Giriş
Bu yazımızda günümüzde sıkça tartışılan, Türk Ceza Hukukunda cezaların hafif mi yoksa ağır mı olduğu, idam vb. fiziksel anlamda acı veren cezaların gelmesinin gerekli olup olmadığı konusuna tarihsel bir bakış açısı getirerek kendi fikirlerimiz ile eleştirilerde bulunacağız. Yazımız, Avrupa Ceza Hukuku Tarihi ve Türk Ceza Hukuku Tarihi olmak üzere iki parti şeklinde olacak olup, işbu yazı Avrupa Ceza Hukuku Tarihini anlatan ilk partidir.
Ülkemizde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, esas itibariyle Avrupa’da yeni yapılan ceza kanunlarından esinlendiğinden ötürü Türk Ceza Hukuku sisteminin anlaşılması için ceza hukukunun batıdaki gelişimine değinme gereğini duyduk.
Batıda ceza hukukunun gelişimini iki döneme ayırabiliriz: İlk dönem 18. yy sonlarına kadar sürerken ikinci dönem ise 18. yy sonlarından günümüze kadar devam eder.
I- Eski Ceza Hukuku Dönemi (18. yy Sonlarına Kadar Süren Dönem)
Eski ceza hukuku döneminde suç anlayışı günümüze göre farklılık göstermektedir. İlk dönemlerde insanlar devlet çatısı altında değil klanlarda birleşirlerdi. Suç kavramını ise sadece klana tecavüz oluşturur, diğer eylemler ise haksız fiil kabul edilirdi. Suç denen olay aynı klana bağlı fertler içerisinde işlenmişse sorun klan içinde çözülürdü.
Eğer suç teşkil eden olay farklı klandaki kişiler arasında gerçekleşmişse “Şahsi öç usulü” esas alınarak halledilirdi. Örneğin birisi kendi klanından olmayan birini öldürürse, öldürülenin ait olduğu klan üyelerinden biri, katilin ait olduğu klandan herhangi birini öldürme hakkına sahip olurdu. Tabii şahsi öç usulü kendi içerisinde birden çok sakınca barındırıyordu. Fikrimizce bu sakıncalardan en önemlisi “suç ve cezanın şahsiliği ilkesi”nin olmayışıdır, çünkü günümüzde kişi sadece işlediği suç için cezalandırılabilirken o dönem bir suçluyla aynı klandan olmanız hasebiyle cezalandırmaya kurban gidebilirdiniz.
Küçük klanlar tecavüzden korktukları için büyük klanlarla ya rıza ile birleştiler ya da savaş sonucu birleşmek zorunda kalmışlardı. Bu birleşmeler de devletin temelini oluşturdu. Devletin oluşumundan sonra şahsi öç usulünün devletin varlığını tehdit ettiği fark edildi ve buna kısıtlamalar getirildi. Kanımızca buradaki en önemli sınırlama ise “kısas”tır çünkü suça suç oranında ve sadece suç işleyene ceza uygulaması getirilmiştir yani bir nevi suçta ve cezada şahsilik ilkesinin temeli atılmıştır.
On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru oluşan felsefi akımlar ceza hukukunda büyük değişikliklere sebep olmuş ve ceza hukukunda yukarıda bahsettiğimiz ikinci döneme, “felsefi ve insani döneme” girilmiştir.
II- On Sekizinci Yüzyıl Sonlarından Günümüze Kadar Olan Dönem
1- Genel Olarak
Avrupa’da on sekizinci yüzyıl sonlarına doğru başlayan felsefi hareketlerin öncüleri olan Montesquieu, Bentham, Voltaire gibi düşünürler eski ceza sistemine ağır eleştirilerde bulunmuş ve bunun sonucunda ceza hukukunda büyük bir değişikliğe gidilmiştir.
Ceza hukukunun oluşturulmasında kullanılması gereken teori bakımından ayrılığa düşen yazarlar farklı okullar etrafında toplanarak fikirlerini savunmuşlardır. Aşağıda bu okulları ve savundukları fikirleri tek tek açıklayacağız.
2- Klasik Okul
A- Toplumsal Yarar Kuramı
Cesar Beccaria adlı bir İtalyan bilgini 1764’te yayınladığı “Suçlar ve Cezalar” adlı eserinde ceza sistemine ağır eleştirilerde bulunmuş ve o dönemde büyük olaylara neden olmuştur. Eser “eleştiri ve cezanın esası” olmak üzere iki bölümden oluşur ancak konumuz bakımından önemli olan kısım eleştiri kısmıdır. Beccaria’ ya göre “Suç işlemeyi frenleyecek en iyi çare, cezanın şiddeti olmayıp, ondan kaçınılamayacağı kanaatinin yerleşmesidir. Ortalama bir cezanın muhakkak tatbik edileceği korkusu, tatbikinden kaçınmak ümidini veren şiddetli bir cezadan daima müessir olmuştur.” Öte yandan ölüm cezasını ve ona eşlik eden bütün işkencelerin kaldırılmasını istemiştir. Bu konuya da ilgili eserinde şu şekilde değinmiştir: “Ortada suç var yahut yoktur. Varsa o suça ancak kanunun tespit ettiği ceza verilecektir ki, bu takdirde işkence faydasızdır. Şayet suç yoksa bir masuma eza ve cefa etmek müthiş bir vahşet olmaz mı? (…) Bir adamın kendi kendisinin ithamcısı olmasını istemek iddiası korkunç ve pek gülünçtür. Hakikat sanki onun adaleleri ve sinirleri içine gizlenmiş gibi, onu işkence ile çıkarmaya çabalamak vahşet ve budalalıktır. İşkence ekseriya zayıf bünyelerin mahkum olmasına, gürbüz ve mütehammil katillerin masum çıkmasına yarayan meş’um bir vasıtadır.” Eserinde ayrıca suç ve cezaların kanuniliği ilkesine de yer vermiştir. Cezanın esası bakımından ise “ Bireylerin topluma girerken kendi hürriyetlerinden feragat ettikleri (Felsefi Histeri: Toplum Sözleşmesi) kısımların toplamı kadar cemiyet tarafından cezalandırılabilir” düşüncesiyle toplumun cezalandırma sınırını toplumsal yarara dayamıştır.
Montesquieu de “Kanunların Ruhu” adlı eserinde “insanları, aşırı çarelere başvurarak değil, tabiatın verdiği imkankanlardan faydalanarak yönetmek gerekir. Bütün ahlaksızlıkların nedenlerini incelersek, bunların cezaların hafifliğinden değil, suçların cezasız kalmış olmasından ileri geldiğini görürüz.” demekte ve Beccaria ile benzer düşünceleri paylaşmaktadır.
Bentham ise cezanın faydacı bir görevi olduğunu söylemiştir. Suçun önlenmesini, cezanın ağırlığının suçtan elde edilecek yararı aşmasına bağlamıştır. Bentham ceza hakkında ü. yeni düşünce geliştirmiştir. Bunlardan ilki cezanın ızdırap verici niteliğidir. İkinci olarak Bentham cezanın şahsileştirilmesi gerektiğini savunur. Ve son olarak “Cezanın karşıtlığı” fikrini ortaya atmıştır. Bentham ceza sisteminin boşluğunun önleyici tedbirlerle doldurulması gerektiğini söylemiştir.
B- Mutlak Adalet Kuramı
Bu kuramı savunan Kant’a göre, suç failinin ceza görmesinin sebebi toplumu savunmakla ilgili değil; sadece ve sadece akıl ve adalet onu buyurduğu içindir.
C- Karma Kuram
Adından da anlaşılacağı üzere bu kuram, mutlak adalet kuramıyla toplumsal yarar kuramının hatalı yönlerini ortadan kaldırarak bu iki teorinin birleşmesiyle oluşmuştur. Bu kuramı savunan yazarlara (Guizot, Charles Lucas, Ortolon, Molinier, Carrara) göre ceza hem adaleti yerine getirmek hem de toplumu savunmak için verilmektedir.
3- Pozitivist Okul
Pozitivist okul yaklaşık olarak 1880 yılında Cesare Lombroso tarafından karma kuramı eleştirerek kurulmuştur. Akabinde Raffaele Garofalo ve Enrico Ferri de yayınladığı makalelerle Lombroso’nun görüşlerini desteklemiştir.
Pozitivist okula göre asıl incelenmesi gereken şey suçun hukuki yönü değil, suçlunun kendisidir. Deney ve gözlem yönteminin suçluları incelemekte kullanılması gerektiğini savunurlar ve bu bakımdan deterministtirler. Bu okul savunucuları özgür iradeyi reddeder ve suçlunun suç işlemesinin iki etken sonucu olduğunu söylerler:
a)Suçlunun biyolojik yapısı/iç etkenler
b)Suçlunun yetiştiği fiziki ortamın özellikleri/dış etkenler.
Pozitivistlere göre cezanın tek temeli toplumun savunulmasıdır. Toplumun savunulması suç işlenmeden önce “ceza yerine geçecek” önleyici tedbirlerle, suçun işlenmesinden sonra ise her türlü ahlaki düşünceden yoksun zorlayıcı yaptırımlarla sağlanacaktır. Pozitivistler suçluları 5 sınıfa ayırır. Bu sınıflar:
1)Doğuştan suçlular
2)Akıl hastası suçlular
3)İtiyadi Suçlular
4)Tesadüfi suçlular
5)İhtirasi suçlular.
Bu bakımdan pozitivistlere göre bir kişinin akıl hastası olması onun suç işlediğinde cezalandırmadan kaçamayacağı anlamına gelir çünkü cezalandırmadaki tek şart yukarıda bahsettiğimiz gibi toplumun savunulmasıdır.
4- Ceza Hukuku Milletlerarası Birliği
Franz von Liszt, Adolphe Prins ve Van Hamel tarafından 31.12.1888 tarihinde kurulmuştur ve 1914 yılına kadar faaliyet göstermiştir. Birliğe göre “ceza hukukunun işlevi toplumsal bir olgu olan suçlulukla mücadele”dir. Birlik suçun iç ve dış etkenler sonucunda ortaya çıktığını söylemiştir ve iki çeşit suçlu olduğunu öne sürmüştür, bunlar: Tesadüfi suçlular ve İtiyadi Suçlulardır.
Pozitivistlere göre yaptırımın gayesi suçluyu tekrar suç işlemekten men
etmektir ancak Birliğe göre cezanın birden çok gayesi vardır. Örneğin ceza suçtan zarar göreni tatmin etmeli, yerine göre suç işleyeni korkutmalı, uslandırmalı veya toplumdan uzaklaştırmalıdır.
Suçla mücadelede ceza tek çözüm olmamalı, güvenlik tedbirleriyle suç işlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmalı ve ceza ile güvenlik tedbirleri bir bütün olmalı.
5- İtalyan Üçüncü Okulu
Okul “Eleştirel Pozitivist Okul” adıyla da anılır. En önemli temsilcileri Carnevale, Alimena, Colajanni, İmpallomeni, Vacarro, Pugliese ve Manzini’dir.
Okul Klasik ve Pozitivist teorileri birleştirmeyi amaçlamıştır ama determinist bakış açısı sebebiyle pozitivist okula yaklaşmıştır. Carnevale’ye göre suçu doğuran sebepler istidat verici ve yöneltici olmak üzere ikiye ayrılır. Biyolojik ve fiziki etmenler istidat vericidir ancak istidat verici etmenler onları suça yönelten bir sosyal etmen bulunmadıkça suçu doğurmazlar. Ceza ise suçtan kaçınılmasını sağlayan sosyal ve yöneltici bir etmen olarak karşımıza çıkar.
6- Hukuk Tekniği Okulu
Bu okula göre ceza hukukunun konusu o an uygulanan yani mevzu hukuktur. Ceza hukukunun amacı ise halihazırda uygulanan hukuku iyi anlamaktır. Bunun metodu da ancak hukuki ve mantıki bir yöntem olmalıdır. Bu yönleriyle klasik okula yaklaşırken klasik okulun kaynağını sırf akıl ve tabiattan almış ceza sistemini reddeder. Hukuk tekniği okulunun fikirleri üç esasta toplanabilir:
a)Ceza hukukunda felsefi araştırmalara gerek yoktur.
b)Ceza hukuku şahsi ve sosyal olaylara değinmemeli, yalnızca suçu hukuki bir olay olarak ele almalı.
c)Ceza yalnızca suçun sorumlusuna verilmeli.
7- Çağdaş Toplumsal Savunma Kuramları
Çağdaş toplumsal savunma öğretisi, toplumsal savunmanın yepyeni bir tanımını yapmıştır. Toplumsal savunmanın doğrudan amacı toplumu suçlulardan korumak değil, suçluları kendisini yanlış tanıyan ve onları anlamak istemeyen topluma karşı savunmaktır. Suçluları topluma kazandırmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Eğer bu amaç gerçekleşirse bundan fayda sağlayacak olan zaten yine toplumdur.
Bu öğretinin iki öncüsünden biri olan Gramatica’ya göre toplumsal savunmanın amacı bireyin ıslahıyken diğer öncü Marc Ancel’e göre toplumsal savunma, suçların önlenmesine ve suçluların tedavisiyle uğraşarak onların toplumsallaşmasına yönelen bir suç siyasetidir.
Kaynakça
1- Artuk, M. E., Gökcen, A., Alşahin, M. E. ve Çakır, K. (2008). Ceza Hukuku Genel Hükümler. İstanbul: Adalet Yayınevi.