Darwin’den Öncesi (2. Bölüm): İslam’ın Altın Çağı’nda Evrim Düşüncesi

/ / FELSEFE, POZİTİF BİLİMLER

“Darwin’den Önce Evrim Düşüncesi” adlı yazı serisinin ilk bölümü olan “Darwin’den Öncesi (1. Bölüm): Eski Yunan’da Evrim Düşüncesi” yazısını okumak için tıklayınız. 


Giriş: Evrim Düşüncesine Genel Bir Bakış 

Evrim düşüncesi her ne kadar ünlü 19. yüzyıl doğa bilimcisi Charles Darwin ile bağdaştırılsa da yeryüzünde canlıların ortaya çıkışını açıklamaya çalışan mitolojik anlatılar Çin, Hindistan ve Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanmaktadır1. Ancak bu dönemlerde ortaya çıkan anlatılar, içlerinde doğa üstü birçok öğe barındıran ve bilimsellikten epey yoksun olan anlatılardır. Durum böyle olunca tarihteki ilk evrim düşüncesinin, aynı zamanda bilimin de doğduğu topraklar olan Eski Yunan uygarlığından çıktığını söylemek gerekir. Eski Yunanların ardından Orta Çağ İslam bilginleri ve sonunda da Rönesans sonrası Avrupalı bilim insanları, yeryüzündeki canlıların değişimi ve dönüşümüyle ilgili çalışmalar yapmış, kendinden önce gelen kişilerin düşüncelerini ileri taşımıştır.

Bu yazı dizisinin ikinci bölümünde Orta Çağ’ın düşünce bakımından en aydınlık toprakları olan Müslüman ülkelere uzanacağız. Dünyayı içinde bulunduğu karanlıktan çıkarıp birçok bilim dalında oldukça değerli çalışmalara imza atan İslam bilginlerini ve canlıların evrimi düşüncesine ilişkin bakış açılarını inceleyeceğiz. Ek olarak İslam bilginlerinin yaklaşık 2700 yıllık evrim düşüncesine ne ölçüde katkıda bulunduğunu tartışacağız.

İslam’ın Altın Çağı’na ve Evrimle Olan İlişkisine Genel Bir Bakış

Orta Doğu’da ortaya çıkan Hristiyanlığın Batı’ya doğru yayılmasıyla birlikte Eski Yunan’da var olan eleştirel düşünce ve bilimsel yaklaşım, yerini dogmatik bilgiye bırakmıştı. Avrupalı Hristiyanların, kendi inançlarına uygun sözler söylediğine karar verdikleri Aristoteles gibi düşünürlerin yapıtları korunmuş; düşünceleri dine aykırı olarak görülen bazı Eski Yunan düşünürlerinin yazıları ve yapıtları ise tümüyle yok edilmişti2. Durum böyle olunca MÖ 7. yüzyılda Thales ile başlayan bilimsel devrim uzun bir duraklama dönemine girmişti. Orta Çağ’ın başlarına denk gelen dönemde de dinin günlük yaşam üzerindeki denetimi ve gücü iyiden iyiye artınca Batı dünyası yüzyıllar sürecek olan bir karanlığın içine gömülmüştü.

Aynı dönemde, İslam dini 7. yüzyılda Arabistan’da ortaya çıkmış ve kısa süre içerisinde İspanya’dan Türkistan’a kadar olan topraklarda yayılma başarısı göstermişti. Bu süreçte pek çok farklı kültürle tanışan Müslümanlar, ele geçirdiği ya da komşu olduğu bölgelerde, başta Eski Yunanca olmak üzere, diğer dillerde kaleme alınmış olan binlerce yapıtı Arapça’ya çevirmişti. Dünyanın dört bir yanından İslam dünyasına akan bilgi seli, Müslümanların çağının en önde gelen bilim insanları olmasına olanak tanımıştı. İşte, ağırlıklı olarak 8. ve 13. yüzyılları kapsayan ve Müslümanların bilim tarihine damgasını vurmuş olduğu bu döneme tarihçiler tarafından “İslam’ın Altın Çağı” adı verilmektedir.

Bu dönemde çalışılan konulardan biri de yeryüzünde canlıların nasıl var oldukları ve birbirleriyle olan ilişkileridir. Eski Yunan’da yaşamın evrimine ilişkin dile getirilen düşüncelerle tanışan ve bunları kendi diline çevirerek tam anlamıyla unutulmaktan kurtaran İslam bilginleri, kendi aralarında evrenin oluşumu ve canlıların ortaya çıkışıyla ilgili bilimsel tartışmalara girişmişlerdir. Tıpkı Eski Yunan düşünürleri gibi doğayı gözlemleyen ve belli ölçüde dogmatik bilgiden ziyade aklı öne çıkaran bu bilginler, evrimi yalnızca biyolojik açıdan değil aynı zamanda sosyal açıdan da incelemiştir. Bilimsel metodolojinin eksikliği nedeniyle bazı yaklaşımları bilimsellikten uzak olsa da bu durum Müslümanların evrim düşüncesine önemli katkılarda bulunduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

El-Cahiz (767/777 – 868/869) 

Basra doğumlu bir bilgin olan El-Cahiz (tam adı Ebu Osman Amr bin Bahr El-Fukaymi El-Cahiz), büyük olasılıkla Doğu Afrika kökenli bir Arap’tır. Yaşamı boyunca edebi ve felsefi yapıtlarının yanı sıra biyoloji, zooloji, sosyoloji ve psikoloji gibi alanlarda da düşünceler dile getirmiştir. El-Cahiz aynı zamanda kendisi gibi Basralı bir bilgin olan ve canlıların evrimi düşüncesiyle ilgilenen El-Nazzam (tam adı İbrahim bin Sayyar bin Hani Ebu İshak El-Nazzam)’ın öğrencisidir. Fuat Sezgin, El-Cahiz’in yaptığı atıflara dayanarak hocası El-Nazzam’ın, günümüze ne yazık ki ulaşamamış yapıtlarında, Darwin’in görüşlerine oldukça yakın görüşlerden söz ettiğini belirtmektedir3.

El-Cahiz yaşamı boyunca yaklaşık 200 adet kitap yazmıştır. Bu kitapların en ünlüsüyse “Kitab El-Hayavan”dır. Tam 7 ciltten oluşan ve 350’ye yakın canlının bilimsel olarak incelendiği bu kitap, besin zinciri ve yaşam savaşına özellikle vurgu yapar. Bunun yanı sıra çevresel etkenlerin canlıların yaşamlarını ve özelliklerini hangi yollarla değiştirebileceğini açıklamaya çalışan ilk bilimsel yapıt olarak görülür. El-Cahiz bu kitapta incelediği hayvanları kendi aralarında tür ve cins olarak kümelendirmiş ve onları basitten karmaşığa doğru sıralamıştır.

Kitab-ı Hayavan’dan Bir Çizim

El-Cahiz, yeryüzündeki canlı ya da cansız bütün varlıkların kaynağının aynı olduğunu, her şeyin bu kaynaktan meydana geldiğini savunmuştur. Tek bir maddeden meydana gelen bu varlıklar ise, bir aşamalı gelişim sürecinin ardından yeni varlıklara ve yeni türlere dönüşmüştür4. El-Cahiz, yapmış olduğu gözlemlere dayanarak bu aşamalı gelişim sürecini, birbirini destekleyen 3 kavram ile açıklamaktadır. Bunların birincisi hayatta kalma savaşıdır. El-Cahiz’e göre yeryüzündeki avcılar ve avları arasında bir tür denge vardır. Herhangi bir türün aşırı çoğalması, gezegendeki kısıtlı kaynaklar göz önünde bulundurulduğunda kaçınılmaz olarak bir dengesizliğe yol açacaktır. Doğadaki besin zinciri ise bu dengesizliğin önüne geçmektedir. Örneğin yılan, fare için bir avcıyken kartal için bir avdır. Bu düşünceler akla “doğal seçilim” mekanizmasını getirmektedir.

El-Cahiz’in aşamalı gelişim sürecini açıklarken kullandığı ikinci başlık, çevresel etkenlerdir. Kendisi, çevre koşullarının canlıların fiziksel özelliklerinde bazı değişikliklere yol açabileceğini savunmuştur. Kısıtlı kaynaklar için diğerleriyle girişilen rekabet, canlıları bulundukları çevreye ve o çevrenin koşullarına uyum sağlamak durumunda bırakmıştır. Canlı, bu uyum sürecinde bazı özellikler kazanır ve bu özellikleri sonraki kuşaklara aktarır. Bu ufacık değişimlerin kuşaklar boyunca birikmesi ile de ortaya yeni türler çıkmış olur. Günümüzde “adaptasyon” olarak adlandırdığımız bu kavram, görüldüğü üzere El-Cahiz tarafından ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir.

Bu iki başlık, aşamalı gelişim sürecinin üçüncü adımı olan “dönüşüm” kavramını doğurmaktadır. Özetlemek gerekirse, canlılar; su, besin ve yaşam alanı gibi kaynakların son derece kısıtlı olduğu bu dünyada hayatta kalmak ve üremek için birbirleriyle savaşırlar. Bu savaşta başarının anahtarı ise çevreye en iyi biçimde uyum sağlamaktır. Bu süreçte kazanılan özellikler bir sonraki kuşağa aktarılır. Yeni doğan canlı, atasının kendisine aktardığı özellikler sayesinde çevreye daha uyumludur. Bu durum kuşaklar boyunca devam ettiğinde ise “türleşme” gerçekleşir ve El-Cahiz’in bahsettiği aşamalı gelişim gözlemlenmiş olur. El-Cahiz, dile getirdiği bu düşünceler ile hem kendisinden sonraki Müslüman bilginleri hem de bu kavramları bilimsel bir temele oturtacak olan Darwin gibi Avrupalı bilim insanlarını etkilemiştir5.

Farabi (872 – 950/951) 

Kazakistan doğumlu bir bilgin olan Farabi, filozof kimliğinin yanı sıra bir mantıkçı, sosyolog, astronom ve müzisyen olarak görülebilir. Doğa bilimlerine de ilgi duyan Farabi, canlıların evrimi konusunda El-Cahiz’e benzer pek çok düşünce dile getirmiştir. Bu duruma en iyi örnek, canlılar arasında var olan hayatta kalma savaşı ile ilgili düşünceleridir. Canlının yalnızca kendi yaşamı için değil, türünün devamlılığı için de hayatta kaldığını ve diğer canlıları öldürdüğünü belirtmiştir. Farabi bununla birlikte aşamalı gelişim düşüncesine de katkıda bulunmuştur. Ona göre yaratıcı, canlıları bugünkü hâlleriyle yaratmamıştır, canlılar zaman içerisinde birbirlerine dönüşerek bugünkü görünümlerine ve özelliklerine kavuşmuşlardır.

Farabi, tüm varlıkları hiyerarşik bir düzen içerisinde sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Buna göre en alt katmanda yer alan başlık, Farabi’nin “ilk maddesel varlık” olarak adlandırdığı varlıktır. Bu ilk maddeyi sırasıyla madenler, bitkiler, konuşamayan hayvanlar ve konuşabilen hayvanlar olarak biçimlenen sınıflar takip etmektedir. En tepede insanların yer aldığı bu kategorizasyona göre doğadaki varlıklar arasında aşamalı olduğu gibi basamaklı da olan bir dönüşüm vardır. Alt katmanlarda bulunan varlıklar zaman içerisinde gelişerek, yeni nitelikler kazanarak üst katmandaki varlıklara dönüşürler. Bu düşünceler, çağdaş evrim düşüncesine aykırı gibi görünse de Farabi’nin geleneksel dogmatik bilgiyi belli ölçüde reddedip bunun yerine evrimsel değişimi öne çıkarması oldukça değerlidir.

İbn-i Miskeveyh (932 – 1030) 

İran’ın Rey kentinde dünyaya gelen İbn-i Miskeveyh, tarih, siyaset, biyoloji ve kimya gibi birçok alanla da ilgilenmiş olan bir düşünürdür. Tıpkı El-Cahiz ve Farabi gibi aşamalı gelişim odaklı bir anlatı sunmuştur. Buna göre Tanrı ilk maddeyi yaratır, bu ilk madde suya, su ise minerallere dönüşür. Tam olarak burada gerçekleşen dönüşümle birlikte cansız madde canlılık özelliği kazanır ve mineraller bitkileri oluşturur. Süreç içerisinde gelişen bazı bitkiler hayvanlara dönüşür, insan ise tahmin edilebileceği üzere en üstte yer alır. İbn-i Miskeveyh burada sınıflar arası geçişi sağlayan türleri de belirtmiştir. Örneğin bitkiler sınıfının tepesinde yer alan hurma ağacı, lif ve köklere sahip olmasıyla bir bitkidir ancak cinsiyetlere ayrılıyor olmasıyla da hayvanlar sınıfının en altında konumlandırılır. Bununla birlikte insandan önceki son canlı maymun olarak belirtilmiştir. Düşüncelerini “El-Fevzü’l-Asğar” kitabında toplayan İbn-i Miskeveyh, canlıların gelişimi konusuna El-Cahiz kadar bilimsel yaklaşmamış olsa da var olan bütün canlıların ortak bir maddeden türediğini dile getirmesi oldukça önemli bir adımdır.

İbn-i Haldun (1332 – 1406)

Tunus doğumlu bir bilgin olan İbn-i Haldun, bölgenin ileri gelen ailelerinden birine üye olmasının bir getirisiyle oldukça iyi bir eğitim almıştır. Kendisi tarihin önde gelen sosyolog ve iktisatçılarından biri olarak kabul edilmesinin yanı sıra aynı zamanda bir tarihçi, tarih yazıcısı ve devlet adamıdır. Ünlü “Coğrafya kaderdir.” sözüyle popüler kültürde de belli bir yer edinmiş olan düşünür, birçok konuyla ilgilendiği gibi canlıların kökeni ve gelişimi konularıyla da ilgilenmiş ve pek çok değerli düşünce dile getirmiştir. İslam’ın Altın Çağı olarak nitelendirilen dönemden bugüne ulaşan belgelerdeki en kapsamlı evrim düşüncesi, canlı ve cansız çevrenin tümünü kapsaması açısından, İbn-i Haldun’un “İbar” adlı tarih yapıtının Mukaddime’sinde görülür3. İbn-i Haldun’un bu düşüncelerinin esin kaynağı ise “İhvan-ı Safa”dır.

İbn-i Haldun, yazı boyunca sözü edilen diğer düşünürler gibi aşamalı gelişim düşüncesini savunmuş, bununla birlikte İbn-i Miskeveyh’in yaptığına benzer biçimde gelişim aşamalarını ayrıntılı olarak sıralamıştır. Yaratılış hiyerarşisinde insanlardan bir alt basamağa koyduğu maymunlarda zekânın bulunduğunu ancak onların düşünme becerisinin bulunmayışıyla insanlardan ayrıldığını belirtir. Bu bağlamda canlıların gelişimiyle ilgili kendisinden önce ortaya konan düşünceleri yinelemiştir. Onun en büyük katkısı, çevresel etkenlerin ve coğrafi koşulların canlılar üzerindeki etkisini dile getirmesi olmuştur. Bu bakış açısına göre iklim, insanların ten renkleri dâhil olmak üzere dış görünüşlerinde doğrudan etkili olur. Buna ek olarak toplumların davranışlarını dâhi belirleyici ölçüde biçimlendirir.

İbn-i Haldun’un Tunus’ta Bulunan Bir Heykeli

Diğer İslam Bilginleri

Bir fizikçi ve optik bilimci olan Basralı İbn-i Heysem (965 – 1040), aşamalı gelişimin yaratıcı tarafından maddi bir dünyada gerçekleştirildiğini söylemiş, insanın bugünkü görünümüne kavuşmadan önce öküz, eşek, at ve maymun olmak üzere 4 aşamadan geçtiğini ve sonunda yaratıcının ona bahşettiği bazı benzersiz yeteneklerle insana dönüştüğünü söylemiştir. İranlı Ragıp El-İsfahani (? – 1108) için de yeryüzündeki canlılar değişim ve dönüşüme tabidir. Ancak yaratıcı eliyle yönetilen bu süreç, yalnızca sonunda insanların ortaya çıkması ve varlığını sonsuza dek sürdürmesi amacıyla tasarlanmıştır.

İran doğumlu matematikçi ve astronom Nasîrüddin Tûsî (1201 – 1274), çoğunlukla kendisinden önce gelen bilginlerin düşüncelerini yinelemiş olsa da evrim düşüncesine bazı katkılarda bulunmuştur. İbn-i Miskeveyh’in “Tenzibü’l-Ahlâk” adlı yapıtından esinlenen düşünür, canlı ve cansız çevrenin gelişimiyle ilgili düşüncelerini “Ahlâk-ı Nâsırî” adlı yapıtında yazıya dökmüştür. Tıpkı İbn-i Miskeveyh gibi canlıları “maden, bitki, hayvan ve insan” olmak üzere hiyerarşik bir düzen içerisinde sıralayıp gruplar arası geçiş türlerini belirten Tûsî, buna ek olarak insanları da kendi içerisinde sıralamış ve siyahileri hayvandan insana geçiş basamağı olarak görmüştür6. İlerleyen yıllarda Avrupa’da da görülecek olan bu yaklaşım, elbette, günümüz bilimsel bulguları göz önünde bulundurulduğunda gerçeği yansıtmamaktadır. Düşünürün, canlıların yaşamlarını sürdürme uğraşları sırasında “uygun olanı çekme” ve “uygun olmayanı itme” davranışını sergilediğini söylemesi, günümüz ifadesiyle doğal seçilim mekanizmasına yapılan bir atıf olarak görülebilir4.

Nasîrüddin Tûsî yalnızca canlıların doğasını incelemekle kalmamış, cansız maddeden canlılığın ortaya çıkışıyla ilgili de bazı düşünceler dile getirmiştir. Buna göre cansız maddeden canlı maddeye atılan ilk adım; güneş, su, rüzgâr, sıcaklık ve nem gibi dışsal etkenlerin devreye girmesiyle gerçekleşebilmiştir. Canlıların gelişim aşamaları, değişim yolları ve birbirleriyle olan akrabalıkları ile ilgili yaptığı çıkarımlar, çağdaş evrim kuramı ile örtüşmüyor olsa da ilk canlının ortaya çıkışı ile ilgili söylemiş olduğu sözler, bugünkü bilimsel teorilerle pek çok açıdan benzeşmektedir6.

Tüm bu kişilere ek olarak Biruni, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Cemaleddin Afgani gibi İslam dünyası içerisindeki daha birçok bilgin de canlıların ortaya çıkışı ve gelişimi konusunda düşünmüş, evrim düşüncesini desteklemiştir. Bu kişileri ayrı birer başlık altında incelemiyor oluşumuzun nedeni, onların özgün düşünceler geliştirmektense kendilerinden önceki düşünürlerin söylemiş olduğu sözleri yinelemeleri ve evrim düşüncesine diğerleri kadar katkıda bulunmamalarıdır.

Sonuç

Eski Yunan uygarlığının çöküşü ve inancın bilgiye üstün gelişinden yüzyıllar sonra İslam uygarlığı doğup dünyaya yayılmış ve Altın Çağı’nı yaşamıştır. Söz konusu dönem, Müslüman bilginlerin, Eski Yunan düşünürlerinin yapıtlarını Arapçaya çevirmesiyle mümkün olabilmiştir. Bu durum, Eski Yunan düşünürlerinin çok değerli düşüncelerinin günümüze dek ulaşabilmesini sağlamıştır. İnsanlığın çok önemli ve verimli bir döneminin silinip gitmesinin önüne geçmiş olan İslam bilginleri bununla da yetinmemiş ve dile getirmiş oldukları pek çok özgün düşünceyle Eski Yunan uygarlığından almış oldukları bayrağı ileri taşımışlardır. Yaşamın ortaya çıkışı ve canlıların evrimi düşüncesi ile ilgili ortaya konan yapıtlar, bu durumu çok daha belirgin bir biçimde gözler önüne sermektedir.

İslam bilginleri, günümüz evrim kuramının en temel mekanizmalarından olan doğal seçilim ve adaptasyon gibi bazı kavramları, şaşkınlık yaratacak derecede, gerçeğe oldukça yakın bir biçimde saptamış ve tanımlamışlardır. Ancak elbette, Orta Çağ’ın içerdiği olanaklar düşünüldüğünde, bu bilginlerin her söylediği varsayımın günümüz evrim kuramıyla ya da bilimsel gerçekleriyle örtüştüğünü söylemek yanlış olacaktır. Onlar, Eski Yunan’dan aldıkları görüşleri kendi gözlemleriyle harmanlayıp bilime büyük katkı sağlasa da metodoloji eksikliğinin getirdiği bazı kısıtlar nedeniyle, açıklayamadıkları çoğu şeyi yaratıcıyla ilişkilendirmişlerdir. Yani doğadaki canlıların kökeni ve gelişimini doğanın kendisi ile değil doğa üstü bir güç ile açıklamayı seçmişlerdir. Bu durum, evrim düşüncesinin materyalist temelden çıkıp ruhani bir boyut kazanmasına yol açmıştır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, İslam bilginleri, bilimsel düşünceyi geliştirmiş olan Eski Yunan uygarlığı ile bilimde devrim yaratacak olan Avrupa uygarlığı arasında kelimenin tam anlamıyla bir köprü görevi görmüş, Avrupalı bilim insanlarına pek çok yararlı tartışma konusunu miras bırakarak tarih sahnesinden çekilmiştir.

 

Metin Kaynakçası

1- Demirel, A. (2011). Antik Yunan’da biyolojik evrim düşüncesi. Folklor/Edebiyat, 18(68), 53-60.
https://dergipark.org.tr/tr/pub/fe/issue/26032/274200

2- Ateş, K. (2009). Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi. İstanbul: Evrensel Basın Yayın.

3- Şengör, A. M. C. (2004). Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi. İstanbul: İTÜ Yayınevi.

4- Sönmez, T. (2018). Nasîruddîn Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî Adlı Eserinde Yer Alan Evrimle İlgili Görüşleri Üzerine. K.S.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1(31), 281-304.
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ksuifd/issue/37879/420927

5- Bayrakdar, M. (1986). Al-Jahiz and The Rise of Biological Evolution. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 27(1), 307-315.
https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/49880

6- Adıvar, A. A. (1987). Tarih Boyunca İlim ve Din. İstanbul: Remzi Kitabevi.

7- https://evrimagaci.org/yazi-dizisi/evrim-teorisinin-tarihi-ve-evrimi-6

8- https://mvslim.com/the-father-of-the-theory-of-evolution-al-jahiz-and-his-book-of-animals/

9- https://www.khanacademy.org/humanities/world-history/medieval-times/cross-cultural-diffusion-of-knowledge/a/the-golden-age-of-islam

Görsel Kaynakçası 

Kapak Görseli: https://www.theworldwithmnr.com/post/the-golden-age-of-islam

Birinci Görsel: https://www.bbc.com/mundo/noticias-47477067

İkinci Görsel: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Qatar_stamp_islamic_figure_%281971%29,_Al-jahiz.png

Üçüncü Görsel: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:A_Postage_stamp_in_Qatar.png

Dördüncü Görsel: https://www.britannica.com/biography/Ibn-Khaldun

 

– Halil Mertcan Bozkır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir