Bugün odaklanma becerim öldü. Belki de dün, bilmiyorum. Hatta sadece benim değil tüm toplumun odaklanma becerisinin öldüğünü düşünüyorum. Bir dakikadan fazla odaklanamıyoruz artık. Bir dakikadan fazla süren şeylere tahammül edemiyoruz. Şu an bu yazıyı yazarken bile defalarca kez kafamı bilgisayarımdan kaldırıp telefonuma, sosyal medyaya ve mesajlara bakmış olmam bence içinde olduğum durumu çok iyi bir açıklıyor.
Gelişen dünya, internetin icadı gibi artık herkesin milyonlarca kez üzerine konuştuğu konulardan bahsetmek hiç istemiyorum çünkü hepimiz tarihsel gelişimin bilfiil farkındayız. Ben bu yazımda kendime olan isyanımı anlatmak istiyorum aslında. Gecenin bir yarısı hepimiz hayatımızı yoluna koymak üzerine kendimizle şiddetli kavgalar etmişizdir. Herkesin ağzında olan ama kimsenin nasıl bir şey olduğunu bilmediği “kendini geliştirmek” eylemlerini hayatımızın tam ortasına koyacağımız ve vaktimizi asla boş geçirmeyeceğimiz üzerine kendimize sözler verdiğimiz o gecelerden bahsediyorum evet. Son zamanlarda böyle geceleri daha fazla yaşadığımı fark ettim. Bu geceleri ara sıra yaşamak belki motivasyon verebilir ancak sürekli yaşamak ortada bir problem olduğunu açıkça ortaya koyuyor çünkü belli ki kendimi yeterince başarılı bulmuyorum ve hayatı yanlışyaşadığımı düşünüyorum. Evet farkındayım, insan hayatının her anında yüksek bir enerjiye ve çalışma gücüne sahip olamaz, bazen afallamak gerekir hayatta ancak ben, kendimi başarısız bulmamın sebebini çok farklı bir şeye bağlıyorum: Odaklanma becerim.
Gelin odaklanma becerimi nasıl mahvettiğimi size kısaca özetleyeyim: İnternetle daha çok küçük yaşlarımda tanıştım. Tabii başlangıçta sadece oyun oynamak için kullanabiliyordum. Daha sonra Youtube’un popüler hale gelmesi ile video izlemeye başladım çünkü çizgi dizilerden sıkılmıştım ve gerçek insanların çektiği videolar daha eğlenceli geliyordu. Şimdilerde fark ediyorum da o zamanlar 20-30 dakika bir videoyu sıkılmadan izleyebiliyormuşum, şimdi olağanüstü gibi geliyor bu bana. Sonra Vine denen bir uygulama popüler oldu ve bu uygulamada olay yedi saniye gibi kısa bir sürede komik içerikler üretmekti, aslında TikTok ve İnstagram Reels’ın atası diyebiliriz. Sonra Snapchat, İnstagram falan derken tabii fark ettim ki ben artık 8 dakikalık bir Youtube videosunu bile hızlandırır hale gelmişim. Yirmi dakikadan uzun dizileri izleme düşüncesi bana artık korkunç geliyor ve film izlerken telefonumdaki bildirimleri kontrol etmekten kendimi alamıyorum. Evde ışıkları kapatıp ya da sinemaya gidip gözümü bile kırpmadan film izleyebildiğim günleri özlüyorum.
Bence buraya kadar anlattığım şeylerin çoğu size de tanıdık geliyor. Zaten tanıdık gelmemesi imkânsız çünkü sokakta, toplu taşıma araçlarında, kafede, sınıfta yani yaşamın bulunduğu her yerde etrafıma baktığımda gördüğüm herkes telefonu ile ilgileniyor. Birkaç dakika kafamız dağılsın diye açtığımız telefonumuzda saatlerce aşağı kaydırıyoruz. Sürekli aşağı kaydırmaların sonucuysa zaman ve odaklanma yeteneğinin kaybı. Zaman kaybı dediğim birkaç dakika değilortalama günde yedi-sekiz saat, odaklanma yeteneğimizin kaybı dediğim ise on saniyeden fazla bir şeye odaklanamamak. Çünkü ne zaman canımız sıkılsa hemen telefonu açıp “komik kısa videolar” izliyoruz ve bu beynimizin dopamin dengesini korkunç bir şekilde bozuyor. Ders çalışırken, iş yaparken, sıkıcı ya da stresli gündelik işlerimizi hallederken dopamin işin sonunda salgılanır ancak“kısa komik videolar” beynimizde kolay yoldan hemen dopamin salgılıyor ve bundan dolayı ders çalışmak bile bir zulüm haline geliyor çünkü beynimiz kolay ve hızlı dopaminealıştığı için hemen bunu istiyor. İşte tam bu sebepten dolayıdır ki ders çalışmaya başladığınızda dizi izlemek ya da sosyal medya hesaplarınıza bakmak çok daha cazip hale gelmeye başlıyor.
Gelin milyonlarca yıl önceye dönelim. Atalarımız mağarada yaşar ve avlanarak hayatlarını sürdürürken hızlı olmasalardı ne avı yakalayabilir ne de yabani hayvanlardan kaçabilirlerdi. Tarımı bulduklarından sonra da bu değişmedi, hızlı olmalılardı yoksa ekinler mahvolabilirdi. Sonra savaşlar, sanayi devrimi falan derken aslında hızlı olmayanın hiçbir zaman kazanamadığı bir düzen var. Çünkü evrimin bize öğrettiği gibi, çağa ayak uyduramayan hayatta kalamaz ve çağa ayak uydurmak için hızlı olmak gerekir.
Şimdi günümüze dönelim, insanlar artık dünyanın bir ucundan diğer ucuna birkaç saatte gidebiliyor, ya da binlerce kilometre ötedeki biriyle iletişime geçmek birkaç saniyemizi alıyor. Alışverişimizi artık çarşıdan değil binlerce kilometre ötedeki mağazalardan online şekilde yapıyoruz ve birkaç gün içinde kapımıza ulaşıyor. Bu hız belki güzel gelebilir ancak çok büyük eksileri de beraberinde getiriyor. Az önce de bahsettiğim gibi, İNSANLAR HER AN BİRBİRİNE ULAŞABİLİYOR. Artık her an birbirimize, arayarak ya da mesaj atarak ulaşabiliyoruz. Aramalarımıza ya da mesajlarımıza birkaç dakika geç dönülünce sinirleniyor ya da hemen karşımızdakinin “başına bir şey mi geldi acaba” diye kaygılanıyoruz. Telefon icat olmadan önce insanlar birbirini görmeden haberleşemezdi ve kimse birbiri hakkında kaygılanmazdı ancak artık birisi on dakika “offline” olsa korkunç senaryolar kuruyoruz.
Peki bu senaryolar bize neyi kaybettiriyor? Tabii ki odak yeteneğimizi. Çünkü her ne iş yaparsak yapalım dakika başı bildirimlere maruz kalıyoruz ve bu da bizim odağımızı yok ediyor. Geçenlerde okuduğum Cal Newport’un “Pürdikkat” kitabında bu meseleye derinlemesine değiniyor. İş dünyasındaki mailleşme trafiğinin verimsizliğinden ve sürekli erişilebilir olmamızın verimimizi ne kadar düşürdüğünden,bilimsel deneylerle pekiştirerek, bahsediyor. Uzun süredir farkında olduğum bu konuyu Pürdikkat sayesinde daha iyi inceleme fırsatı buldum. YKS sınavına hazırlanırken tuşlu telefona geçmiş, dönem dönem sosyal medya hesaplarını kapatan ve sürekli ulaşılabilir olmaktan artık çok yorulan biri olarak bu hız çılgınlığının en azından kendi adıma sonunun gelmesi gerektiğinin farkındayım. Evet gelişen dünyada hız her şeydir ancak dünyamızda çalışmalarıyla iz bırakan her insan çalıştığı konu üzerine derinlemesine çalışan kişilerdir. Ben, günlük çalışma saatinin yarısından fazlasını safsata e-postalara cevap vererek geçiren birinin değil dünyaya,kendisine bile faydalı bir iş yapabileceğini düşünmüyorum. Bu konunun daha derinlerine inmek isteyenler için az önce bahsettiğim gibi Cal Newport’un Pürdikkat kitabını tavsiye ederim.
Geldiğimiz bu noktada ben artık hayatı biraz daha yavaş ve her anın farkında olarak yaşamamız gerektiğini düşünüyorum.
–Yusuf Alperen Şenel