Sonbaharda Okunması Gereken 5 Kitap

/ / EDEBİYAT

Aylardan kasım… Sararmış yaprakların etrafımızı sardığı, sıcakların azalmaya başladığı, etrafımızı hüzünlü bir huzur dalgasının kapladığı, artık yazın neşesinden tamamen çıktığımız ay kasım… Kuşkusuz sonbahar denince aklımıza dışarıda ince ince yağmur yağarken sıcak içeceğimizle pencere kenarında kitap okuduğumuz anlar geliyor. İşte bu yazıda sizin için sonbahar temasına uygun, okurken sonbaharın kasvetli havasını hissedebileceğiniz kitapları derledik.

1)Gurur ve Önyargı-Jane Austen

Sonbahar havası taşıyan kitaplarımızdan ilki, İngiliz klasiklerinden olan Gurur ve Önyargı. Gurur ve Önyargı, 19.yüzyıl İngilteresinin kültürünü, geleneklerini ve İngiliz aile yapısını alaycı ve mizahi bir dille eleştiren İngiliz yazar Jane Austen’in ikinci romanıdır. Yazar bu kitabında, Elizabeth Bennet üzerinden kadınların kendi kaderini, eşlerini seçebilme özgürlüğünü vurgular ve önyargı eleştirisi yaparken ise Mr. Darcy üzerinden gururun eleştirisini aşkla harmanlayıp okuyucuya sunar. Yazıldığı dönemin koşullarını ve yaşamını anlatmada oldukça başarılı olan kitap, pek çok filme ve diziye konu olmuştur.

2)Bin Muhteşem Güneş-Khalled Hosseini

Bin Muhteşem Güneş, Khaled Hosseini’nin yazmış olduğu, yaşadığı felaketlerle gündemde olan Afganistan ve orada yaşamları boyunca zorluklar yaşayan kadınları anlatan bir roman. Kitap, değişen Afganistan koşullarında hayatta kalmaya çalışan ve küçük yaşta evlendirilen Meryem ile ailesini kaybetmiş Leyla’yı anlatır. Bu iki karakter ele alınırken arka planda ise Afganistan’ın yapısı, tarihi, yaşadığı ekonomik buhranlar ve göç gibi konular işlenir. Gerçeklikle harmanlanmış karamsar atmosferi kitapta en iyi anlatan alıntılardan biri şudur belki de:

“…Aklına Nana’nın bir keresinde söylediği şey geldi. Her bir kar tanesinin, dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen bir ‘ah’ olduğu… Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağıya, insanların üzerine yağıyordu. Bütün bunlar, bizim gibi kadınların neler çektiğinin göstergesi demişti… Başımıza gelen her şeye nasıl da sessizce katlandığımızın…”

3)Puslu Kıtalar Atlası-İhsan Oktay Anar

1995’in ocak ayında İhsan Oktay Anar tarafından yazılan kitapta felsefi, tarihi, psikolojik ve sosyolojik öğeler kurguya yedirilmiştir. Romanın mekanının İstanbul, zamanının ise 1600’lü yıllar olduğu tahmin edilmekle beraber romanın içinde tarihine dair açık herhangi bir zaman ibaresi göremeyiz. Roman “Düşünüyorum, öyleyse varım.” teması üzerinden ilerler. Ancak Uzun İhsan Efendi düşle gerçeğin bir karışımı gibidir:

“Kendi kendine, ‘Düş görüyorum.’ dedi. ‘Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?’”

“Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hala çözebilmiş değilim. Rendekar düşünüyor olmasından var olduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım ama kimim? Galata’da yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra söz gelimi İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun kendisini kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından var olduğu sonucunu çıkarıyor ve ben onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o benim düşüm. Var olduğunu böylece haklı olarak ileri süren adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek ben ise bir düş oluyorum.”

Kitap okuyuculara hayal kurmanın önemini ve bilginin çok değerli olduğunu aşılar. Uzun İhsan Efendi oğlu Bünyamin’e bu durumu şöyle öğütlemiştir:

“Ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur. Macera ise büyük bir ibadettir çünkü onun eserini tanımanın bir başka yolu olduğunu görebilmiş değilim. Kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. Bu yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir. Aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun binbir halinden korkma.”

4)Martin Eden-Jack London

Martin Eden Jack London’ın kendi yaşamını, ünlü olma ve şöhrete kavuşma rüyasını, her şeye ulaştıktan sonra yaşadığı hayal kırıklığını anlattığı ünlü eseridir. Eğitimsizlik ve yoksulluk içinde büyümüş alt tabakadan olan Martin Eden, kendisinden farklı bir sosyal sınıftan bir kıza aşık olmuştur. Kendisinden daha eğitimli ve üst sınıftan birine aşık olduktan sonra Martin Eden kendini değiştirmek ve geliştirmek ister. Üstün yetenekleri, zekası ve çok çalışması sayesinde de bu konuda çok başarılı olur. Ancak başarılı olan ve üst sınıfta yer alan Martin Eden, tıpkı Jack London gibi kendini hüznün ve karamsarlığın içinde bulur. Jack London’ın kendisi sosyalist olsa da Martin Eden’de sosyalizme karşı olduğunu açıkça dile getiren “bireyci” bir karakter yaratmıştır. Jack London Martin Eden’le arasındaki farkı şöyle açıklar: “Martin Eden için neden biraz üzülmeyeyim? Martin Eden bendim. Martin Eden bireyciydi bense sosyalist. İşte bu nedenle ben yaşamaya devam ediyorum ve işte bu nedenden Martin Eden öldü. Bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. Martin Eden başkalarının ihtiyaçlarının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. Hayalleri kaybolduğunda, uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz.”

5)Kırmızı Pazartesi-Gabriel Garcia Marquez

Kırmızı Pazartesi, Gabriel Garcia Marquez’in toplumun nasıl birleşerek bir suçu örtbas edebileceği ve bireylerin birleşerek nasıl kötülükler silsilesi haline gelebileceğini anlattığı romanıdır. Kaldı ki kitabın ilk giriş cümlesi de işlenecek cinayeti bize en baştan haber verir:

“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı.”

Kitabın sonu baştan belli olmasına rağmen bir şekilde cinayetin işlenmeyeceğini, toplumun bu kadar yoz olmayacağını düşündürtür gidişat bize. Suçu toplumun hazırladığını, şartlarını onun oluşturduğunu ancak suçu yalnızca tek bir kişinin işlediğini görürüz. Romanda bazı karakterler namuslarını korumak için hareket eden kardeşleri görürken kimileriyse 2 katil görür. İçlerinden engel olmak isterler ama bir şey yapamazlar. Toplumun yozluğundan ve kitabın sonundan geriye şu cümleler kalır bize:

“Santiago Nasar’ın eski rıhtımın merdivenlerini inip kendinden emin adımlarla evine doğru yürüdüğünü görmüştü.
“Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı. “Neyin var?”
Santiago Nasar, onu tanımıştı. “Beni öldürdüler, Wene hala,” demişti.
son basamakta tökezlemiş, ama kendini hemen toparlamıştı. “Hatta bağırsaklarına bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğini bile gösterdi,”
dedi bana Wene halam.’’

Bu yazımda sonbahar gelmişken sonbaharın ruhunu yansıttığını düşündüğüm okurken kendimizden, toplumumuzdan bir şeyler bulabileceğimiz romanları kısa da olsa anlatmak istedim. Elbette hepsi başka bir yazının konusu olabilecek kadar geniş kapsamda ele alınabilecek romanlar. Şimdiden okuyuculara keyifli okumalar ve keyifli bir sonbahar mevsimi diliyorum.

-Safiye Sena Bostan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir