Bellek, insanların bilinçli ya da bilinçsizce öğrendiği bilgilerin saklanmasına ve gerektiğinde kullanılmak üzere yeniden çağrılmasına olanak sağlayan yetiye verilen addır. Bu yeti, bizim her doğan gün ile yaşama adeta baştan başlamamızı önleyip kalıcı ilişkiler ve uzun süreli planlar yapabilmemizin yegâne kaynağıdır. Bu bağlamda bellek, geçmişle bağ kurup insanlık için bir kimlik oluşturur. Bunun yanında en büyük işlevlerinden biri de öğrenilen bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını mümkün kılıyor oluşudur. İnsanlık bu sayede yazının icadından binlerce yıl önce bulduğu araç-gereç üretme, giysi dikme ve tarım yapma gibi bazı önemli bilgileri depolayabilmiş ve bu bilgileri sonraki kuşaklara aktararak onların daha da ileriye gitmesine ortam hazırlayabilmiştir.
Şu ana kadar belleğin hep olumlu özelliklerini sıraladım. Peki, yok mudur bu yetinin bir kusuru? Aslına bakarsanız insanların “yazı” gibi bir icada gereksinim duymasının nedeni tam olarak budur: belleğin var olan tüm bilgileri depolayamayacak kadar sınırlı olması. Depoladığı bazı bilgileri zamanla unutması ya da olduğundan farklı anımsaması gibi eksiklikleri de cabası. Ancak bugün bellekte depolanan bilgilerin zamana yenik düşmesi gibi basit bir olgudan ziyade, belleğin bir dış etken tarafından var olmayan bir olaya inandırılması gibi karmaşık bir psikolojik konudan söz edeceğim.
Giriş: Masum Hükümlülerden Yalnızca Biri, Steve Titus
31 yaşında ABD’nin Seattle şehrinde yaşayan Titus, nişanlısı ile baş başa bir akşam yemeği yedikten sonra eve dönmek için arabasına bindi. Yoldayken bir polis memuru Titus’a durması için işaret yaptı ve araçtan inen Titus’un fotoğrafını çekti, ardından fotoğrafı karakoldaki şüpheli teşhis odasına astı. O gün bir kadına, tıpkı Titus’unkine benzeyen bir araba kullanan Titus benzeri bir adam tarafından tecavüz edilmişti. Polis çektiği fotoğrafı kadına gösterdi ve kadın Titus’un fotoğrafının o adama “çok benzediğini” söyledi. Sonuç olarak dava açıldı ve kadın, mahkeme kürsüsünde konuşma yaparken “Bana tecavüz eden kişinin bu adam olduğuna kesinlikle eminim.” dedi. Titus masum olduğunu söylemesine karşın suçlu bulundu ve cezaevine nakledildi.
Bir süre sonra davanın sonucundan tatmin olmayan bir gazeteci olayın peşine düştü ve gerçek suçluyu bulup hâkim önüne çıkardı. Gazetecinin bulduğu adam suçunu itiraf edince hâkim, Titus henüz ilk yılını doldurmuşken onu serbest bıraktı. Ancak Titus olayın şokunu üzerinden atamadı. Önce işini daha sonra nişanlısını kaybetti, bu süreçte tüm birikimini yitirdi ve sonunda bu olayın sorumlularına dava açtı. Duruşmadan yalnızca birkaç gün önce stres kaynaklı bir kalp krizi nedeniyle henüz 35 yaşında hayatını kaybetti.
Steve Titus, ne yazık ki görgü tanıklarının yanılması ile haksız biçimde özgürlüğünden olan tek kişi değildi¹. Yapılan bir çalışmada, ABD’de işlemediği bir suç yüzünden bazıları onlarca yıl olmak üzere farklı sürelerde cezaevinde bulunmuş olan 300 kişinin %75’inin hapiste olmasına neden olan şey gördüklerinden emin olan bir görgü tanığının yanılması idi². Steve Titus olayında tecavüz mağduru kadın ne olmuştu da daha öncesinde “Ona çok benziyor.” dediği halde mahkemede söylemini “O olduğundan eminim.” biçiminde değiştirmişti? Apaçık yalan mı söylemişti? Bildiğimiz kadarıyla hayır, kadın “ne gördüyse” onu söylemişti. İşte buna neden olan şeye “sahte anılar” denir. Bir şekilde kadının zihnindeki görüntü bir başkasıyla değişmiş ve gerçek anıya ulaşılamaz olmuştu. Şimdi buna neden olan süreçleri inceleyelim.
Elizabeth Loftus: “Sırf biri size bir şey diyor diye ve bunu kendine güvenerek, birçok detay ekleyerek, duygularını da işin içine katarak söylüyor olması onun gerçekten yaşanmış olduğu anlamına gelmez. Gerçek anıları sahte anılardan eksiksiz bir şekilde ayırt edemeyiz. Bağımsız bir onaya ihtiyacımız vardır.”
Sahte Anıların Oluşmasında Kullanılan Dilin Etkisi
Bir kişiye bilerek ya da bilmeyerek sahte anılar ekmenin en basit yolu, kişi bulanık anılarını hatırlamaya çalışırken ona bazı yönlendirici sorular sormaktır. Örneğin, bir polis memurunun, yapılan hırsızlığa tanık olmuş bir kişiyi sorgularken kişinin tam da net olarak hatırlamadığı özellikler hakkında “Hırsız uzun saçlı mıydı?”, “Hırsızın elinde dövme var mıydı?” gibi kapalı uçlu sorular sorması, tanığın gerçek anılarında bozulmaya yol açabilir ve sahte anılar yaratabilir.
Bu konuda psikolog Elizabeth Loftus’un çok ünlü bir deneyi vardır. 1974 yılında gerçekleştirilen deney 2 ayrı çalışmadan oluşmuştur. Yazının odak noktasını oluşturan bölüm şu şekildedir: 2 gruba ayrılan katılımcılara kurgulanmış bir kaza sonucu devrilen bir araba gösterilmiştir. İlk gruba kaza sırasında iki arabanın birbirine “vurduğu”, ikinci gruba ise arabaların birbirine “şiddetle çarptığı” söylenmiştir. İkinci gruptaki katılımcıların bir kısmı kendilerine gösterilen görüntüde bulunmamasına rağmen orada “kırık cam” gördüklerini söylemiştir. Katılımcılar kırık cam gördüklerinden emin de olsa hatta bazı başka ayrıntılar da verse bu gerçek görüntüyü değiştirmeyecektir. Meydana gelen olay, araştırmacının manipülasyonu ile kişinin gerçek anılarının sahte olanlarla yer değiştirmesidir. Elizabeth Loftus bu konuyla ilgili şu sözü söyler: “İnsan belleği bir Vikipedi sayfası gibidir, onu yeni bilgilerle değiştirebilirsiniz. Tıpkı başkalarının da yapabileceği gibi…”
Bu manipülasyonun insanlar üzerinde öylesine büyük bir etkisi vardır ki suç işlememiş, olabildiğince sıradan insanlar üzerinde gerçekleştirilen bir çalışmada³, deneklerin %70’i hiçbir suç işlememiş olmasına karşın, araştırmacı tarafından sahte anıların belleklerine yerleştirilmesi sonucunda hırsızlık ve silahlı saldırı gibi suçları işlediklerine ikna edilebilmişlerdir. Üstelik ikna olan deneklerin tümü, gerçekleştiğini sandıkları olayları birçok ayrıntı vererek anlatmışlardır.
Bulanık İzleme Teorisi
Günümüzde “sahte anılar” ve “bellek yanılması” konularında en çok kabul gören açıklamalardan biri olan “Bulanık İz Teorisi” Valerie Reyna ve Charles Brainerd tarafından öne sürülmüştür. Gerçekleştirilen çalışmada bir denekten, birbiriyle ilişkili birkaç sözcükten oluşan bir listeyi okuyup sayabildiği kadar çok sözcük sayması istendiğinde listede var olmayan ancak çağrıştırdığı anlam itibariyle listedeki kelimelerle yakın anlamlı olan sözcüklerin uydurulmasının, listedeki sözcüklerle ilişkili olmayan sözcükler uydurulmasından daha olası olduğu saptanmıştır. Örnek vermek gerekirse, “Klavye, fare, monitör, kasa, yazıcı” sözcüklerinin bulunduğu bir listenin verildiği denek, listedeki sözcükleri hatırlamaya çalışırken listeye “hoparlör” sözcüğünü eklemesi, “bardak” sözcüğünü eklemesinden daha olasıdır. Reyna bu çalışmayla ilgili “Katılımcılar listede olmayan kelimeleri kolaylıkla üretebilmektedirler ve bu kelimelerin de listede olduğundan oldukça emindirler. Burada olay ‘hatırlamamak’ değildir, onun yerine ‘var olmayan bir şeyin hatırlanması’ söz konusudur. İşte bu, kesinlikle bir sahte anıdır.” demiştir. Yine Reyna’nın ifadesiyle bu teori, bu etkiyi açıklayan ilk teoridir.
Sahte Anıları Yararlı Yönde Kullanabilir Miyiz?
Bir çalışmada4 araştırmacı, insanlara onlar çocukken “haşlanmış yumurta” “salatalık turşusu” ve “çilekli dondurma” yedikleri zaman midelerinin bulandığı ve hastalandıkları yönünde bir sahte anı ekti. Daha sonra bir piknik sırasında aynı kişilere bu yiyecekler sunulduğunda kişiler bunları yemek istemediklerini söylediler. Bu bize sahte anıların insanların yeme-içme alışkanlıklarını belirleyebilecek kadar güçlü bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Bu etki insanların sağlıkları için de kullanılabilir. Örneğin şeker tüketmemesi gereken bir hastaya bu anılar ekildiğinde, hasta kendisi için ölümcül nitelikteki bu besini tüketmekten vazgeçebilir. Ya da sigarayı bırakmak isteyen bir bağımlı için işler bu sayede daha kolay bir hâl alabilir.
Beslenme pratikleri üzerine ekilen sahte anılar yalnızca bir ürünü bıraktırma yönünde olmak zorunda değildir. Örneğin kansızlık hastalığı çeken ancak pekmezden ya da şuruptan hoşlanmayan bir çocuk için uygun biçimde sahte anılar ekildiğinde bu besinlerin tüketilmesi mümkün hâle gelebilir. Bu yöntem, bazı insanlar tarafından, “yalan söylemenin etik olmadığı” yönünde bir itirazla karşılaşıyor olsa da Elizabeth Loftus gibi psikologlar bu yöntemin yararlarına dikkat çekmeye büyük bir kararlılıkla devam ediyor.
Yanılgının Küresel ve Kitlesel Boyutu: Mandela Etkisi
Sırada “sahte anı yaratma” konusunun belki de en bilinen başlığı var. Bu etkinin “Mandela Etkisi” biçiminde anılmasının nedeni Nelson Mandela’nın 2013 yılındaki ölümünün ardından dünyanın farklı yerlerindeki pek çok insanın Mandela’nın aslında 1980’li yıllarda hapishanede işkence görürken öldüğü yönünde bir hatıraya sahip olduğunu kendinden emin bir biçimde dile getirmesidir. Özellikle son 5 yıldır hem ülkemizde hem de dünya çapında epeyce ünlenen, hakkında bolca komplo teorisi üretilen bu etki “Mickey Mouse”, “Pikachu” gibi birkaç klasik örnek üzerinden konuşuluyor.
Şimdi bunu biraz açalım. Birçok farklı cismin bulunduğu bir odaya iyice baktıktan sonra gözünüzü kapattığınızda ortamdaki her nesneyi ayrıntısıyla düşlemeniz elbette ki pek olağan değildir. Beyniniz yalnızca birkaç saniye gördüğü cisimleri önemsememiş ve onları kaydetmemiştir. Kaydettiği cisimleri ise kısa bir süre sonra yine aynı gerekçeyle silecektir. Peki, var olan bir şeyi unutmak tamam da bir siyah şerit gibi, bir gözlük gibi, bir askı gibi hiç var olmamış bir şeyi hatırlamak da neyin nesi? Yoksa komplo teorisyenlerinin söylediği gibi paralel evrenler arasında bir senkronizasyon sorunu oluştu da bazılarımızın zihninde diğer evrenin bilgisi mi var? Aslında çok basit bir açıklaması var: İnsan belleği kusurludur. Mandela etkisi de kusurlu insan belleğinin ürettiği bir fenomenden ibarettir. En azından şimdilik bildiğimiz bu kadar.
Örneğin yukarıdaki görselde yer alan “Pikachu” adlı çizgi karakterin kuyruğu aslında sağdaki gibidir. Ancak çok sayıda insan Pikachu’yu göz önüne getirdiğinde kuyruğunun soldaki görseldeki gibi olduğunu düşünmektedir.
Sonuç
Sahte anı yaratma konusu psikoloji ve hukuk gibi alanları yakından ilgilendirmesinin yanında kişinin gelişiminde çok önemli rol oynayan bir olgudur. Özellikle art niyetli kişilerce kullanımı hukuk sistemi, aile yapısı ve toplum düzeni açısından oldukça önemli sorunlar doğurabilir. Dahası, bu gibi girişimler insanlığın sahip olduğu “insanı insan yapan” mirastan, geçmişle olan bağdan, tarihsel kimlikten yoksun kalınmasına yol açabilir. Bu alandaki bilgilerimiz geride bıraktığımız 2020 yılı itibariyle oldukça sınırlı. İlerleme kaydettikçe, “belleğimize yeni bilgiler ekledikçe” bu konunun ne gibi dinamikleri kapsadığını, nasıl bir gelecek inşasına katkıda bulunacağını hep birlikte göreceğiz.
Notlar ve Kaynakça
1-https://staff.washington.edu/eloftus/Articles/sciam.htm
2-http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/handle/11655/1324
3-https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/0956797614562862#aff-2
4-https://www.youtube.com/watch?v=PB2OegI6wvI
5-https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1111/1467-8721.00192
6-https://evrimagaci.org/sahte-anilar-beynimiz-sahte-anilari-nasil-yaratiyor-9004
7- İlk görsel: https://www.wsj.com/articles/coming-to-terms-with-occasional-memory-loss-11574046360
8- İkinci görsel: https://tribune.com.pk/story/2047277/brain-tumour-survivor-high-achiever
9-Üçüncü görsel: https://www.goodhousekeeping.com/life/entertainment/g28438966/mandela-effect-examples/
10-Kapaktaki görsel: https://lifelessons.co/personal-development/theredpill/