Savaş (ma)

/ / FELSEFE

“Ey Krişna, ben ne zafer istiyorum, ne hükümdarlık, ne de yoğun hazlar. Böylesi bir durumda hükmetmenin, keyfin, hatta yaşamanın ne anlamı var? Tutkuyla onlar adına her şeyi isteyebileceğim bu insanlar; şimdi burada, savaş meydanında, canlarından ve mallarından vazgeçmeye hazır bir şekilde bana karşı saf tutmuşlar. Onları öldürdükten sonra benim için nasıl bir mutluluk olabilir, Ey Janardana?” 

Arjuna, bunları söyledikten sonra okunu ve yayını savaş meydanının ortasında yere fırlattı, zihni keder içinde arabaya oturdu. [1]

“Priamos yığılıp kalmıştı Akhilleus’un ayağı dibinde,

yiğit öldüren Hektor’a ağlıyordu hıçkıra hıçkıra.

Akhilleus da bir yandan babasına ağlıyordu,

bir yandan Patroklos’a ağlıyordu bağıra çağıra.”[2]

İnsanlığın en kadim öykülerinden alınan bu paragraflar, insanlığın en eski çatışmasını gözler önüne sermektedir.

Varoluşun temelinde bulunan devinim ve değişim döngüsünün amansızlığı ile karşı karşıya kalan aciz ve fani insanın çatışmasıdır bu; Kötülükle savaşma uğruna kötüleşeceğini ve döngüden kurtulunamayacağını fark etmiş Arjuna’nın kederi; kader ortağı Hektor’u katletme pahasına dostu Patroklos’un intikamını almış Akhilleus’un hüznüdür. İnsanlığın yüreğinin derinlerinde yatan, Kabil tarafından işlenmiş ilk günahı, ve bu deneme  yazısında bir mikroskopla incelenecek olan müzmin yarasıdır.

Savaş Nedir?

Savaş, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve dini sebepler başta olmak üzere, herhangi bir sebepten ötürü iki karşıt devletin, hükümetin, topluluğun veya grubun silahlı kuvvetleri arasında vuku bulan organize şiddetli çatışmalar bütününe verilen isimdir.[3] Devletler arasında yaşanabileceği gibi, iki silahlı paramiliter grubun veya askeri düzene tabii olmayan milis grupların arasında da yaşanabilmektedir.[4]

Nil nehrinin “Jebel Sahara” vadisinde bulunan arkeolojik kalıntılara göre, tarihin ilk savaşının, günümüzden yaklaşık 13.400 yıl önce yapıldığı düşünülmektedir.[5] Tabiki bu bağlamdaki savaş, iki medeni devletin silahlı grupları arasında yaşanan devasa bir çatışmalar bütününü değil, çok daha az sayıda kişiyi içeren organize bir şiddetin söz konusu olduğu baskın veya saldırı bağlamını[6] kastetmektedir.[7]

Bilimsel bulgulardan, kadim edebi eserlerden ve insan psikolojisinden hareketle, böylesine bir olgunun, insanlığın doğduğu günden beri var olduğunu öne sürmek, bence yersiz sayılmaz.

Savaşın hukuki tanımını ve bu konularda yapılabilecek ayrıntılandırmaları, hukukî konularda benden çok daha yetkin olan dergideki diğer arkadaşlara bırakarak yazımızın esas odak noktasına dönmek istiyorum.

İnsanoğlunun Kendiyle Olan İmtihanı

Uzmanlaşma, organizasyon ve işbölümü yoluyla özgür sanatlara ayrılabilecek bir “özgür zaman”[8],ve kurban sunularına ayrılacak bir artı değer yaratma işlevleri[9] yadsınamaz olan medeniyetin, aynı zamanda yayılmacı imparatorlukların temelini atmış olmasıyla, insanlık tarihinin belki de en büyük zalimlik aracını teşkil ettiği söylenebilir mi?

Araştırmaya ve deneylere adanmış emekler sonucu, bilimin ortaya çıkardığı icatların: aşıların, antibiyotiklerin ve nükleer bombaların, insanlığın bütününün yararına olduğu iddia edilebilir mi?

Hatta ve hatta mevzubahis müzmin yara meselesine güzel sanatlar, münzevi tefekkürler ve insanın tarihsel zamanını durduran müziklerle ışık tutan mistik ritüellerin, dini inançlara: dolaylı olarak günümüzde bile sürmekte olan din savaşlarına yol açmadığı öne sürülebilir mi?

Bu sorular, yüzlerce akademinin binlerce makalesinde her gün ve her an tartışılan: nıspî cevapları tartışmalara, kavgalara, ideolojik ayrımlara ve hatta savaşlara yol açmaya devam eden sorulardır.

Şiddetin safi fikir ayrılıklarından ortaya çıkmadığına değinmek ve kendimizi safoz konumuna düşmekten kurtarmak da elzemdir. Günlük hayatımızda sadece kanal değiştirmeden önce haberlerde veya yanlışlıkla açtığımız üçüncü sayfada görmemiz gereken vahşet ve cinayet olaylarını, “gudubet” bir tartışma programına dönüştürerek eğlenceye döken medyaya değinmeden geçmeyelim. Ayrıca hayatını savaşa adamış insanlarla dolu olan, ve günümüzde bile ritüel savaşları yapmayı sürdüren kültürlerin[10], ve sadece iki bin yıl öncesinin arena gladyatörlerini değil, günümüzün kafes dövüşçülerinin varlığını da görmezden gelmeyelim.

Gördüğümüz gibi elimizi nereye atsak şiddete, yani bir nevi savaşa rastlıyor, gerçekten de bir kaliyuga[11] çağında olup olmadığımızı sorgulamak zorunda kalıyoruz. Bu noktada tarihi ve psikolojik olgulardan hareketle insanoğlunun şiddeti deneyimlemekten bir çeşit haz aldığı, dolayısıyla savaşı sevip sevmediği meselesi, ortaya atılabilecek ayrı bir tartışma konusuyken, hakiki boyutlarına ulaştığında psikolojik problemleri olan insanlar dışında kimsenin sonuçlarından memnun olmayacağı savaşın sonuçlarına, ve insanoğlunun onun karşısındaki durumuna odaklanmayı seçeceğiz.

ABD’nin Irak İşgali sırasında zalim işkenceleriyle ünlenmiş Ebu Gureyb Hapishanesindeki bir işkence mahkumu

Kötülükle Kötülüğün Arasında

Dünyayı paylaştığı diğer canlılara nazaran üstün bilinci ve özgür iradesiyle öne çıkan insanoğlu, tarihinden bu yana karşılaştığı sorunları aşmak üzere yarattığı çözümlerin problemlere dönüştüğü kısır bir acizlik döngüsüne hapsolmuş konumdadır. Hiçbir muzafferin söz konusu olmadığı savaşlarla, cehalet veya güçsüzlükten doğan acizliklerle, doğanın amansız döngüsüne tabii insanlığın müzmin yarası savaştır işte: felsefi adil savaş teorileriyle[12] meşrulaştırılan,  dini kutsal savaş düşünceleriyle övülen, siyasi ve sosyal bağlamlarla desteklenerek şeytanlaştırılan düşmanlarla deşilerek kanatılan, ve iyilikle kötülüğün değil, kötülükle kötülüğün arasında ezilerek pestili çıkan insanlığın yarasıdır.

İnsanlık üzerindeki güçleri mutlak olan tanrıların ve kaderin oyunlarından hasıl olan, ve hiçbir eylemin bir anlam ifade etmediği savaş gibi “çözümsüz” durumların ele alındığı Antik Yunan tragedyalarında da, insan üstü güçlerle donanmış yüce kahramanlarının acizlikleriyle parladığı İlyada ve Bhagavad Gita gibi destanlarda da, işte bu yaraya ışık tutulmaktadır.

İnsanlığın Sesi Arjuna

Savaştan önce kederlenen Arjuna ve ona güç vermeye çalışan Krişna

Hakkı olan krallığı kendisinden gasp etmiş ve ülkeyi zalim bir tiranlıkla yöneten akrabaları ve sevdikleriyle savaşmaya zorlanmış Arjuna, vuku bulacak şiddet şöleninin sonucunda ne “şöhretli” bir krallık, ne de “şanlı” bir zafer görmektedir: ordular karşı karşıya geldiğinde karşı taraftaki sevdiklerini gördüğü vakit yayını ve okunu yere fırlatarak savaşmayı reddeder. Arjuna’nın amacı huzur ve mutluluğa, “eudaimonia”[13], veya “sreyas”[14] haline ulaşmaktır, sevdiklerini öldürmek zorunda kalacağından dolayı savaşmayı bu yola bir engel olarak görür.

Hiçbir muzafferi olmayan savaşın anlamsızlığını keşfetmiş pasifistin değil, pesimistin isyanıdır bu: iyilikle kötülüğün savaşında kötülükle kötülüğün savaşını görmüş nahif ama soylu insanın sesi gibidir Arjuna; müzmin yarasının kanamaması adına başka yaralar edinmeyi, hatta ölmeyi bile göze almıştır.

Eylemsizlik Neden Her Zaman Çözüm Değil

Derken bilge bir prens kılığında Tanrı Krişna gelir, ve ona ayağa kalkıp savaşmasını emreder: Arjuna kederlenmemelidir, çünkü savaşta haklı olan tarafta ve Dharma’yı[15] korumasının da yanı sıra, inziva ve tefekkür hayatına hazır değildir: savaşmayı reddetmesini korkup kaçmak olarak yansıtacak düşmanları, ve buna inanacak diğer insanlar tarafından ömrü boyunca dışlanarak münzevi ve sefil bir şekilde yaşamaya mahkum olmayı seçmesi:  Dharma için de, ülke için de, kendisi için de en kötüsü, olacaktır.[16]

Krişna’nın öğütlerinden kafası karışan Arjuna, bilgeliğe adanmış ve eylemsiz bir münzevi tefekkür yaşamını mı, yoksa Dharma’ya adanmış olmasına rağmen öncekinden daha kusurlu olacak eylemli bir yaşamı mı seçmesi konusunda ikilemde kalmıştır. Tanrı Krişna’nın önünde eğilir ve ona bir talebe gibi sorar:

“Sana teslim olarak Öz’ün hakikatinin peşinde olanları mı yoksa bu dünyada eylemde bulunanları mı tercih edersin? Bunlardan hangisi sana erişir?”[17]

Krişna, ona cevap verir:

“Beni unutmadan yaptığı işi yapmaya devam eden kişi her zaman daha iyidir. Neden böyle diyorum? Çünkü sannyasa(tefekkür ve inziva) için hazır olmuş olsaydın bu soruyu sormazdın. Bunu şu an sorduğun için diyebilirim ki senin eylemi icra etmen, eylemi terk etmenden daha doğru ve iyidir.”[18]

Krişna’nın sözleri, sadece Arjuna’ya değil, bize de yöneltilmiş gibilerdir adeta. İnsanoğlunun zalimlik arzusunu sublimation[19] yoluyla kendi içine yönelten çilekeş inziva ve tefekkür yolu: şüphesiz ki adanmanın temelinde yatmaktadır. İhtiyacımız olan ama kötü atfettiğimiz alanlardan ve ortamlardan, onları değiştirmeye çalışmadan ayrılmak ve bir nevi soylu bir yenilgiye teslim olmak, kendimizi daha yüce bir ideale disiplinle adayamayacağımız takdirde işlevsiz kalacaktır. Sokrates, kendini zehirlemekle belki de kendisinden daha kusurlu bir hayat sürmüş Aristoteles’i soyluluk yarışmasında sollamış olabilir, ama asla Büyük İskender gibi bir lidere hocalık yapamadı: hoş ki, ömrünü fetihlerle geçiren Büyük İskender’in, ömrünün son anlarını pişmanlıkla geçiren Aristoteles’in öğütlerini ne kadar dinlediği de ayrı bir tartışma konusu. İkiliden hangisinin daha “iyi” bir şey yaptığını bilemem, ama diğergam bir insanın, eylem potansiyelini öylece kenara atıp kötülerin kazanmasına izin vermesi, bence çok trajik bir şey.

Sonuç

Bütün yazı boyunca çizdiğimiz karamsar bakış açısı, bizi insanlığa yönelik işlevsiz bir eylemsizliğe itmemelidir: esas eylemsizlik, Dharma duyarlılığıyla yapılan eylemlerin sonuçlarının tanrıdan, kaderden veya doğadan geldiğini bilerek neticede sonuçlardan bağımsız olduğunu bilmek, ve buna rağmen erdemli, diğergam eylemlerden vazgeçmemektedir.

Hitabet yarışmalarında kentlerini en iyi temsil edebilmek için İlyada destanını ezberleyen genç ozanların ve destanı sahneleyen oyuncuların da, Arjuna’nın insani kederini ve Krişna tarafından savaşmaya ikna edilen kaderini paylaşan askerlerin de ortak paydaya vardığı bir konu vardır ki bu müzmin yara, onların benliğinin temelidir. Onu süsleyen Tragedya ruhu, ve bir sur gibi çevreleyen Dharma sayesinde belki “güzel” denebilecek bir hal alabilecektir bu yara, ama asla iyileşemeyecektir.

Dipnotlar

[1] Bhagavad Gita’nın Öğretisi, Swami Dayananda, Damla Dönmez çevirisi, Satori Yayıncılık

[2] İlyada, Homeros, Azra Erhat çevirisi, Türkiye İş Bankası Yayınları

[3] Cambridge Dictionary

[4] War, Wikipedia(EN)

[5] Kelly, Raymond (Ekim 2005). “The evolution of lethal intergroup violence

[6] Crevecoeur, Isabelle; Dias-Meirinho, Marie-Hélène; Zazzo, Antoine; Antoine, Daniel; Bon, François (2021-05-27). “New insights on interpersonal violence in the Late Pleistocene based on the Nile valley cemetery of Jebel Sahaba

[7] Ayrıca bknz: https://arkeofili.com/sudanda-13-400-yil-once-tekrarlanan-bir-catisma-yasanmis/

[8] Politika, Aristoteles, Say Yayınları

[9] Lanetli Pay, Georges Bataille, Sel Yayınevi

[10] Ritüel Savaş: Öldürme veya ağır yaralama amacı olmaksızın iki rakip kabile arasında, savaşçı ataları onurlandırmak gibi dini, veya kabilenin onurunu korumak gibi sosyal bağlamlarda bir nevi simüle edilerek yapılan ve bu yönüyle hakiki savaştan ayrılan, genellikle az sayıda ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan savaş çeşidi.

Bknz: “West Papua Tribal War(Original Footage 1963), Youtube.

[11] Kaliyuga: Zamanı dört çağa ayıran Hint düşüncesine göre, insanlığın şu an içerisinde bulunduğu, acizliklerle ve kötülüklerle öne çıkan “karanlıklar çağı”.

[12] Bknz: Aziz Augustinus, Tanrının Kenti(De Civitate Dei)

[13] Eudaimonia: Antik Yunan felsefesinde nihai, süreğen mutluluk hali.

[14] Sreyas: Hint felsefesinde rahatsızlık hissinden azade, süreğen ve nihai bir mutluluk hali.

[15] Dharma:  Sanskritçede “temellemek, desteklemek” anlamına gelen dhr- kökünden türetilmiş, insanlığın temelinde yer alan doğal vazifeleri ve koruması gereken erdemleri.

[16] Bhagavad Gita’nın Öğretisi, Swami Dayananda, Damla Dönmez çevirisi, Satori Yayıncılık

[17] Bhagavad Gita’nın Öğretisi, Swami Dayananda, Damla Dönmez çevirisi, Satori Yayıncılık

[18] Bhagavad Gita’nın Öğretisi, Swami Dayananda, Damla Dönmez çevirisi, Satori Yayıncılık

[19] Sublimation: Sigmund Freud’un düşüncesine göre esasında  rahatsızlık veren ve zarar verici bir arzunun, iyi bir fiiliyat yoluyla yüce bir şekilde kullanılmasıdır.

Kaynakça

1-Swami Dayananda, Bhagavad Gita’nın Öğretisi, Damla Dönmez çevirisi, Satori Yayıncılık

2-Homeros, İlyada, Azra Erhat çevirisi, Türkiye İş Bankası Yayınları

3-Kelly, R. C. (2005). The evolution of lethal intergroup violence. Proceedings of the National Academy of Sciences, 102(43), 15294-15298.

4-Crevecoeur, Isabelle; Dias-Meirinho, Marie-Hélène; Zazzo, Antoine; Antoine, Daniel; Bon, François (2021-05-27). “New insights on interpersonal violence in the Late Pleistocene based on the Nile valley cemetery of Jebel Sahaba

5-Aristoteles, Politika, Say Yayınları

6-Georges Bataille, Lanetli Pay, Sel Yayınevi

Fatih Yuşa SANK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir