biri diğeri olmadan da var olabilir. Descartes, bir şeye ilişkin açık ve seçik bir fikrin diğer bir şeye ilişkin açık ve seçik bir fikre ihtiyaç duymadan açık ve seçik bir şekilde oluşturulabildiği durumda, bu iki şeyin birbirinden farklı olduğu şeklinde genel bir ilke öne sürer. İlkenin doğruluğu bir yana, ruhun aslında beden olmadan da var olabileceği Descartes’tan çok önce yine üzerinde durulan konulardan biridir. Örneğin Platon’un diyaloglarından olan Phaidon’da Sokrates, ruhun beden olmadan da var olması gerektiğini “Devirsel Kanıt” yoluyla açıklar. Karşıt şeyler birbirlerinden doğarlar. Küçük, büyük ile ortaya çıkar, hızlı yavaş ile belli olur. Eğer canlı olmanın karşıtı olarak ölü olmayı kabul edersek canlı olan ölü olandan, ölü olan da canlı olandan meydana gelmektedir. Dolayısıyla ruh, ölüm gerçekleştikten sonra da bedenden ayrı olarak varlığını devam ettirmelidir ki yeniden doğuş meydana gelebilsin. Yani ölüme karşıtını doğuran bir yeniden doğuş gerekir. Bu da ruhun varlığını devam ettirmesiyle gerçekleşir çünkü beden ortadan kalkabilir. Hatta diyalogda ruhun varlığını devam ettirmesine ikinci bir ispat olarak “Anımsama Kanıtı” da eklenir. Daha çok Menon Diyalogu ile akıllarda yer eden Anımsama Kanıtı’na göre öğrenmenin anımsamaktan başka bir şey olmadığı doğruysa, anımsadığımız şeyleri daha önceki bir tarihte öğrenmiş olmamız gerekir. Ancak ruhumuz şimdi sahip olduğu şekline bürünmeden önce bir şekilde var olmasaydı bu varsayım geçersiz olacaktı (Platon, 2020: 110).

Tabii ki ruhun gerçekten varlığına, zihin ile ilişkisine dair temel bu ispatlar yeterli olmayacaktır. Bütün bu ispatların eleştirileri, incelenmesi gereken birçok felsefi görüş ve biyoloji başta olmak üzere fenni bilimlerin de bilgisi edinilmelidir. Zihin konusu insanlığın karşılaştığı temel ve çözülmesi en zor olan konulardan biri olarak hâlen kendinde sırlar saklayan engin bir deryadır. Zihin, beden ve benlik; insanın insanı anlama yolunda, kaya gibi sertlikleri ile durmaya devam etmektedir. Aynı zamanda kendini bilmek isteyen herkesin de geçmesi gereken duraklardır.

Kaynakça

1-DESCARTES R. (2013). SÖYLEM-KURALLAR-MEDİTASYONLAR, çev. Aziz Yıldırımlı, İdea Yayınevi, İstanbul.

2-PLATON (2020). SOKRATES’İN SAVUNMASI, çev. Ari Çokona, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

3-PRIEST S. (2018). ZİHİN ÜZERİNE TEORİLER, çev. Ayhan Dereko, Litera Yayıncılık, İstanbul.

Kapak Görseli: “Philosophy Of Mind – Wikipedia”. 2021. En.Wikipedia.Org. https://en.wikipedia.org/wiki/Philosophy_of_mind.

-Tuğra BERTUT

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir